30 Haziran 2015 Salı
bop un açılımı
http://www.sarizeybekhaber.com.tr/dis-haberler-guvenlik/ozel-iste-ingilizce-bop-un-turkce-tam-tercumesi-h3187.html
29 Haziran 2015 Pazartesi
mesane tm de umut
http://www.milliyet.com.tr/mesane-kanserinde-umutlar-buyuyor--pembenar-detay-genelsaglik-1550206/
mesane koruyucu
http://www.milliyet.com.tr/sigara-iciyorsaniz-mesane-kanserinden-korkun--pembenar-detay-genelsaglik-1338434/
bankamatik dolandırıcılığı
BANKAMATİKLERDE YENİ DOLANDIRICILIK!
Bankamatik mağduru Pınar E. İstanbul'da başına gelenleri anlatıyor:
"Para çekmek icin gereken işlemleri sırasıyla yaptım, herşey normaldi. Para cekme islemini onayladim, paralar sayıldı, evet şimdi para verme gözünden çıkacak diye beklerken, para verme gözü açılmadı! Bekle bekle açılmıyor... Kart hala takılıyken bakiyemi kontrol edeyim dedim, çekmek istediğim miktar bakiyemden düşmüş,sanki çekmişim gibi! Ama para çıkmıyor! Kartı çıkardım, ekranda bankanın telefon numarası yazıyor. Hemen bankayı aradım. Durumu anlatınca, anahtar gibi sivri bir cisimle para verme gözündeki kapağı açmaya calışmamı söylediler. Son dönemlerde sık yapılan bir dolandırıcılıkmış bu; para verme gözünün ağzına metal bir kapak yapıştırıyorlar, biz dışarıdan bakınca bir gariplik fark etmiyoruz. Para çıkıyor, ama o sonradan takılan kapağın arkasında kaliyor. Biz atm'nin önünden ayrılınca da dolandirıcılar gelip o kapağı sökerek bizim paramızı alıyorlar. Biraz inatla uğraşınca kapağı söktüm, ekte fotoğrafları var. Bu olay 4.Levent'te Halkbank ve Denizbank ATM'lerinin ikisinde de oldu. Aman dikkatli olun..."
19 Haziran 2015 Cuma
2918 trafik kazası sağlık yasası
2918 Nolu Yasa DİKKATLİ OKUYUNUZ..
KİMSENİN BAŞINA GELMESİN AMA, DİYELİM Kİ TRAFİK KAZASI GEÇİRDİNİZ. YARALI VAR, HASTANEYE GİTTİNİZ.
SİZLERİN 2918 NOLU YASAYI BİLMEDİĞİNİZİ ZANNEDEREK,
'YAPILACAK MÜDAHALE VE TEDAVİ ÜCRETLERİNİ ÖDEYECEĞİNİZE DAİR ŞU BELGEYİ İMZALAYIN'
TEKLİFİ İLE KARŞILAŞIRSINIZ....
ANCAK SİZ DE 'BU BELGEYİ İMZALAMAZSAM, BANA MÜDAHALE VE TEDAVİ ETMEYECEĞİNİZE DAİR BİR BELGEYİ İMZALAYIP TARAFIMA GETİRİN.'...
DEDİĞİNİZ ANDA,
HASTANENİN BÜTÜN İMKANLARI SİZİN İÇİN SEFERBER OLACAKTIR.
***
2918 SAYILI TRAFİK KANUNUNU MUTLAKA OKUYUN.
TÜKETİCİLER BİRLİĞİ, KAZAZEDELERİN HAKLARIYLA İLGİLİ BİR RAPOR HAZIRLADI.
TRAFİK KAZASI SONUCU YARALANAN VE HASTANEYE KALDIRILARAK TEDAVİ ALTINA ALINAN KAZAZEDELERİN,
KANUNA GÖRE TEDAVİ İÇİN ÜCRET ÖDEMEMESİ GEREKTİĞİ BELİRTİLDİ.
KAZA SONUCU YARALANAN VE
HERHANGİ BİR HASTANEDE TEDAVİ GÖREN KAZAZEDELERDEN,
BU TEDAVİLERİNE KARŞILIK HASTANE TARAFINDAN ÜCRET TALEP EDİLEMEYECEĞİNİN BELİRTİLDİĞİ RAPORDA,
2918 SAYILI TRAFİK KANUNU'NA GÖRE :
''HERHANGİ BİR TRAFİK KAZASI SONUCU YARALANAN KİŞİ, EN KISA SÜREDE HASTANEYE YETİŞTİRİLMEK VE GEREKEN TEDAVİNİN YAPILMASI''
HÜKÜMLERİNİ İÇERİYOR.
YÖNETMELİĞE GÖRE,
'' HASTANE ACİL SERVİSİ, KENDİSİNE GELEN KAZAZEDENİN'
MADDİ DURUMU, SOSYAL GÜVENCESİNİN OLUP OLMADIĞINA VE HASTANIN ÖZELLİĞİNE BAKMADAN, GEREKEN TEDAVİYİ VE MÜDAHALEYİ HERHANGİ BİR ÜCRET TALEP ETMEDEN YAPMAK ZORUNDADIR.!!
BU TEDAVİ SONUCU OLUŞAN MASRAFIN İSE SAĞLIK BAKANLIĞI, KARAYOLLARI TRAFİK DÖNER SERMAYE İŞLETMESİ TARAFINDAN KARŞILANACAĞININ BELİRTİLDİĞİ RAPORA GÖRE;
VATANDAŞLARIN HAKLARINI BİLMEDİĞİ İÇİN SORUNLAR YAŞANDIĞINI VE HASTANELERİN BU KANUNDAN BİHABERMİŞ GİBİ GÖZÜKÜP, VATANDAŞTAN PARA TALEP ETMELERİNİN SUÇ OLDUĞU BELİRTİLDİ.
LÜTFEN TANIDIĞINIZ HERKESE İLETİNİZ
DEMİREL 2
Turkiye.Net
Demirel'in en güzel konuşması.
Hepimizin ve bütün siyasi kişilerin dinlemesi ve uyması gereken, Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğü konusunda yapılmış partiler üzeri bir konuşma.
Lütfen "ama o söyle yaptı, böyle yaptı" gibi lafları bir kenara bırakalım ve sadece bu klipte söylenenleri irdeleyelim. Artık kritik etme lüksümüz yok, yapıcı ve partiler üstü olmamız gerekiyor.
