28 Ağustos 2015 Cuma
27 Ağustos 2015 Perşembe
abd nin kürt oyunu.
Yıl 1966-Korgeneral Faruk Güventürk:
Güya ABD’nin SSCB’ye karşı izleme ve dinleme yapacağı, böylece Türkiye’yi koruyacağı gerekçesiyle Diyarbakır’da kurulan Pirinçlik Üssü’nde aslında ne işler yapıldığını yetkili bir ağızdan dinleyelim. Korgeneral Faruk Güventürk, 1965-67 yılları arasında Diyarbakır’daki 7. Kolordu’da görev yaparken tespitlerini üstlerine şöyle rapor etmişti:
“1965 senesi Ağustos’unda Diyarbakır Pirinçlik ’deki Amerikalıların radar üs komutanlığına gittim. ABD komutan odasında gördüğüm manzara şu idi: Komutanın arkasında ABD Cumhurbaşkanı Johnson’un resmi ve masanın yanında da Amerikan bayrağı olduğu gibi duvarda da üzerinde büyük harflerle Kürdistan/Ermenistan yazılı büyük bir harita asılmıştı. Derhal radar komutanı albaya şöyle dedim: Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir. Mademki müttefikiz, bizim Cumhurbaşkanı ve kurucumuz olan Atatürk’ün de resminin asılması, Amerikan bayrağının yanına bir de Türk bayrağının konulması gerekir. Bundan başka Türkiye’de ne Kürdistan, ne de Ermenistan yoktur. Kürtler tamamen öz vatandaşlarımızdır. Bu sebepten dolayı muzır bir maksat için asılmış olan bu haritayı tasvip etmediğimden size istediğim ziyareti iptal ediyorum.”
Gördüğü bu manzarayı, dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a 1966’da yazdığı bir raporla belirttiğini ifade eden Korgeneral Güventürk, bölgede yaptığı incelemelerde Amerikan hemşirelerin faaliyetlerine de dikkat çeker:
“Kolordu komutanlığına yeni geldiğim sırada, 2. Ordu emrinde 2 saat kaldıktan sonra kolordu emrine giren bir İngiliz tuğgeneralin komutasında olan karışık bir tugay, Diyarbakır bölgesine geldi. Bu tugayın içinde bulunan Amerikan subay ve personelini, ayrıca kolordu bölgesinde yayılmış bulunan gönüllü Amerikan hemşirelerini gizlice incelettim. Bunların hepsinin, tamamen görevleri haricinde olmak üzere halkla ilişki kurduklarını ve onlara Türkleri sevip sevmediklerini, durumlarından memnun olup olmadıklarını sorduklarını çeşitli kaynaklar vasıtasıyla tespit ettim. Bunlardan başka, balık avı ve dağ keçisi avı bahanesiyle çeşitli rütbelerde Amerikan generallerinin de o bölgeye geldiklerini, halkla konuştuklarını, hangi madenlerin nerede bulunduğuna dair araştırma yaptıklarını, gezdikleri yerlerden numûne topladıklarını, Türk birliklerinin nerelere yerleştirildiklerini tahkik ettiklerini tespit ettim. Sayın Cumhurbaşkanım, edindiğim kanaat odur ki, müttefikimiz olan Amerika bize kendi çıkarının dışında hiçbir zaman dost değildir. Hiçbir zaman tatminkâr olmayan maddi yardımları ile bizi oyalamakta, fakat günün birinde sanayileşmiş, nüfusu artmış bir Türkiye’nin ister istemez Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin dışına çıkıp petrol sahalarında Ortadoğu Bölgesi’nde hâkimiyet kuracağından endişe ettikleri için Güneydoğu Bölgesi’nde tampon olacak ve her zaman kolaylıkla sömürecekleri bir Kürt Devleti’nin kurulmasını arzu etmektedirler.”*
akepekakanın kurduruluşu!
TC Orhan Kiliçoğlu
8 dk.
AKP, OKYANUS ÖTESİ ABD PROJESİDİR
28 ŞUBAT SÜRECİNİ CİA PLANLADI VE AKP İKTİDAR OLDU
Yıllar sonra Kılıçdaroğlu'da ABD'ye bir ekip göndererek ''AKP'yi bırakın benimle çalışın, ben ABD'yi Erdoğan'dan daha çok memnun ederim'' diye çok yalvardı.
ÖNCE KISA BİR NOT:
''28 Şubatçı Paşalarla, önce İmam- Hatiplilere, Başörtülülere, Kur’an kurslarına ve tarikatlara, rol gereği çeşitli baskılar yapılarak devletle araları açıldıktan sonra, daha önce okuduğu bir şiirden dolayı senaryo gereği mahkum edilen Erdoğan, bu küskün yığınların kurtarıcı diye sarılacağı bir kahraman haline sokulup piyasaya sürüldü. Sonrası ise malum''
28 Şubat süreci, tek başına ele alınamaz. GRAHAM FULLER ve PAUL HENZE, 1980’li yıllardan itibaren, “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslam’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir” demeye başlamıştı.
Refah Partisi’nden bir Yenilikçiler hareketi doğmasını isteyen ve bu amaçla 1996 yılında partinin Topkapı’daki il merkezinde Abdullah Gül’e tavsiyelerde bulunan kişi, CIA İSTASYON ŞEFİ GRAHAM FULLER’DİR!
Hatta 1996 yılında, Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olacağını bile söylüyorlardı.
DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül, ABD’de CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman ile görüşmüştü.
Tayyip Erdoğan’da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz ile görüşmüş ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmişti.
BURASI ÇOK ÖNEMLİ;
Erbakan Hocanın partisi bizzat Erdoğan- Gül ve diğer arkadaşları tarafından kapattırılmıştır. Sebebi ise, yenilikçiler şöyle düşündüler; Erbakan'dan ayrılarak parti kurarsak ömrümüz kısa olur, en iyisi Erbakan'ın partisinin kapatılmasıdır. Parti kapatmayı yasaklayacak olan yasanın çıkmasını oylarıyla ret ettiler.
ERDOĞAN, BU DÖNEMDE KİMLERLE GÖRÜŞÜYORDU;
Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton,
ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins,
ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens,
Ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu!
Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına, “Erdoğan’ın yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği yolunda garanti verdiği” şeklinde yansımıştı.
Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu!
ABD- CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağını ve ’Yenilikçi Hareket’in ılımlı İslam’a liderlik yapacağını söylüyordu!
Sonunda, Tayyip Erdoğan’ın önündeki bütün yasal engeller, sihirli bir dokunuşla kaldırıldı. Erdoğan, gayrimeşru bir ara seçimle TBMM’ye sokularak, AKP’nin başına getirildi.