Eski kinlerinizi, düşüncelerinizi toprağa gömün. Bu millet oyunu kullandı ve sonucunu bekliyor. Bütün liderlerin yapıcı ve pozitif olmaları, önce yapılan yolsuzlukların, haksızlıkların temizlenerek Türkiye'yi bütünleştirici bir siyaset yapmak zorunluluğu ve görevi var.
Liderler: Kendinizi değil, vatanınızı düşünün.
DEMİREL 1
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=10203051566810384&id=1841862995¬if_t=close_friend_activity
gül ve rdoğan abd vatandaşımı?
GÜL VE ERDOĞAN AMERİKAN VATANDAŞI MI?
*** Elazığ'da yayınlanan 10 Mayıs 2000 tarihli El-Aziz gazetesinde Vahit Şekerci "Gül Amerikan vatandaşı olduğunu neden gizliyor" başlıklı yazısında, Abdullah Gül ve R.T.Erdoğan'ın ABD vatandaşı olduğunu yazdı ****
1967 Arap-İsrail Savaşı İslam dünyasında ve İsrail'in İslam dünyasına yönelik politikalarında değişimin başlangıcıdır.
Bu tarihten sonra kurulan, "İslam Kalkınma Teşkilatı" gibi pek çok ortak kurum İslam ülkelerini çatısı altına topladı.
Bu tür kuruluşların kilit mevkilerine zaman içinde Türkiye'den bazı "İslamcı" Sabatayistlerin getirildiğini biliyoruz.
1983-1990 yılları arasında Abdullah Gül, Turgut Özal'ın tavassutu ile Cidde'de İslam Kalkınma Bankası'nda çalıştı.
Gül'ün uzman olarak görev yaptığı İslami Kalkınma Bankası ve Eğitim Enstitüsü'nün başkanı şimdinin AKP milletvekili olan Prof. Nevzat Yalçıntaş'tı.
Demirel'in 1975 yılında TRT Genel Müdürlüğü'ne atadığı, ancak bu işi doğru dürüst beceremeyen Yalçıntaş, Prof. Yalçın Küçük'ün Tekelistan kitabına göre Sabatayist bir aileye mensup.
"Deliliğe Övgü" kitabında Erasmus'un dediği gibi, "Mademki söyleyeceklerim doğru, ne diye susayım ki…"
Türkiye'de bugün bildiğini, öğrendiğini konuşmanın zamanıdır. 19 Mayıs 1919 öncesi Osmanlı Türkiye'si şartlarına ve daha da vahimi, 1492 İspanya Gırnata Badol Tepesi'ndeki "Son Allahuekber" şartlarına siyasi İslamcılar eliyle sürüklenen Türkiye'de yarın geç olabilir.
Elazığ'da yayınlanan 10 Mayıs 2000 tarihli El-Aziz gazetesinde Vahit Şekerci "Gül Amerikan vatandaşı olduğunu neden gizliyor" başlıklı yazısında, Abdullah Gül ve R.T.Erdoğan'ın ABD vatandaşı olduğunu yazdı.
Bugüne kadar tekzip edilmeyen bu yazıya göre R.T. Erdoğan ve Abdullah Gül 1997 yılında Amerikan vatandaşı oldular.
Abdullah Gül 9 Aralık 1992 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın konferans salonunda yapılan bir toplantıda kürsüden, "Ne mutlu Türküm diyene, gibi ifadeler ırkçılığı körükler" diyordu. (Güneş Gazetesi, 28 Nisan 2007)
Gül elbette bununla yetinmemişti. "70 yılın çok büyük yanlışları olmuştur. Çukurca'da dağa "Ne Mutlu Türküm" diye yazmışsınız. Hala Diyarbakır'ın ortasında bu tür sloganlar yazılıdır. Maalesef resmi ideoloji, Türk milliyetçiliği şeklinde kendisini, ırki taassup olarak tezahür ettirmiştir…"(Ergün Poyraz, Musa'nın Çocukları Tayip ve Emine, s.130)
İşte bu sözlerin sahibi Gül Türk devletine Cumhurbaşkanı olmak istiyor.
Çukurca, Diyarbakır Türk toprağı değil midir?
Kendi devletini AİHM'e şikâyet eden Gül ikilisi Türk cumhuriyetinin Başkomutanlık koltuğuna oturmak istiyor.
Dahası var. ABDullah Gül 28 Kasım 1995 tarihli The Guardian gazetesine verdiği demeçte Cumhuriyet Türkiyesi'ne meydan okuyan şu sözleri söylemişti: "Türkiye'de Cumhuriyetin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz."
1995 ve 1996 yıllarında ağzına geleni söyleyen, AB'ye karşı olan Gül, daha sonra Roma'da Haçlı Seferleri'ni başlatan Papa'nın heykeli önünde Türkiye'yi AB'nin koynuna nikâhsız sokan antlaşmayı can yoldaşı RTE ile birlikte imzalamayı omurgasızlık saymamıştır.
Kıbrıslı Türklere "YES BE ANAM" dedirten odur. Barzani ve Talabani adlı iki eşkıya başına Kerkük-Musul onun Dışişleri Bakanlığı'nda peşkeş çekilmiş, askerlerimizin başına yine onun Dışişleri Bakanlığı döneminde çuval geçirilmiştir. Bunun üzerine özür dilemesi istenen ABD için, ABDullah Gül; "Büyük devletler özür dilemez" diyebilmiştir.
Üstelik Abdullah Gül 16 Mayıs 2006'da; "Amerika kesinlikle doğru yolda. Dünya barışı için son 40 yılda dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir" diyecek kadar tarih bilgisinden yoksundur.
Sevgili okuyucu, inanın, Amerikalıların büyük çoğunluğu bile böyle bir söz söylemez, iddiada bulunmaz.
Yine ABDullah Gül'den bir başka inci, 14 Mart 2006 günü gazete sayfalarındaki yerini almıştı.
"Biz İran'ın nükleer programıyla ilgili olarak BOP kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. Gayemiz İslam ülkelerine hürriyet ve demokrasi getirmek."
Gül, İsrail'in elindeki 200'den fazla nükleer füzeyi görmediği gibi, Irak'ta Temmuz 2006 tarihi itibariyle ABD-İsrail-İngiliz üçlüsünün katlettiği 655 bin sivil Müslüman ile bir milyondan fazla, 9 yaşındaki kız ve erkek çocukları da dâhil, ırzına geçilen Müslüman'ı da görmüyordu.
Demek ki ABDullah Gül'ün kafasındaki demokrasi bu şekilde gerçekleşiyordu.
Ünlü Sabatayist Ahmet Ertegün'ün Özbekler Tekkesi'ndeki cenaze merasiminde tabutu omzunda taşıyan Gül, bünyesinde "Kürt Araştırmaları Enstitüsünü" bulunduran İngiltere'nin Exeter Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi gördü.
Bu üniversite, özellikle lisansüstü programlarında eğitim görenlerin İslam ülkelerinde yüksek mevkilere gelmesinde "istihbarat" desteği sağlar. MI6'nın ajanları bu üniversitede eğitim görür.
İşte "kardeşim Abdullah" ve Türk devletinin yeni başkomutan adayı ABDullah Gül'e ait bazı bilgiler.
Ramazan günü evde oturup eskileri karıştırırken bulup önemli gördüğüm yukarıdaki yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Hayırlı iftarlar
Deniz Baykalın akepe ye yol vermesi..
Seçimler öncesi CHP'ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.
Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.
Bunu bir borç olarak görüyorum:
[IMG]
“İKİ AY DAYANAMAZ” DEMİŞTİNİZ
Deniz Bey lütfen hatırlayın: 19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen'in evindeydik.
Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.
Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan'ın ise Meclis'e girme umudu kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan'ın "milletvekili olmadan başbakan olma" önerisini reddetmişti.
Türkiye'nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz "Tayyip Erdoğan başbakan olacak!" diye tutturdunuz.
Sizi "Çok tehlikeli bir oyun bu!" diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, "Hayır!" dediniz "İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz."
Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: "Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan'ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye'yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek."
İki ay dayanamaz iddianızı, "görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar." tezine oturttunuz.
Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.
O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan'la seçim öncesinde Beylerbeyi'nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
Tartışmanın sonunda dediniz ki: "Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?"
Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.
Ve düşünün; Meclis grubunda "Erdoğan'ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!" diye bas bas bağırmanıza değdi mi?
Erdoğan'la Beylerbeyi'nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)
Başbakan olmak, elbette Erdoğan'ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP'nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.
Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa'yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan'ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.
Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz.
Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. "Öyle değildi. Böyle konuşmadık." deyin.
Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.
Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.
Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.
“YAKIN DOSTUNUZ MELİH GÖKÇEK”
Tayyip Erdoğan'ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.
Daha önce Refah Partisi'nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..
Tayyip Erdoğan'ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek'lerin en büyük şansı sizdiniz.
CHP'nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.
Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.
Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP'lileri, eski ANAP'lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.
Size defalarca "Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!" dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.
Sağcıları ve sekreterinizi Meclis'e sokarken, İsmet Paşa'nın Avrupa Konseyi'nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan'ı Meclis dışında bıraktınız.
İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.
Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.
Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de. Bad-el harab-ül Basra!
-Zülfü Livaneli-
17 Haziran 2015 Çarşamba
DEMİRELİN UNUTULMAYAN SÖZLERİ
http://www.milliyet.com.tr/demirel-in-unutulmayan-sozleri-gundem-2075042/
kur ana göre din
ARCHIVE FOR 'KURAN’A GÖRE DİN'DİNİN KAYNAĞI NEDİR?
DİNİN KAYNAĞI NEDİR?
Din hakkında yapılan tartışmalar hem medyada, hem de halkın arasındaki tartışmalarda sürekli gündeme gelmektedir. Bu tartışmalarda kimin haklı olduğuna, hangi fikrin dini gerçeklere uygun olduğuna nasıl karar vereceğiz? Neden din adına farklı doğrular ileri sürülmektedir? Gerçek [...]KURAN AYETLERİNE GÖRE DİN
KURAN AYETLERİNE GÖRE DİN
Şu anda din adına sunulan sistem ile Kuran’ın anlattığı din arasında ne gibi farklılıklar var diye düşünebilirsiniz. Önümüzdeki bölümlerde “Kuran’da anlatılan İslam” ile “geleneksel İslam” arasındaki farkları detaylı bir şekilde göreceksiniz. Bu farklılıkları ortaya çıkarmak için [...]REFORM DEĞİL KURAN’A DÖNÜŞ
REFORM DEĞİL KURAN’A DÖNÜŞ
Etrafımızda İslam adına sergilenen tüm ilkellikler, çirkinlikler ve çelişkiler; kitlelere acilen, gerçek dinin anlatılmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu tip manzaralardan rahatsız olan ünlü düşünür Muhammed İkbal 1920’lerde şöyle diyordu: “Eğer biz İslam’ın bir üstün [...]KURAN VE YÖNETİM
KURAN VE YÖNETİM
Uydurulan dinin kullanıldığı ve çok büyük istismarların yapıldığı alanlardan diğer bir tanesi yönetimdir. Kendi şahsi görüşlerini hakim kılmak isteyenler, Allah’ı ve dini kullanarak insanlığı yönetmeye kalkışmışlardır. Örneğin Kuran’a göre kadın cumhurbaşkanı da, yönetimde etkin bir role [...]GERÇEK DİNDAR KİM?
GERÇEK DİNDAR KİM?
Kuran’da cami imamı, şeyhülislam, müftü, tarikat şeyhi, din adamı gibi Müslümanlara hükmeden, onları temsil eden sınıfların varlığına rastlayamazsınız. Kuran bu sınıfların hiçbirinden bahsetmez iken, halkın geniş bir bölümünün cami imamlarıyla, müftülerle, şeyhlerle dini yanlış bir şekilde [...]KURAN’IN DİNİNİN KOLAYLIĞI
KURAN’IN DİNİNİN KOLAYLIĞI
Kuran’ın sunduğu İslam’ı anlattığımız bazı kişiler, mezheplerin İslam’ı ile Kuran’ın anlattığı İslam arasındaki büyük farkı görünce; “Siz dini kolaylaştırıyorsunuz; din bu kadar kolay olur mu?” şeklinde eleştiriler yapmakta, Kuran’ın anlattığı İslam’ı savunanları nefsanilikle ve dini kendi rahatlarına [...]SORULARIN KURAN’DAN ÇÖZÜMLERİNE ÖRNEKLER
SORULARIN KURAN’DAN ÇÖZÜMLERİNE ÖRNEKLER
Kitabımızın buraya kadarki kısmında, Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğunu ve dinin buna göre şekillendirilmesi gerektiğini anlattık. Bunu anlatırken, Kuran dışında kalan, fakat dinin bir öğesi zannedilen izahların ve uygulamaların, aslında dinle hiçbir alakası olmadığını gösterdik. Örneğin [...]KURAN’DA İNANÇ KONULARI, NAMAZ, ZEKAT, ORUÇ VE HAC
KURAN’DA İNANÇ KONULARI, NAMAZ, ZEKAT, ORUÇ VE HAC
KURAN’DA İNANÇ KONULARI Allah’ın varlığı, birliği, merhameti, sonsuz kudreti, ahireti yaratması gibi en temel konularda Kuran’ın anlattığı dinle, bilinen büyük mezhepler ters düşmemişlerdir. İslam’ın bu en temel noktalarındaki ortak inanç, tüm olumsuzlukların yanında çok güzel [...]DİNDE OLANLARIN LİSTESİ
DİNDE OLANLARIN LİSTESİ
Bundan bir önceki bölümde dine ilavelerin 200 örneğini gördük. Onlar dinde olmayanlardı. Peki dinde neler var? Kitabımızın bu bölümünde dinde olanlara 200 örnek vereceğiz. Kuran’da ne varsa din odur. Din eşittir Kuran. Vereceğimiz 200 örnekle Kuran’dan [...]KURAN’DA YER ALMAYAN KONULARDAKİ TAVIR
KURAN’DA YER ALMAYAN KONULARDAKİ TAVIR
Kitabımızın başından bu yana Kuran’ın her şeyi açıkladığını, gerekli her türlü detayı verdiğini görüyoruz. Yine kitabımızın başından bu yana sanki Kuran’ın açıklamaları yetersizmiş, Kuran din adına her konuyu kapsamazmış gibi Kuran’da yer almayan birçok hükmün Kuran [...]