Bu arada AKP’nin parti programı, yerel yönetimlere özerklik vermeyi öngören gizli bir CFR memorandumundan aynen kopyalanıp hazırlanmıştı. AKP, CFR’nin verdiği gizli programla kurulmuştu! ABD adına, Dinesh D’Souza’nın “Biz İslam köktenciliğini dönüştürmeliyiz, Onları liberalleştirmeliyiz” diye başlattığı fikir jimnastiği, Türkiye’yi ’’Truva Atı’’ olarak kullanarak bütün Orta Doğu’yu işgal etme girişimine işte böyle dönüştürüldü. Nitekim Fuller, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” diye kitap yazarak, Türkiye’yi Türk devleti olmaktan çıkarma projesini Osmanlıcılık diye gösterecekti.
''ONE MİNUTE'' BİR TİYATRO İDİ
“One minute” tiyatrosu çirkin bir oyundu.
Bu One minute gibi gösterilerin, Erdoğan’ın İslam dünyasında liderliğini sağlamak için İsrail ile birlikte planlandığı aşikârdır.
NE DEMİŞTİ İSRAİLLİ BAKAN;
Erdoğan içeride güç kaybına uğradı, ona düşük profilli bir itibar kazandırmamız gerekiyor ki seçimlerde oy kaybı yaşamasın.
Bu tablodan anlaşılıyor ki, 28 Şubat süreci de aynı şekilde planlandı ve sahneye konuldu.
28 ŞUBAT, CİA TARAFINDAN PLANLANMIŞTIR.
GAYE ABDULLAH GÜL- ERDOĞAN İKİLİSİNİ İKTİDARA TAŞIMAKTI.
VE TAŞIDILAR.
DİYORUM Kİ
28 Şubatçı Paşalarla, önce İmam- Hatiplilere, Başörtülülere, Kur’an kurslarına ve tarikatlara, rol gereği çeşitli baskılar yapılarak devletle araları açıldıktan sonra, daha önce okuduğu bir şiirden dolayı senaryo gereği mahkum edilen Erdoğan, bu küskün yığınların, kurtarıcı diye sarılacağı bir kahraman haline sokulup piyasaya sürüldü. Sonrası malum.
Bilindiği üzere 28 Şubatçılar işe Erbakan Hocanın, muhafazakâr kesim nezdinde ki otoritesini ve kredisini sarsarak başladılar. Bundan gayeleri; başka ümitleri kalmayan muhafazakârlar kurtarıcı diye önlerine konulacak olan Erdoğan'a kolay ısınıp ve onu var güçleriyle desteklemeleriydi.
28 Şubatçı Paşalara ne yapıldı?
Sadece alınıp salıverildiler.
28 Şubat’ın mimarlarından olan ÇEVİK BİR PAŞA, Erdoğan’a danışmanlık yaptı.
İlk İsrail ziyaretinde AKP li Bakan ALİ BABACAN’A eşlik ve kılavuzluk yaptı.
Bunlar basında çarşaf çarşaf yazıldı ve çizildi.
5 Temmuz 2015
ORHAN KILIÇOĞLU
23 Ağustos 2015 Pazar
22 Ağustos 2015 Cumartesi
HAYAT 5 TOPLA OYNANIYOR..
"HAYAT, havaya attığımız 5 topla oynanan bir oyundur.
Bu toplardan sadece bir tanesi lastiktir, diğer toplar ise camdandır.
Bu toplar;
*işimizi*,
*ailemizi*,
*sağlığımızı*,
*dostlarımızı * ve
*benliğimizi temsil etmektedir.
Bu 5 top içinde bir tek İŞİMİZ lastik toptur.
Onu düşürürsek zıplatabiliriz.
Ancak diğer 4 top camdan yapıldığından, düşerse kırılırlar ve yerlerine konulamazlar.
Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız.
Oysa hepimiz,
O lastik topu tutabilmek uğruna, diğerlerini kırıp dökeriz.
Dostlarınızı çantada keklik sanmayın.
Sıkıca sarılın onlara, tıpkı hayata sarıldığınız gibi.
Çünkü onlarsız hayat anlamsızdır.
Hayatı çok hızlı koşmayın.
Nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.
Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın."
15 Ağustos 2015 Cumartesi
13 Ağustos 2015 Perşembe
erdoğanlar e akıl hastanesi
Adı, Ali Erdoğan.
Recep Tayyip Erdoğan’ın amcasının oğlu.
Baş koruması.
Erdoğan’ın yanından bir an bile ayrılmıyor.
Sanırım, gözlerden kaçtı.
Ali Erdoğan bir süre Erdoğan’ın yanından ayrılmak zorunda kaldı. Çünkü…
Hastaneye yatırıldı.
Psikolojik tedavi gördü.
Aradan epey zaman geçti…
Onca araştırma sonucunda Ali Erdoğan’a bir türlü teşhis konamadı!
Taburcu edildi.
İlginç…
Tarih: 27 Temmuz 2015.
Cemaat’ten ayrılan ve Fethullah Gülen aleyhine açıklamalarıyla gündeme gelen Zaman gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce, Beyaz tv’de katıldığı programda şunları söyledi:
“Beni ikna etmek için, Cemaat’in tepesinden iki isim evime geldi. ‘Erdoğan 30 Mart 2014’teki yerel seçimleri göremeyecek. Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak, ya da intihar edecek’ dedi. Bu gazetelerde ve televizyonlarda yer almadı. Ben hayretler içerisindeyim. Diyorum ki; Tayyip Erdoğan gibi birisi namazlı niyazlı, imam hatip mezunu neden intihar etsin?’ Onlar da ‘Çünkü çok gizli çekilmiş videolar var’ dediler. ‘Bu gizli çekimleri kim yapıyor?’ dedim. Ağzından kaçırdı; ‘40 koruma polisinin 25’i bizim
arkadaşımız’ diye konuştu.”
Gülerce’nin bir cümlesinin altını çiziyorum:
“Erdoğan akıl hastanesine kapatılacaktı!”
Devam edelim…
Çünkü bu cemaat’in ilk operasyonu değildi.
Gizli rapor
Emniyet Genel Müdürlüğü; Fethullah Gülen Terör Örgütü soruşturmasını yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı üzerine 53 sayfalık bir rapor hazırladı.
“Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet yapılanması (FETÖ/PDY)” konulu rapor, dört başlıktan oluştu: “FETÖ/PDY”, “Terörizm ve Genel Hususlar”, “Ayrıntılı İnceleme”, “Netice ve Kanaat.”