başörtüsü
BAŞÖRTÜSÜ VE KAPANMA
Peygamberimiz’in vefatından sonra din adına yapılan saptırma ve ilavelerde, kadınlarla ilgili konuların özel bir yeri olduğunu bir önceki bölümde gördük. Kadınların kapanması ise kadınlarla ilgili uydurulanlar içinde özel bir yere sahiptir. Bu yüzden kitabımızda bu konuyu ayrı bir başlık altında inceliyoruz. İnsan, memeli canlılar içinde tek çıplak doğup giyinendir. 7-Araf Suresi 22. ayetten, insanların giyinmesinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu öğreniyoruz. Kıyafet zamana, toplumun geleneklerine, iklimin şartlarına, meslek gruplarına, makama, mevkiye, yaşa ve birçok faktöre göre hem toplumlar arası hem de toplum içi çeşitlilik göstermiştir. Bazı toplumlar, Hint-Avrupa ırkında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde birçok kere değişiklikler yapmışlardır. Bazı toplumlar ise, Asya toplumlarında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde çok daha az değişiklik yapmışlardır. Toplum içi kıyafet farklılıklarınınsa en iyi örneklerinden birisi Osmanlı’dır. Osmanlı’da padişah üç sorguçlu sarık takarken, veziri azam iki sorguçlu, halk ise tek sorguçlu takabilirdi. İki veya üç sorguç halka yasaktı. Saraylının, esnafın, tekkecinin, ayrı din mensubu kadın ve erkeklerin başlıkları, kıyafetleri, renkleri Osmanlı’da hep farklıydı ve bu kıyafetlerin farklılığı kanunlar ile korunurdu. Görüldüğü gibi hem toplumlar arası hem toplum içi kıyafetlerin farklılığı, gelenek ve şartların bu kıyafetleri oluşturması, zengin malzemeli bir tarih ve sosyoloji konusudur.
SORUN GELENEĞİN DİNSELLEŞTİRİLMESİDİR
Daha önce değindiğimiz gibi din adına uydurulanları incelersek, bir toplumun belli bir dönemdeki bakış açısının ve geleneklerinin dinselleştirilmesinin, bahsedilen uydurmalarda önemli bir yeri olduğunu görürüz. Kapanma konusunda, bu gelenekleri dinden ayırmanın yolu, Kuran’dan anlaşılan kapanmanın din olduğunu, Kuran’dan çıkmayan kapanma şekillerinin ve izahların, din adına uydurma ve geleneklerin dine sokulması olduğunu bilmektir. Şunu bir daha belirtelim ki geleneklerin bir kıyafet oluşturmasının bir mahsuru yoktur. Yanlış olan, tarihin belli bir anının ihtiyaçlarından doğan ve o toplumu ilgilendiren “tarihsel” kıyafetlerin, evrensel olan ve binlerce yıllık zaman dilimine inmiş olan dine maledilmesidir. Örneğin, sarığı, belli bir dönemde, erkeklerin kıyafetini tamamlayan bir aksesuar, sıcaktan koruyan bir başlık olarak erkeklerin giymesi yanlış değildir. Yanlış olan, sarığın dinen “kutsal” bir giyecek gibi giyilmesi, başkalarına dini kıyafet diye empoze edilmesi ve Kuran’da hiç bahsedilmeyen bir uygulamanın “sevap” diye dine sokulmasıdır. Görüldüğü gibi sorun belli bir toplumun geleneği sonucu sarığın takılması değil, o geleneğin “din” olarak takdimidir. Bu temel mantığı iyice kavramamız çarşaf, peçe ve başörtüsünün nasıl dinselleştirildiğini anlamamızda ve bu kıyafet şekillerini gereği gibi değerlendirmemizde faydalı olacaktır. İlk önce yapmamız gerekeni yapalım ve Kuran’da kapanmayla ilgili geçen tüm ayetleri inceleyip Kuran’ın, yani dinin istediği ölçüyü bulalım.
Ey ademoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik.
7- Araf Suresi 26
Araf 26’dan ve Araf 22’den, avret yerlerini örtmenin ilk insandan beri hem erkek, hem kadın için örtünmenin minimumu olduğunu anlarız. Kadınlara özel giyinme ile ilgili ise Kuran’da üç ayet vardır. Bu üç ayeti incelemek, kadının kıyafetinin nasıl olması gerektiğini, İslam’ın neyi söyleyip neyi söylemediğini anlamamızı sağlar.
KURAN’DA BAŞI KAPAMAK GEÇMİYOR
Mümin kadınlara da söyle: Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar. Örtülerini yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları, yahut babaları, yahut kocalarının babaları, yahut oğulları, yahut kocalarının oğulları, yahut kardeşleri, yahut kardeşlerinin oğulları, yahut kendi kadınları, yahut ellerinin altında bulunanlar, yahut kadına ihtiyaç duymaz olmuş erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hepiniz topluca Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz.