Genel Müdür Yardımcısı Zeki Çatalkaya imzalı 543-40025 sayılı “Gizli Rapor”da; Fethullah Gülen’in en yakınında bulunan ve raporda X olarak gösterilen kişinin ifadesinde önemli ayrıntı vardı.
X’e göre, sağlık sorunları nedeniyle hastaneye kaldırılan Erdoğan öldürülmek istenmişti ve bu suikast, MİT Müsteşarı Hakan Fidan tarafından engellenmişti!
Evet…
Erdoğan, 10 Şubat ve 26 Kasım 2011’de son derece gizlilik içinde iki kez ameliyat oldu.
Bakın o günlerde neler oldu:
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç açık açık “Recep Tayyip Erdoğan’a biat etmem; etsem Erbakan Hoca’ya ederdim” dedi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ilk kez Erdoğan’ın istediğine karşı çıkarak Şike Yasası’nı onaylamadı, geri gönderdi.
Taha Akyol; daha cumhurbaşkanlığı süresinin bitmesine dört yıl varken Abdullah Gül’ün başbakan olacağını, Recep Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkacağını yazarak, kendince ileriye dönük stratejik analiz yaptı. Üstelik bunu yazdığı günün akşamı da CNN Türk’e çıkıp sözlerini tekrarladı. “Gül’cü” Taha Akyol’un bu ileriye dönük tespit zamanlamasının Erdoğan’ın ameliyat dönemine denk gelmesi manidardı.
Bu nedenle…
Ağır ameliyattan 21 gün sonra Erdoğan Ankara’ya döndü. Esenboğa Havalimanı’ndaki coşkulu karşılama sonucu Emine Erdoğan duygusal boşalma yaşadı ve ağladı. Sebebi, eşinin arkadan bıçaklanmak istenmesiydi!..
Neler oluyordu?
Gözden kaçmasın
Evet, neler oluyordu?
Erdoğan’ın ameliyatlar olduğu 2011 yılını hatırlamamız gerekiyor:
14 Şubat’ta Odatv’ye/gazetecilere yönelik operasyon tepki gördü.
Operasyonu yürüten polis müdürü Ali Fuat Yılmazer kızağa çekildi.
Hemen ardından bu soruşturmayı yürüten savcı Zekeriya Öz de kızağa alındı.
12 Haziran 2011 Genel Seçimleri öncesi Erdoğan, Cemaat’in 150 aday adayını tırpana uğrattı; sadece bir elin parmağı geçmeyecek kadar Cemaatci’yi milletvekili yaptı.
Cemaat kılıcı çekti:
Erdoğan’ı hedefleyen Deniz Feneri Operasyonu başladı.
Erdoğan’ı hedefleyen PKK ve MİT arasındaki Oslo görüşmeleri sızdırıldı.
Erdoğan’ı hedefleyen Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile Belge Yayınları yetkilisi Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu 44 kişi KCK operasyonu kapsamında tutuklandı. Ardından Kürt avukatlar hapse atıldı.
Erdoğan’ı hedefleyen Aziz Yıldırım ve Cübbeli Ahmet Hoca gibi isimlere operasyon yapıldı.
Ve… 7 Şubat 2012’de MİT’e yönelik Cemaat operasyonuyla kavga geri dönülemez noktaya geldi…
Yukarıda yazdığım “ameliyatta suikast” meselesini bu bilgiler ışığında bir daha okuyunuz.
Çünkü; bana artık sormayınız:
“Sizi Silivri zindanına atan eski savcı Zekeriya Öz tutuklanacağını anlayınca yurtdışına kaçtı; bunu yazacak mısınız?”
Yanıtım belli, “hayır!”
Zekeriya Öz piyondu; yazılması gereken başkası; Fethullah Gülen!
Ve arkasındaki büyük güçler…
Gülen’in TV gücü
Şunu da soruyorlar…
Erdoğan-Gülen kavgası ne durumda?
Erdoğan kazanacak mı?
Yanıtı bir örnekle verip noktayı koyayım:
Ne diyorlar; Abdullah Öcalan terörist başı!
Bu nedenle ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla İmralı’da yatırıyorlar.
Peki.
Ne diyorlar; Fethullah Gülen terör örgütü başı!
Bu nedenle iddianame hazırlıyor; hakkında yakalama kararı çıkarıyor; kırmızı bültenle arıyorlar.
Güzel.
İmralı’daki Öcalan’la görüşme yapmaya kimlerin gideceğine, Öcalan’ın ne mesajlar vereceğine bile karışıyorlar. Keza…
İmralı tutanakları basına yansıyınca ortalığı birbirine katıyor; muhabirlerin, genel yayın yönetmeninin kellelerini istiyorlar.
Fakat.
Hakkında arama kararı bulunan terör örgütü lideri Fethullah Gülen, her gün Cemaat’in televizyon ekranlarından sesleniyor; konuşmalarıyla siyaset yapıyor; seslerini çıkarmıyorlar! Seyrediyorlar!
Niye?
Öyle ki…
Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının “beyin takımından” savcı Fikret Seçen’in akrabası olduğu için AKP’li Hayati Yazıcı’yı bile bakanlıktan aldı! Fakat…
AKP dışında Erdoğan’ın, -bilinenin aksine- gücü pek kimseye yetmiyor.
Erdoğan’ı kandırmaya devam ediyorlar!..
Zekeriya Öz’ler ayzbergin yüzü sadece…
Cemaat, zaman kazanmaya çalşıyor
12 Ağustos 2015 Çarşamba
islamda 10 yanlış ve doğrusu. ihsan eliaçık
Kuran’da kadının yeri ile ilgili doğru bilinen on yanlış… Sizlere bunlardan bahsedeceğim. Yaygın olan, doğru bilinen, öyle olduğu zannedilen, dindeki yeri bu olduğu varsayılan on büyük yanlış...