24- Nur Suresi 31
Kadını, kendi zihniyetine göre yaşatmak isteyen zihniyetin çarpıttığı ayetlerin başında bu ayet gelir. Bu ayetteki “hımar” kelimesi geniş manalı bir kelime olup “örtü” manasına gelir. Eski Arap yazılarına bakılırsa “hımar”ın yere konulan, masaya örtülen veya herhangi bir örtüyü tarif edebileceğini görürüz. “Hımar”, başı örterse başörtüsü olur, masaya konursa masa örtüsü olur. Eğer “hımar” kelimesi ile başın örtülmesi istenseydi “hımar ürres” gibi bir vurgulama ile başörtüsü denebilirdi. Böylece “res” kelimesi ile baş bölgesi vurgulanır ve “hımar” ile beraber başörtüsü net bir şekilde anlaşılırdı. Nitekim abdest alınmasıyla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır.
Üstelik ayette kapatılacak yerin “yaka açığı” olduğu geçer. Yani “hımar”ın başı kapatması değil, “yaka dekoltesi”ni örtmesi istenir. (“Yaka açığı” manasına gelen “cuub” kelimesi hem bu ayette kapanılacak bölgeyi belirtmek için, hem de Hz. Musa’nın yaka açığına elini soktuğunu belirten ayetlerde geçer.) “Hımar” kelimesi sırf başörtüsü manasına gelseydi bile bu ayetten başı örtmek değil, yine “yaka dekoltesi”ni kapatmak anlaşılacaktı. Üstelik başörtüsünü Kuran’a maletmek isteyen zihniyet, açık bir saptırma yaparak; “felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedir. Böylece ayet, “başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına gelmez. Bu fiille, örtünün “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyüdnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne” fiili yerine “felyüdnine” fiilini kullanmaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran’daki kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini göstermektedir.
Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi ile neyin kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler” kelimesi ile özellikle “göğüsler” kastedilmektedir. Çünkü ayetteki tüm noktalarla, mantıklı bir şekilde, göğüs bölgesinin uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette “yaka açıklarının kapatılması” geçiyor, yaka açıklarından ise göğüsler gözükür. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli edilmesi için “ayakların yere vurulmaması” geçiyor. Ayaklar yere vurulduğunda vücutta belli olacak yer özellikle göğüslerdir (sütyenin o dönemde icat edilmediğini düşünürsek, bu daha da iyi anlaşılır). Üçüncüsü, ayetten kendiliğinden görünenler hariç süslerin kapanması söylenmektedir. Ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın özellikle iri göğüsler, çeşitli fiziksel hareketlerde, hatta rüzgarın esmesiyle elbise yapışınca bile kendini belli edebilir. Ayetten bunun doğal olduğu anlaşılır. Dördüncüsü, ayette süslerin kimlerin yanında açılabileceği söylenir. Kuran’daki diğer ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun bir süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz. Kadının, babası gibi yakınlarının yanında, çocuğu acıktığında ve ağladığında onu emzirmesi gerekebilir. Ayetteki bu açıklamanın özellikle bu konuda kadınlara büyük kolaylık sağlayacağı kanaatindeyiz. Ayetteki bahsedilen ifadelere, göğüs gibi uyan başka bir bölge bulunmadığı için süslerle özellikle göğüslerin kastedildiği sonucuna varabiliriz.
“Süsler” kelimesinden takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı ayetin bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü ayette, kadınların süslerini kendi kadınları yanında açabileceği geçiyor. Takı gibi maddeler tahrik unsurundan daha çok hava atma unsuru olabilir. Eğer bu hava atma olayı engellenilmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak, karşı cins erkekler yerine, aynı cinsten olan kadınlar dahil edilirdi. Ayrıca ayakları yere vurunca hangi takı eşyası belli olur? Kendiliğinden gözüken takı ne olabilir? Araf suresi 31’de ziynet eşyalarının mescid yanında giyilebileceğinin söylenmesi; takıların, cami yanı gibi en kalabalık yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına gerek olmadığını gösterir. Görüldüğü gibi mantıksal bir elemeyle gidildiğinde; ayetin, özellikle göğüs bölgesinin kapanmasını vurguladığı anlaşılır.
KURAN’DA “TESETTÜR” KELİMESİ YOK
Günümüzde kadının kapanması için kullanılan “tesettür” ifadesi de Kuran’da geçmez. İslam adına etrafında bu kadar büyük fırtınalar koparılan bir kavramın, yani “tesettür” ifadesinin İslam’ın temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim’de bulunmaması önemlidir. Demek ki “tesettür” kelimesi dini bir kavram olarak sonradan oluşturulmuştur.
Ayette geçen “humur” ve onun tekili olan “hımar” kelimesini, kadınların başlarına örttükleri kumaşa verilen özel isim gibi değerlendirmek kelimenin anlamını sınırlamak olur. Bir şeyi örten şeye “hımar” yani “o şeyin örtüsü” denir. En ünlü Arapça sözlük olan Lisan-ı Arab’tan “hımar”ın temel manasının “örtmek” olduğunu görebilirsiniz. Kelimenin temel manası, mezheplerin kelimeleri tahrif etmesine rağmen açıktır. Daha evvel açıkladığımız gibi ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğuna dikkat çekilir, baştan bahsedilmez. Günümüzde, Arapça’da, kadınların başlarına örttükleri kumaşın özel adı “hımar” değil “mikna” ve “nasıyf”tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın “mikna (çoğulu mekani)” ve “nasıyf”ın hanımların başlarını örttükleri kumaşın adı olduğu görülecektir.
KURAN’DA ÜNİFORMA YOK
Kadınların kapanması konusunun daha da iyi anlaşılması için ikinci olarak Ahzab suresinin 59. ayetini de inceleyelim:
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle cilbablarını (elbiselerini) üzerlerine giysinler. Bilinip incitilmemeleri için bu daha uygundur.