Birincisi: Havva’nın, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı iddiası... Milyonlarca dindar, kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına inanıyor. Aslında, Havva’nın Âdem’in kaburgasından yaratıldığı sözü, Kuran’da geçmiyor, Tevrat’ta geçiyor. Tevrat’taki yaratılış anlatısında, Allah önce Âdem’i yaratıyor. Tabiri caizse, insanı yaratırken Allah’ın zihninde kadının adı yok, düşünmüyor, kadın diye bir varlık aklına bile gelmiyor. Önce Âdem’i yaratıyor, sonra onu başıboş Dünyaya bırakıyor. Âdem, aylak aylak, sağda solda geziyor. Allah, sonra bakıyor ve diyor ki, ya hu bir şey unuttuk, bu Âdem çok yalnız kaldı, buna bir eğlence lazım. Allah’ın aklına, o nedenle kadını yaratmak geliyor. Ve Âdem’in kaburga kemiğinden alarak, etrafına et giydirerek, bir güzelce yaratıyor. Sonra da Havva’yı ona gönderiyor. Âdem’de, Havva’ya, o sen ne hoş şeysin böyle, nerden çıktın diyor. O da, ben Havva’yım, senin için yaratıldım diyor ve orada iş başlıyor. O gün bugündür, asıl olan erkek, onu eğlendirmek için, dünyadaki sıkıntısı alması için yaratılmış kadın söylemi, kaburga kemiği hikâyesi, her yana yayılmış vaziyette. Dini dünya, bunun böyle olduğuna inanıyor. Hıristiyanlar da, Yahudiler de, Budistlerde, Zerdüştlerde, bu anlatı hepsi var. Ama Kuran, önceki dinlerin reformcu devamı olduğu için, son hak din olduğu için, bu anlatıyı şu şekilde düzeltiyor: Nisa Suresi 1.ayeti: Allah sizi tek nefisten, tek bir özden, yarattı; ondan da bir çift var etti, onlardan da kadınlar ve erkekler türetip getirdi, diyor. Bu ayetteki söyleme göre, kadın ve erkek varlık sahnesine beraber çıkmışlardır. Eş olarak çıkmışlardır, zevç olarak çıkmışlardır. Yani, topraktan mı geldiler, sudan mı çıktılar, önceki bir kök atadan mı geldiler, maymundan mı dönüştüler, burası ayrıca bir tartışma konusudur ki evrimin de İslam’a aykırı bir tarafı yoktur. Her ne şekilde oldu ise, Nisa Suresi’nin 1.ayetine göre, kadın ve erkek varlık sahnesine beraberce çıkmışlardır, eş var olmuşlardır, hani, eşbaşkanlık var ya onun gibi. Dolayısı ile hayatı da berber göğüsleyeceklerdir. Birinin diğerine üstünlüğü değil, yaratılışta, varlık sahnesine, birbirine eşit çıkış söz konusudur. Bu söyleme göre (Nisa Suresi 1.ayetteki Kuran söylemi) bunun böyle olması gerekir ama önceki söyleme göre (Tevrat’taki yaratılış söylemine göre) asıl olan erkek olmuş oluyor. İş (yanlış) oradan başlıyor ve insanlar bir türlü, kadınlara doğru bakamıyor.
İkincisi: Erkeğin, evin reisi olduğu iddiası… Kuran’ Kerim’de, erkeğe reislik görevi verildiği iddia ediliyor. Bunun için de şu ayet delil gösteriliyor ve deniliyor ki: (Nisa Suresi 34.ayette) [Er ricâlu kavvâmûne alân-nisâ] Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır. Bu ayeti şöyle çeviriyorlar: Erkekler, kadınlar üzerinde reistir-yöneticidir. [Gavvam] kelimesini yönetici ve reis olarak çevirince de ne oluyor, kadın itaatkâr olacak, erkek ne derse o olacak, oluyor ve bir reislik kavramı üretiliyor. Oysaki ayette denmek istenen bu değildir. Arapçada “kame-game” ayağa kalktı, “kavvam-gavvam” da, çokça ayağa kalktı, demek. Ayeti tekrar çevirelim: Erkekler, kadınlar karşısında çokça ayağa kalkandır. Biraz sembolik bir tabir, bundan ne anladığınız üstüne düşünün. Erkekler, kadınlar karşısında çokça ayağa kalkandır dendiği zaman ne anlıyorsunuz? Yani, ilgi, nezaket, saygı, maddi ve manevi her türlü dertleri ile ilgilenme. Mesela, kadınla erkek karşılıklı oturuyorken, kadın elini başına götürse, erkek hemen, ne oldu, bir derdin mi var, gözün mü ağrıdı diyecek. Ne yazık ki tam tersi, böyle olan erkeklere toplumda ne deniyor, kılıbık deniyor, karısının dediğini tutan deniyor, hâlbuki Kuran, kavvam diyor, erkek çokça ayağa kalkandır diyor. Bunu tefsir ederken tam tersine çevirmişler, reis demişler. Kavvam nedir? “Reistir, kodun mu oturtandır.” Bunlar, müfessirlerin görüşleridir, ben size, kelimenin tam karşılığını aktarıyorum, yorumu boş verin. Kuran, hangi kelimeyi kullanıyor, o kelime ne anlama geliyor, sen ona bak! Allah’ın sözüne bak, yorumları boş ver. Size, dilin özünde yatan şeyi göstermeye çalışıyorum, yorumlardan kurtulduğunuzda, özün ne olduğunu anlayacaksınız.
Üçüncüsü: Kuran’ın, dört kadınla evlenmeye izin verdiği iddiası… Bu da, doğru bilinen yanlışlardan biridir. Kuran’ı Kerim’de, böyle bir şey yoktur! Ne vardır: dört kadınla evli olanın, dörtten üçe, ikiye ve nihayet bire indirmesini isteme vardır. (Nisa; 2-3). Düşünün, bu ayetlerin indiği toplumda, erkeklerin onar onbeşer karısı var, çok eşli, poligami bir toplum, orta tropikal kuşak, çöl içinde, Mekke ve Medine, Arap toplumu. Kadınlar savaşa katılmıyor, ganimetten pay getirmiyorlar, alınıyorlar, satılıyorlar, insan yerine konulmuyorlar, şahitlikleri kabul edilmiyor, mirastan pay verilmiyor. Ve her bir Arap erkeğinin on onbeş karısı var, cariyesi var, evlenmenin ve boşanmanın haddi hesabı yoktu, bugün evleniyor, yarın boşuyor, tekrar evleniyor, tekrar boşuyorlardı. Kadınlar mal gibi alınıyor satılıyorlardı. Kuran, böyle bir topluma gelmiş, böyle bir topluma hitap etmiş (seslenmiş). Mekke’nin nüfusu onbin idi, onbin de Medine’nin nüfusu vardı. Onbinlik Medine’de, yüzde doksandokuz virgül dokuzunun onar onbeşer karısı, cariyesi olan bir topluma gelen ayetler, dörde kadar evlenebilirsiniz der mi? Bu, akla, mantığa sığıyor mu? İnsanlar demez mi, benim zaten on tane karım var, nereye dört taneye kadar evlenebilirmişim. Toplumda, çok eşliliğin yarattığı bir sorun vardı. Haksızlıklara yol açıyor, kadınlar şikâyet ediyor, hatta erkekler de şikâyet ediyordu, bu kadar kadını geçindiremiyorum diyor, yetimlerin malından alıp, eşlerine harcamaya kalkıyorlardı. Bunların üzerine Nisa Suresi’ndeki ayetler geliyor ve diyor ki: Yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız, dörder üçer azaltarak evlenin, hatta bire indirin, sizin için bu daha hayırlıdır. Burada, çok eşliliğe teşvikte yoktur, ruhsatta yoktur! İzin de yoktur! Çok eşli olanların, tek eşli olmaları istenmektedir. Siz zaten tek eşli iseniz tamam, Kuran’ın dediğini yerine getirmişsiniz, siz, bu ayetin muhatabı değilsiniz. Bu ayet, hâlâ çok eşli olanlar varsa, onları muhatap alır. Gelin görün ki bu ayeti amuda kaldırmışlar. Kuran diyormuş ki, dörde kadar evlenebilirsiniz, hatta bazıları diyor ki, birer birer, üçer üçer, dörder dörder, dört kere dört, onaltıya kadar evlenebilirsiniz. Yani, ayetin amacı, maksadı tam tersine çevrilmiş vaziyette, tam tersine! Oysa çok eşli bir toplum, tek eşliliğe geçirilmek isteniyor. Kuran’ın siyasal, sosyal, kültürel amaçları, her alanda aynıdır. Mesela, zengin-yoksul uçurumu var, Kuran, zenginler yoksullara verecek ve bu uçurum ortadan kalkacak diyor, kısa bir süre içerisinde (biran evvel) zengin ve yoksul uçurumunu yok etmek istiyor. Efendi-köle ilişkisi vardı, Kuran, köleleri azat etmek suretiyle toplumu, efendi-köle toplumu olmaktan kurtarmak istiyor. Çok eşlilik sorunu vardı, Kuran, azaltmak suretiyle toplumu tek eşliliğe geçirmek istiyor. Yaratılıştaki, başlangıçtaki, (kadın ile erkeğin) eş olarak varlık sahnesine çıkmasını gerçekleştirmek istiyor. Kuran’ın ne yapmaya çalıştığı çok önemlidir.
Dördüncüsü: Kuran’ın, kadını dövün dediği iddiası… Bu da, doğru bilinen yanlışlardan biridir. Kuran, kadınları dövün demiyor! Böyle bir şey yok! Ama adam karısını dövüyor, biraz sıkıştırdığın zaman da, zaten Kuran’da da karınızı dövün diyor üstüme gelmeyin, diyor, karısına yönelik şiddetini bununla savunmaya kalkıyor. Oysaki Kuran diyor ki: (Nisa;34) Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşinizle, önce oturun konuşun, konuşun! Sonra, ev içinde odaları ayırın, bir müddet ayrı durun, yatak ayırma bu demektir. Sonra, ev içinde de beraber yaşayamaz hale gelmişseniz, bir müddet ayrı yaşayın, evleri ayırın. Sonra (eğer bunlardan şiddetli geçimsizliğinize çözüm üretememişseniz), her iki tarafında kabul ettiği, sözünü dinleyeceği hakemler, arayı bulacak kişiler çağırın. Beşinci aşama da, halen çözüm yolu bulamamışsanız boşanın: talak. Üçüncüdeki ön boşanma, beşindeki de ebedi boşanmadır. Kuran’daki “darabe” kelimesi, vurun, darp edin diye çevriliyor, hâlbuki bu kelimenin onyedi tane anlamı var ve bu anlamların bir tanesi de Kuran’ın kendi içinde, bir yerden, geçici bir süre ayrılık anlamında kullanılıyor. Mesela eğer memleketinizden geçici bir süre, bir yere ayrılırsanız, sefere çıkarsanız derken (Nisa; 101) “darabe” kökünü kullanıyor. Kuran demek ki bu kelimeyi, bir müddet, geçici ayrılık anlamında kullanıyor. Peygamber, hiçbir kadına, tekbir fiske vurmamıştır. Kadınlar, gelmişler, Peygamberin evinin etrafında toplanmışlar, kocalarımız bizi dövüyor, eve gitmeyeceğiz demişler, protesto yapmışlar, o gece mescitte yatmışlar. Sabah olunca da Peygamber bütün erkekleri çağırmış, karılarınızı niye dövüyorsunuz diye onlara, tabiri caizse, fırça atmış ve bu ümmetin hayırlıları, karılarını dövenler değildir demiş. Sonra, bunun üzerine bu ayet gelmiş. Yetmişbeş kadın, kocalarımız bizi dövüyor diye Peygambere sığınmış, bir de sorunu çözmek için gelen bu ayette, dövmeye devam edin diyecek öyle mi! Yahu zaten bu ayet, dövme sorununu çözmek için gelmiş! Hiçbir şekilde, dövmeye yönlendirmek söz konusu değildir. O zamanki toplum, aşağı yukarı bizim şuandaki topluma benziyor. Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyen bir toplum. Sahabe dahi kadınları dövmüş ki, kadınlar Peygambere sığınmışlar. Hz. Ömer’e rivayet edildiğine göre, Peygamber vefat edince, en fazla yetim kalan kadınlar oldu diyor; çünkü ne zaman kadınlara bir şey söylesek, bizi azarlayan ve kadınları savunan ayet gelirdi diyor. Hem Peygamber, hem Kuran ayetleri hep kadını savunmuştur. Kadın erkek ilişkilerine yönelik bütün ayetler, kadınları savunan ayetlerdir. Neden? Çünkü o günün ezilen kesimi onlardır. Ezilen kesim kimse, Kuran onları savunur.