33-Ahzab Suresi 59
Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “cilbab”dır. “Cilbab” Arapça’da gömlek, elbise gibi üste giyilen giysileri ifade eden bir kelimedir. Fakat hiçbir şekilde cilbab, belli bir yerden belli bir yere kadar örten giysi manasına gelmez. Mezhepçi din anlayışını benimseyenlerin kimisi, kadının yüzü de dahil vücudunun tümünün örtülmesinin farz olduğunu, kimisi iki gözü, kimisi tek gözü dışındaki her yerini örtmesinin farz olduğunu, en ılımlıları ise yüz, eller ve ayaklar dışında her yerini örtmesinin farz olduğunu savunurlar. Oysa kadınların kapanmasıyla ilgili dinin tek kaynağı olan Kuran’da açıklananlar bu iki ayetle sınırlıdır. Yani kadınların başını örtmesi, peçe giymesi ve diğer anlatılan sınırlar; Kuran’ın değil geleneklerin ve şahsi görüşlerin dine sokulmasının sonucudur. Eğer Allah böyle katı sınırlar çizmek isteseydi, bir ayette “Cilbabla, yüzünüz ve elleriniz dışında her yerinizi örtün” şeklinde bir sınırla kapanmanın sınırlarını çizebilirdi. Örneğin abdest ile ilgili ayette Allah, yıkanacak yerleri tek tek saymış ve “Dirseklere kadar ellerinizi yıkayın” gibi ifadelerle kesin sınırları koymuştur. Eğer Allah kapanmada da kesin sınırlar koymak isteseydi, bunu en azından bir cümleyle belirtebilirdi. Geçmiş kavimlerin başına gelenleri bile detaylarıyla anlatan Kuran, her şeyi açıkladığını kendisi söyleyen Kuran, eğer kapanmada sınırları belirlenmiş bir ölçü olacaksa ve bu bir tek cümleyle bile açıklanabilecekse niye bu cümleyi içermesin? Bu açıklamanın olmaması, bu tarzda kesin bir sınır koymak istenmemesindendir. Yukarıdaki 33-Ahzab suresi 59. ayeti ele alırsak, ayette kesin hatları olmayan esnek bir ölçünün olduğunu görürüz. Ayetten, üzere alınan elbiseyle kadının bilinmesi gerektiğini, böylece incitilmeyeceğini anlarız. Kadın namuslu bilinirse, bilinmemeden dolayı bir incitilmeye uğramaz. Bazı insanlar namussuz, fahişe sandıkları kadınlara takılıp onları incitebilir. Ayet, kadının üzerine elbise alıp bunu önlemesini sağlıyor.
Peygamberimiz’in döneminde kadınların bir kısmının çırılçıplağa yakın, göğüsleri açıkta dolaştığı, hatta İslam’ın hakimiyetinden önce putperestlerin Kabe’de haccı çıplak yaptığı söylenir (Kurtubi, el Cami-il Ahkamil Kuran 7/189). 33-Ahzab suresi 33. ayetten de İslam’dan önceki cahiliye döneminde kadınların süslerini açığa vurduğunu anlayabiliriz. Kendi dönemindeki ölçüyü ve fahişe kadınların açıklığının derecesini bilen kadınlar, elbiselerini ona göre ayarlayıp bu tacizden kurtulurlar. Günümüzde de eğer böyle bir durum olursa; kadınlar, kendi yörelerini, geleneklerini, şartlarını gözönünde bulundurup, kendilerini fahişe tipli kadınlardan ayırıp tacizden kurtulurlar. Burada şuna dikkat edelim; kadınlar, gerekli şekilde elbise giyip, tanınmamaktan dolayı oluşan tacizden korunur. Toplumda kadın nasıl giyinirse giyinsin taciz edecek adamlar da olabilir. Ayette namuslu bilinmemeden dolayı oluşan taciz önleniyor ve bu önlenirken “daha uygundur” tarzında yumuşak bir ifade kullanılıyor. Yoksa bazı erkeklerin, beğendiği bir kadını terbiyesizce taciz etmesi bu ayetin konusu değildir. Ayetin esnek ve şartlara göre ayarlanacak ifadesinden anlaşılmaktadır ki kadın cilbabını (elbisesini) öyle giyecektir ki; çıplaklığıyla fahişe mesajı verenlerden ayrılacak, tanınacak ve böylece tacizden korunup, daha uygun bir hareket tarzında bulunacaktır. Kıyafet nasıl olmalıdır sorusu görüldüğü gibi ayetin içinde gizlidir; kıyafet ayetin amacına uygun olmalıdır. Eğer amaç yerine sınırlar önemli olsaydı ve bunda katılık gerekseydi, Allah ayeti ona göre indirebilirdi. Kapanmayı temel olarak bu iki ayet tarif etmektedir. Kapanmayı tarif etmemesine rağmen, kadınların giyimine değinen son ayetse 24- Nur Suresi 60. ayettir:
Nikah arzuları kalmamış, hayızdan kesilen kadınların süslerini göstermeye çalışmadan siyablarını (giysilerini) çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah İşitendir, Bilendir.
24-Nur Suresi 60
Bu ayette geçen “siyab” kelimesi de hiçbir şekilde belli bir yerden belli bir yere kadar olan bölgeyi kapatan bir elbise manasına gelmez. Bu ayetten, belli bir yaşa gelmiş kadınların, kıyafetlerine daha az dikkat edebileceğini anlıyoruz.
SICAKTA BAŞIN ÖRTÜLMESİ KÜLTÜRELDİR
Görüldüğü gibi Kuran’ın tarif ettiği kapanmada, İslam adına bugün uygulanan kapanma şekillerinin, peçelerin, çarşafların, başörtülerinin tarifi yoktur. Yani bunların temeli dinimiz değil, örflerin ve geleneklerin dinselleştirilmesidir. Peygamberimiz’in döneminde erkek, kadın birçok kişinin gelenek olarak başını örttüğü söylenir. Kıyafetlerin giyilişindeki temel sebeplerden birinin sıcaktan korunma olduğunu 16-Nahl Suresi 81. ayet de söylemektedir. Sıcak yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş çarpmalarından korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin kültüründe vardır. Fakat ne yazık ki dinimizde kadının başının kapanması geleneği farzlaştırılmış, erkeğin başına sarık takması da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla sevap alacağı izahlarıyla dini bir kıyafete dönüştürülmüştür. Oysa hem erkeğin sarığının, hem de kadının başını örtmesinin Kuran’da geçmemesi, bunların dinsel bir nitelikleri olmadığının delilidir. Allah isteseydi “Erkekler sarıkla namaz kılsın” veya “Kadınlar saçlarının tek teli gözükmeyecek şekilde başörtüsü taksın” izahlarıyla konuya açıklık getirebilirdi.
Günümüzde başörtüsü için yapılan eylemleri görenler, Kuran’da geçmeyen bu kapatma şekillerinin İslam’ın en temel hükümlerinden olduğunu, Kuran’da ısrarla bu konu üzerinde durulduğunu sanmaktadırlar. (Başörtülü hanımların, başörtüsüz hanımların yer alabildiği günlük yaşamın alanlarında, yer almasının yasaklanmasının çok hatalı bir uygulama olduğu kanaatindeyiz. Fakat bu, başı örtmenin dini bir mecburiyet olup olmadığı ile karıştırılmamalıdır.)