Beşincisi: Kuran’da cariyelik öngörüldüğü iddiasıdır... Cariye, bir savaşta esir alınan kadın demek. Savaş esirlerinde erkek köle, kadın cariye oluyordu. Kadın köleye cariye deniyordu. Cariye kelimesi, cereyan kelimesinden geliyor, cereyan, akan demektir. Cereyan gibi oradan oraya giriyor, çıkıyor, elden ele dolanıyor yani. Cariye de elden ele dolaşan kadın demektir. “Cariye ile evlenmeye gerek yoktur.” Romalılarda, Sasanilelerde, cariyelik hukuku böyle gelişmiştir. Askerler gider savaş yaparlar, erkekleri öldürürler, kadınları da, kendilerine cariye yaparlar. Bir de, erkekler borçlarını ödeyemedikleri zaman, karıları ve kızları, borçlu olduğu kimseye cariye olurdu. Cariyeliğin iki yolu: savaş ve borç! İslam, kadınları ve erkekleri bundan kurtardı, böyle bir şey olmaz! dedi. Kadınlar veya erkekler, savaşta ele geçirildiği takdirde, Muhammed Suresi 4.ayete göre, iki şey yapılır. Bir: tazminat karşılığı salıverilirler. Yani, adamlar saldırmış ve zarar vermişlerdir, sen de onları yakalamışsındır; bir: verdiği zararı ödettirebilirsin; iki: bu tazminatı almaksızın serbest bırakacaksın. Fidyeli veya fidyesiz, tazminatlı veya tazminatsız, Kuran, serbest bırakın diyor, Muhammed Suresi 4. ayet. Burada nerede cariye yapmak, nerede köle yapmak? Kölelik ve cariyelik zaten toplumda vardı ve İslam, bunu kaldırmak istiyor. Diyor ki, esir kadınlarla, kendilerinin rızasını alarak, velilerine haber vererek, mehirlerini ödeyerek, yani, masraflarını karşılayarak, gizli birlikteliğe kalkışmamaları ve iffetli yaşamaları şartıyla, nikâhlanabilirsiniz diyor. (Nisa; 25). Kiminle? Esir durumda olan kadınlarla. Bu pek görülmemiş bir şeydir, filmlerde olur ama diyelim ki denk geldi, esir kampında bir kadınla, orada nöbet tutan bir asker birbirine âşık oldu, ne yapacağız? Öyle esirdir diye, gidip de kadını cariye falan yapamazsın, ilişkiye giremezsin, elini süremezsin! Haysiyeti vardır, onuru vardır, şerefi vardır! Gideceksin, o dört şeyi, yerine getireceksin. Onun rızasını alacaksın; o, yok, olmaz derse olmaz; anne babasının rızasını alacaksın; masraflarını karşılayacaksın. İşte o zaman esir kampından çıkarılır, düğünleri yapılır ve topluma karışırlar. Bunun dışında, kadın savaşta esir düştü, git pazardan kadın satın al, bunların hiçbirinin Kuran’la alakası yoktur! Hiçbirinin!
Altıncısı: Kur’an’da şahitlik ve mirasta kadın ½ yarım görüyor iddiası… Deniliyor ki, Kuran, kadınları yarım görmektedir. Onlara, şahitlikte yarım hak vermektedir, bir erkeğe karşılık, iki kadın istemektedir ve yine mirasta, iki tane erkeğe bir tane kadına vermektedir, dolayısı ile Kuran, kadını, erkeğin yarısı olarak görüyor, kadın erkek eşit görülmüyor deniliyor. Külliyen yanlış! Kuran’da yedi yerde şahitlik konu ediliyor, bunu altısında, şahidin cinsiyeti belirtilmiyor. Mesela birinde diyor ki, zina edildiğini ispat etmek için dört tane şahit getirin. Bu şahitler erkek mi olacak, kadın mı olacak söylemiyor. Bu şahitlerin hepsi erkek de olabilir, hepsi kadın da olabilir. Şahitlik konusunun yedincisinde, diyor ki, iki erkek, bir de kadın şahit olsun. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz. Demek ki, bu ayetleri gönderen iradenin, cinsiyetçilik yapmak gibi bir derdi yok. Eğer olsa idi, yedi yerde de ayırım yapması gerekirdi. Neden diğerlerinde cinsiyet bildirmiyor da, yedinci yerde bildiriyor? Yedinci yer, borçlanma ile ilgilidir, borç yazma ile ilgilidir, konu, ekonomik, iktisadi bir konudur. Kadın o dönemde ekonominin, iktisadın içinde değildi. Savaşa çıkmazlar, savaşta ganimet elde etmezler, savaşta ganimet elde etmedikleri için de, adam yerine konulmazlardı; çünkü adam olmanın (insan olmanın) yegâne geçer akçesi, bir atın üstüne binip, kılıç sallayıp ganimet getirmekti; kadınlar savaşa çıkmıyor, tam tersi, savaşta esir alınıyorlardı. Dolayısı ile bu, konunun uzmanı olmayan bir kişi ile konunun uzmanı olan iki kişi şahit olsun demektir. Diyelim ki, bir tane konunun profesörü ile yoldan geçen herhangi üç kişi buna şahit olsun demek gibidir. Böyle dediğimde, profesörü diğer üç kişiye üstün gördüğüm, onları eşit görmediğim anlamına mı gelir; hayır, olay bunu gerektiriyordur, hepsi bu. Konuyu bilenle bilmeyenin eşit olmaması, hak bakımından eşit olmamak değildir, bilmek ve bilmemekle ilgilidir. Miras konusunda da durum böyledir. Kadınlar mirastan hiç pay alamamaktaydılar. Kuran diyor ki, kadınlara da mirastan pay vereceksin, bu ayet üzerine erkekler küplere biniyor. Bu miras işi nasıl olacak, ihtiyacı olana vereceğiz, şeriatın maksadı budur, Kuran’ın ne yapmaya çalıştığı önemlidir. Bakacağız, kimin bu mirasa ihtiyacı varsa ona vereceğiz, kadın daha çok ihtiyaç sahibi ise ona, erkeğinki çoksa ona vereceğiz, cinsiyet ayrımı yapmayacağız. Kuran’da anlatılmak istene tam da budur.
Yedincisi: Peygamberin, altı veya dokuz yaşındaki Ayşe ile evlendiği iddiası... Doğru bilinen yanlışlardan bir tanesi de budur. Buradan yola çıkılarak deniliyor ki, İslam Peygamberi, çocuk yaşta bir kızla evlenmiştir, yaşı altı idi veya dokuz idi diyorlar. Bu, iki açıdan yanlış; bunu ispat ediyoruz. Bir, matematiksel açıdan: Hz. Ayşe ve ablası Esma, ikisi, Hz. Ebu Bekir’in kızlarıdır. Esma, yüz yaşında, yetmişüçüncü hicri yılda ölmüştür. Yani, Medine’ye geldiklerinde, 100-23=27 yaşındadır. Ayşe, Esma’dan on yaş küçüktür, yani 17 yaşındadır, en az 17 yaşında. İkincisi, o zamanlar Araplar arasında bir gelenek var. Araplar kadınların yaşını, dünyaya geldiklerine göre değil, ay hali gördükleri, regl oldukları yıla göre söylerlerdi. Ayşe, Peygamber benimle evlendiğinde, 6. veya 9. yılımdaydım demesi, Peygamber benimle evlendiğinde, aybaşı hali görmeye başlayalı 6 veya 9 yıl olmuştu demektir. Dolayısı ile Ayşe 12+6=18 veya 12+9=21 yaşında demektir. Peygamber, Ayşe ile evlendiğinde, Ayşe en az 17 veya 21 yaşındadır. Ayşe, genç bir kızdır ve Peygamberden önce de başka biri ile nişanlılık dönemi geçirmiştir. Peygamberlik inince, “Ayşe’nin babası (Ebubekr) dinimizden çıktı” diye Ayşe’nin nişanı bozuluyor, bundan sonra Peygamber ile evleniyor. Yani Ayşe, başından nişanlılık geçmiş bir yetişkindi, çocuk değildi.