Başörtüsünü ısrarla savunup eylemler yapanlara, eylemlerinin ve zıtlaşmanın sonunda, uğrunda bu kadar zahmete katlandıkları şeyin din değil de gelenek olduğunu anlatmak daha da zorlaşmaktadır. Yapılan her eylem, akıllı düşünmeyi ve objektifliği kenara bıraktırmakta, akılcılık ve Kuran’ı samimi değerlendirme yerine örfe sahip çıkma ve inat ön plana çıkmaktadır.
Başörtüsü yüzünden okulundan ayrılan bir kıza, “Başörtüsü veya pardesülü kapanma diye bir şey dinde yok, sen din adına Arap örf ve adetlerine, Emevi ve Abbasi döneminin uydurmalarına sahip çıkıyorsun” denilince, o kız sizi ne kadar objektif değerlendirebilir? Hepimiz, din adına gelenekleri ve kendi yaklaşımlarını dinselleştirenlerle beraber kişisel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, başörtüsü ve kıyafet yasağı gibi gereksiz uygulamalarla insanları radikal çizgilere iten yasaklamacı kafalarla da mücadele etmek zorundayız.
KADINLARI POŞETE SOKMA
Kuran’da gerekli malzemeyi bulamayan gelenekçilik; uydurma hadislerle, uydurma yorumlarla, mezhep izahlarıyla kadınları poşete sokulmuş şekilde kapatacak malzemeyi türetmiştir. Kuran’da 33-Ahzab Suresi 52. ayette; Peygamberimiz’in, bu ayetin inişinden itibaren, güzelliği hoşuna giden bir kadın dahi olsa, artık evlenmesinin helal olmadığı söylenir. Demek ki Peygamberimiz’in döneminde, kadınların kıyafetleri kimin ne kadar güzel olduğunu bilmeyi engellemiyordu. Oysa mezheplerin belirttiği gibi çarşaf, peçe veya başörtüsü giyilirse hangi hanımın ne kadar güzel olduğu nasıl anlaşılabilir? Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Kuran’ın gözardı edildiğini görüyoruz.
Her zaman olduğu gibi uydurma hadislerle dolu kitaplardan, işe gelen hadis alınmış, işe gelmeyen hadis görmezlikten gelinmiştir. Oysa hadis külliyatında Peygamber döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları da geçer (Bakınız: Buhari, Vudu 43; Ebu Davud, Taharet 39; İbni Mace, Taharet 36; Nesai, Taharet 56). Abdeste konu olan yerler ayak, dirseklere kadar eller, yüz ve baş olduğuna göre bu hadisten, kadınların erkeklerle karışık ve başı açık oldukları durumların mevcudiyeti anlaşılır. Oysa mezhepçi İslamcılık, bu hadisi yorumlayarak atar ve kendi kafasına uygun diğer malzemelere sarılır. Peki, madem kadının sizin söylediğiniz şekilde kapanmasının açık bir hüküm olduğunu söylüyorsunuz, niye ayrı ayrı kapanma şekillerini savunuyorsunuz? Neden kiminiz peçe farzdır, kiminiz ise değildir diyor? Neden kiminiz kadınların elleri gözükemez deyip yaz-kış kadınlara eldiven giydiriyor da, kiminiz kadınların elleri gözükebilir diyor? Neden kiminiz çarşaf dışında hiçbir şeyle kapanılamaz diyor da, kiminiz pardesü ile de olabilir diyor? Hiç şüphesiz kesin sınırlı bir hüküm olsa, böyle ayrı ölçüler çıkmazdı. Tüm bu ayrı ölçüler ve hükümler; kapanma konusunda geleneklerin, örfün, Emevi, Abbasi döneminin kadına bakış açısının dinselleşmesinin neticeleridir. Her bir ayrı kapanma modeli de “Allah’ın isteği tam budur” diye savunulup, sanki Allah’ın aynı konuda beş-on tane ayrı görüşü varmış gibi bir çelişki ortaya konulmuştur. Allah’ın kadınların giyinmesi konusundaki hükmü, yukarıdaki üç ayette bellidir ve bunlardan anlaşılan neyse kadının giyim tarzı öyle olmalıdır. Verilen esneklik de, tam bir sınırın olmaması da muhakkak hikmetlidir. Çünkü Kuran’ı indiren hikmetli olan Allah’tır ve Allah bu dini yüzlerce yıllık zaman dilimlerine, apayrı kültürlere, apayrı adetlere, apayrı iklimlere indirmiştir. Ayetlerdeki esneklikler, dinimizin her şart ve zaman dilimine uyumunu sağlayan Allah’ın rahmet ve hikmetleridirler. Emeviler’in ve Abbasiler’in kendi görüşlerini dondurup, Allah’ın görüşünü kendi bakış açılarına hapsetmeye çalışmalarından dinimizi kurtarmak, hepimizin Allah’a karşı borcudur.
TEK GÖZ İZAHI
Buraya kadar Kuran’ın kapanma ile ilgili ayetlerini gördük. Şimdi de gelenekçilerin vardığı abartılı sonuçları görelim: Şafi ve Hanbeli mezheplerinde, kadının istisnasız tüm vücudu her zaman kapanması gereken bölgedir (yüz ve eller de dahil). Hanefi ve Maliki mezheplerinde eller ve yüz, o da fitne olmayan koşullarda açık olabilir (Sabuni, Tefsirul Ayatil Ahkam 2/154,155). Es Suddi: “Kadın gözlerinden birini ve yüzünün açık kalan göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece bir göz açıkta kalır.” Ebu Hayyan: “Endülüs’te adet böyle idi. Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri görünmezdi” (Ebu Hayyan, El Bahrul Muhit). Şafi imamları, kadının kesilmiş olan tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır (İbni Hacer El Heytemi, İslam’da Helal ve Haramlar 2). Yaygın izahlardan birine göre İslam’ın kadına farz kıldığı örtünme, kadının yüzünü de içine almaktadır (Fıkhus Siyre). Bir başka kaynakta, kadının erkeğe bakışının nasıl olması gerektiği şöyle açıklanmıştır: “Kadının, yabancı erkeğin göğsüne, sırtına, bacağına şehvet korkusu olmasa bile bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından ayaktan, saçtan ve bacaklardan daha ileridedir. Bu kısımlara bakmak ittifakla haram olduğuna göre, yüze bakmak da evveliyetle haram olması gereken bir fiildir” (Sabuni, Revai 2/156).
Mezhepçi yaklaşımlarca varılan bu tür sonuçlar saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Yukarıda gördüğümüz gibi bırakın kadının komple kapanması gerektiğini, kadının kesilen tırnağının bile görülemeyeceği iddialar arasındadır. Tüm bu izahları yapan mezhepçilerin, sanki dinin tek kaynağının Kuran olduğunu kabul ediyorlarmış gibi “hımar” kelimesini ve ayetleri çekiştirip, Kuran’ı kendi kafalarındaki modele örnek gösterme çabaları şaşılacak bir tutumdur. Asıl sorun kadının kalktığı yere oturulamayacağını, hiçbir yönetici vasfının olmadığını, erkeğin kölesi gibi olması gerektiğini, kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu zanneden zihniyette olmaktır. Başörtüsü ve diğer kapanma çeşitleri kitabın 21. bölümünde gördüğümüz zihniyetin sonucudur. Günümüzde başörtüsünün özel bir yer kazanması, mevcut yasaklamaların, gösteri ve eylemlerin neticesidir. Yoksa başörtüsünün, kadının kalktığı yere oturulamayacağı izahından bir farkı yoktur. Başörtüsünün bu kadar tartışılması çağımıza mahsustur. Çünkü uydurmaların ortaya atıldığı ilk dönemlerde tartışma konusu “Kadının hangi bölgelerinin dışındaki yerler gözükebilir?” şeklindeydi. Tartışma “Tek göz mü, çift göz mü, tamamen peçe ile mi?” şeklindeydi. Bu dönemde kadınları kapatanların çoğu başörtüsü değil, çarşaf gibi tepeden tırnağa örtüleri kullanıyorlardı. Görüldüğü gibi başörtüsünü “hımar” kelimesiyle açıklamaya kalkmak yeni bir gayrettir. Daha eski yıllarda “hımar”ı peçe şeklinde tanımlama gayretleri, bugünkü başörtüsü şeklinde tanımlama gayretlerinin önündeydi.
Kuran bu yaklaşımların hiçbirine geçit verecek izahları içermez. Yoksa Kuran “kesilen tırnağınızı göstermeyin” mi diyor? Kuran “peçe ile yüzünüzü örtün” mü diyor? Kuran’da “saçınızın tek telini göstermeyin” deniyor mu? Saçın kapanmasına dair bir açıklama var mı? Peki, “başınızı örtün” diye hiçbir ifade var mı? Madem Kuran’da tüm bu izahlar yok, samimi bir şekilde Kuran dışı kaynakları kullanıp bu uygulamaları çıkardığınızı itiraf edin. Kuran’ın kadınların giyimiyle alakalı üç ayeti de, diğer izahlar da ortadadır. Hiç olmazsa kendi fikriniz içinde samimi olun, Kuran’ı çekiştirmeyin. Ayrıca şunu da belirtelim ki Kuran’da namaz kıyafeti diye ayrı bir kıyafet yoktur. Başörtüsü, peçe, çarşaf diye dinimizde bir kıyafet mecburiyeti olmadığına göre, elbette ki namazda da bunları giymenin bir mecburiyeti yoktur.
FUTBOL OYNAYAN ERKEKLER SEYREDİLEBİLİR Mİ?
Mezhepçiler kadınların kapanması ile ilgili bu izahları yaparken, erkekler için de Kuran’da olmayan birçok zorluk getirmişlerdir. Erkeğin dizi ile göbek arasını örtmesinin farz olduğu, kimi mezheplerin uydurmasıdır. Gerçi Peygamber’in baldırının gözüktüğüne dair de hadis vardır ama bazı mezhep imamları, öbür hadisi beğenip “erkeğin baldırı ile dizinin arası gözükemez” demişlerdir. Üstelik erkeklerin birbirinin dizi ile göbek arasına bakmasının da haram olduğuna kanaat getirilmiştir. Bu izaha göre futbol, basketbol gibi erkeklerin şortla oynadığı oyunları da seyretmek haram olur. Türkiye’de yaygın olan Hanefi mezhebinin savunucusu televizyonlar, kendi mezheplerine göre haram olmasına rağmen futbol, basketbol gibi sporların maçlarını hiç çekinmeden göstermektedirler. Bu da bizce, bu grupların, kendi inançlarında ne kadar samimi olduklarının bir göstergesidir! Erkeklerin sarı ve kırmızı giyemeyeceği de yine mezheplerin İslam’ının uydurmalarından birisidir (Bakınız: Müslim, Libas 27 ve Mişkat 2/1247). Erkeklerin parlak olanlarının, peçe giymesi gerektiği izahı da mezhepçi eserlerdeki bir izahtır. Sakal konusunda yapılan izahlar da oldukça sorunludur. Diyebiliriz ki kadınlardaki başörtüsüne erkeklerde bir karşılık aransaydı bu sakal olurdu.
“Sakal bırakmak sünnet, başörtüsü farzdır” izahları yapılır ama sakalı bırakmaya “sünnet” diyenler garip bir mantıkla kesmeye “haram” demişlerdir. En yaygın mezhep olan Hanefiliğe ve diğer mezhepler Maliki’ye, Hanbeli’ye göre sakalı kesmek haram görülmüştür (Halil Günenç, İslam’da Kılık Kıyafet ve Örtünme). Tabi ki diğer uydurmalar gibi erkeklerin sakal bırakması gerektiğine dair bir izah da Kuran’da yer almaz. Fakat mezheplerin İslam’ını savunanlar: “Allah sakal çıkarıyor, sen kesiyorsun. Sonra Allah yine sakal çıkarıyor, sen Allah’la savaşıp bir daha kesiyorsun…” gibi enteresan açıklamalarla sakalı kesmenin, Allah’la savaşmak anlamına geldiğini halka anlatmaktadırlar. Allah’a şükür ki Allah, kitabı Kuran’da her türlü detayı verdi ve böylesi fıkıh ve hadis kitaplarına bizi muhtaç etmedi. Ne mutlu Kuran’ın yeterliliğini anlayanlara. Ne mutlu Kuran’a güvenenlere.
Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?
29-Ankebut Suresi 51
11 Haziran 2015 Perşembe
hdp şsrtları! akepe lilerrr !
http://www.sarizeybekhaber.com.tr/siyaset/hdp-nin-nihayet-dokuldu-bakiniz-ne-istiyor-h2712.html
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