Sekizincisi: Muta nikâhına cevaz verildiği iddiası… Kuran’ı Kerim’de geçici nikah diye bir şey yoktur. Dünyada kadim nikâh ne ise, Kuran’da da nikâh odur, yetişkin bir kadın ve bir erkek, çeşitli yollarla (örf, adet, gelenekle) evlenirler. Birlikteliklerini böylece topluma ilan ederler. Bunlar karı kocadır, şu evde yaşarlar, şunlar onların çocuklarıdır, nikâh budur. Geçici nikâh demek, bir kadınla on günlüğüne, onbeş günlüğüne, yirmi günlüğüne, evlenmek, iki kişiyi de buna şahit tutmak demektir. Üç gün sonra gidiyorsun, başka birisi ile iki gün, başka birisi ile iki saat, başka birisi ile yedi gün. Böyle geçici “nikâh”lar yapılıyor. Bu da cahiliye Arapları arasında bir evlenme türüydü, bunlar vardı, İslam bunu kaldırmıştır! Kuran’da böyle bir nikâh söz konu değildir! Eğer eşinle anlaşamıyorsan boşanacaksın, sonra gidip başka birisi ile evleneceksin, ikisiyle, üçüyle aynı anda evli olmayacaksın. Evli olduğunla anlaşamıyorsan boşanacaksın, bu kadar, bu insanlıkta böyle olmuyor mu, Kuran’da bundan başka bir şey yok!
Dokuzuncusu: Kuran’ın kendini teşhir eden kadına, tacizi hak gördüğü iddiası… “O da açık giyinmeseydi” “o da kuyruğunu sallamasaydı” “o da tahrik etmese idi” diyerek, tacize, şiddete ve tecavüze yol veriliyor. Bunun, Kuran’da aslı, astarı yoktur! Kuran’ın bu husustaki söylediği söz şudur: Mümin erkeklere söyle, gözlerini çevirsinler ve bacak aralarına-ferçlerine hâkim olsunlar (Nur; 30). Yani, erkeklere, nefislerine hâkim olsunlar, gözleri öbür tarafa çevirsinler diyor. Önünden kadın çırılçıplak gitse, gözünü çevireceksin ve nefsine hâkim olacaksın, Kuran erkekten bunu istiyor. Kadının böyle dolaşması kendi sorunudur, bu sana, taciz, tecavüz, şiddet hakkı vermez ama kapitalist teşhir de onaylanmaz. Kadının bedeni reklam amacıyla, bedenini metalaştırmak sureti ile araba reklamından, inşaat reklamına, bisküviden çikolataya, her yerde kullanıyor; işte bu, kapitalist teşhirdir. Kapitalistlerin kâr hırsına, kadınlar, kadınlıklarını, bedenlerini alet etmemeli, ettirmemelidirler. Kuran’ı Kerim bu hususta diyor ki, dışarı çıkarken, üzerinize örtü alın, cahiliye dönemi kadınları gibi yürümeyin, konuşurken düzgün konuşun ve gözlerinizi harama bakmaktan sakının. Yani, insanlar hakkında iyi düşünün, her gördüğünüz kadına asılmaya kalkmayın, medeni ve centilmen ilişkiler kurmalısınız. Kadınlarla erkekler bir arada olacaklar ama gayet medeni ve centilmen ilişkiler kuracaklar, Kuran’ın istediği şey budur. Yine Kuran diyor ki, Allah’la ve Peygamberle alay edilirse, alay edilen yerden uzaklaşın, söz değiştirilinceye kadar, orada oturmayın, söz değiştirilirse, tekrar gelip oturabilirsiniz. (Nisa; 140). Bakın, ne kadar centilmence bir tavır. Fakat IŞİD’ci ne yapıyor, karikatür yaptı diye, Charlie Hebdo dergisini basıp, oradaki 12 kişiyi kurşun yağmuruna tutup öldürüyor. Aman Allah’ım! Kuran’ı Kerim bize, Hz. Yusuf’u örnek gösteriyor. Bırak Hz. Yusuf’un kadını taciz etmesini, kadın Hz. Yusuf’u taciz etti, hatta arkasından gömleğini yırttı, gel diye. Bun rağmen Hz. Yusuf ne yaptı, gözünü çevirdi ve nefsine hâkim oldu. Erkek dediğin budur! Öbürü, erkeklik falan değildir.
Onuncusu: Kuran’ın, kadınlara evlerinde otursunlar dediği iddiası... Bunları çok duydunuz değil mi, her söylediğimde, a evet diyorsunuzdur. Kuran diyormuş ki, kadınlar evlerinde otursunlar, kadının yeri, evidir. Bunun, Kuran’da bir yeri yok! Ne diyor Kuran? Ahzab Suresi 33. Ayet: [Ve karne fî buyûtikunne] evlerinde vakarlı olsunlar. Bunu şöyle çeviriyorlar: evlerinde vakarla otursunlar. Dışarı çıktıklarında örtülerini üzerlerine alsınlar, konuştuklarında düzgün konuşsunlar, yürüdüklerinde düzgün yürüsünler dediğine göre, demek ki kadınlar dışarı çıkacak. Demek ki kadınlar, erkelerle bir arada olacak, demek ki kadınlar, erkeklerle konuşacak, demek ki yollarda yürüyecek. Ama vakarla yürüyecek. Bunların hepsini vakarla yapacak. Vakar, onur ve asalet demektir. Ayette, evlerinde onurlu ve asaletli olsunlar deniyor. Kuran, kapı çalındığında, misafirler geldiğinde, birini karşıladığında, onur ve asaletli olsunlar diyor, otursunlar, dışarı çıkmasınlar demiyor. Kuran’ı Kerim’de böyle bir şey söz konusu değil. Değerli kardeşlerim, sizlere, on tane, Kuran’da kadının yeri ile ilgili olarak doğru bilinen yanlışı anlattım. Bu liste biraz daha uzuyor, yaklaşık yirmibeş tanedir ama ben vaktimiz olmadığından on tanesini anlattım.
***
Soru: Örtünme nedir? Sizin (erkeklerin) saçınız ile benim (kadınların) saçım arasında ne fark var ki benim saçım beni cehenneme götürüyor?
Cevap: Evet, Kuran’ı Kerim, kadınlar dışarı çıktıklarında örtünsünler diyor. Veya mümin kadınlara söyle, örtülerini üzerlerine alsınlar diyor. Bunda maksat nedir? Saçlarını mı örtsünler diyor, saçlarından aşağıyı mı örtsünler diyor? Manto mu alsınlar, simsiyah bir çarşafa mı girsinler diyor? Ne demek isteniyor? Bunların hepsi muğlâktır, yani, kapalı ifadelerdir. Kuran’ı Kerim’in söylediği: mümin kadınlar, dışarı çıkarken, üzerlerine örtülerini alsınlar; üzerlerine bir örtü alarak çıksınlar. Bunu, kendilerini mümin hisseden kadınlar, nasıl algılıyorsa, nasıl hissediyorsa öyle yapacaklar. Mesela, şimdi burada başı örtülü bayanlar da var, başı açık olanlar da var, bana göre, hepsi de örtülüdür. Hepsi de, dışarı çıkarken üzerine bir örtü alarak dışarı çıkmıştır, Kuran da bunu söylüyor. Türkiye’de, baskılar şunlar bunlar çeşitli sebeplerden dolayı geniş bir kitle, İslamiyet’in şartını üç’e indirmiş vaziyette. “İslamiyet’in şartı üçtür, şu üç şeyi yapan kişi kurtulur.” Her yerde bunun aranması, her yerde bunun talep edilmesi gibi bir noktaya gelindi. Size bunu söyleyeceğim. Bir de, Kuran’da şiddetli ceza öngörülen üç şey vardır: öldürmeyeceksin, çalmayacaksın ve iftira atmayacaksın. Bu üçünün, Kuran’da somut cezası var, somut! Cezanın ne olduğu da mühim değil, cezai müeyyide öngörülüyor. Bir de zina etmeye ceza öngörülüyor. Cezai müeyyide öngörülmeyen, bunlar yapılmadığı takdirde cezası söz konusu olmayan ve fakat geniş bir kitle tarafından, nerdeyse diğerlerinden daha önemli bulunan ve İslam’ın şartı gibi algılanan üç şey var. Bir: beş vakit namaz kılacaksın, bunun birini kaçırdığın an “din yıkılır”, öyle inanılıyor. Peki, Kuran’da namaz kılmamanın cezası var mı? Yok. Kılmadığın zaman, geçip gittiği zaman, kazası var mı? Yok. Namazın vakti var mı? Muğlâk. Şekli var mı? Tam açıklanmamış. Buna rağmen, salât kelimesinin geçtiği her yere namaz diyerek, bunun dinin direği olduğu iddia ediliyor. Peygamberimiz, namaz dinin direğidir diye bir şey söylememiştir; salât dinin direğidir diye bir şey söylemiş olabilir. O halde salât nedir? Salât, destekleşmek, dayanışmak, yardımlaşmak demektir. Kuran’da 10 yerde namaz kelimesi geçer. 120 yerde yardımlaşmak dayanışmak anlamında salât geçmektedir (fakat salât, her yerde namaz diye çevrilmiştir). Yapmış olduğum Kuran çevirisinde, salât, zikir, tespih, hamd kelimeleri, güneşin hareketleri ile kullanıldığı yerlerde namaz anlamına gelmektedir, onun dışındaki salât kelimelerinin tamamı, hem ilmi hem mali olarak, yardımlaşma, dayanışma, destekleşme anlamına gelmektedir. Şunlar çok abartılmış vaziyettedir: Bir: beş vakit namaz kılacaksın; iki: saçının tek telini göstermeyeceksin; eğer gösterirsen seksenbin tane cezası vardır diye bir sürü de mitoloji uydurulmuş. Üçüncüsü de: içkiden bir damla almayacaksın “onu aldın mı yandın”. Bu üçünün de Kuran’da kendisi var da, cezası yok, cezası yok. Neden ceza öngörülmemiş? Çünkü eğer insanlar bunu yapacaksa (mesela namaz kılacaksa) gönüllü yapmalıdırlar. Bunlar, kulu ile Allah arasında olan bir şeydir. Sen aradan çekil! İnsanları rahat bırak, kendileri karar versinler. Ama diğer üçü, insan hakları ile ilgilidir. Öldüremezsin, iftira atamazsın ve çalamazsın! Bunları yaptığın zaman cezayı yersin! Çünkü bu, hak hukuk meselesidir, gönle bırakılamaz! Öbürleri gönülledir kardeşim, araya giremezsin! Kuran’ı Kerim’de saçları örtmekle ilgili geçen ifade [humr] kelimesidir, örtünmek anlamına gelir. Örtünmek ama nereyi örtünmek? Arapçada, örtünmekle ilgili 16 tane kelime var. Humr kelimesi, hem omzunu örtmek, hem de, başındaki örtüyü omuzların salmak anlamına geliyor. Kuran’ı Kerim, her iki anlama da gelen bir kelime kullanıyor. Bunu bilerek yapıyor, hem saçı örtmek, hem de omuzu örtmek manasına gelecek bir kelime kullanıyor. Neden? Sebep ne? Sebep: işte orada oturan iki bayanda olduğu gibi, başı açık ve başı örtük yan yana oturabilsin ve birbirlerini dinden dışlamasınlar diye. Şu halde boş yere, sen başını açtın, sen başını örttün, Kuran’da baş örtüsü vardı, yoktu diye tartışıp durmayınız. Birisi çıkar da burada başörtüsü kastediliyor derse, doğrudur; birisi çıkar da, burada omuz kastediliyor derse, o da doğrudur. Kuran, geniş bir alanda yürümemizi istiyor, bunu mesele yapmamamızı istiyor. İster başını ört ister başını aç, asıl mesel nedir; doğru musun, dürüst müsün, yalan söylüyor musun, komşunun dedikodusunu yapıyor musun, kul hakkı yiyor musun! Güzel ahlak sahibi misin, yoldaki taşı kaldırıyor musun? Mesele budur arkadaşlar. Biri bana, Allah’ın zati ve subiti sıfatlarını say diye soru sordu. Bu daha bunları bile sayamaz diye imtihan etmeye kalktı. Bizim dini çevrede bu böyledir, Allah’ın zati sıfatları subiti sıfatları, böyle uğraşıp dururlar. Allah görünmeyen bir varlık, zati sıfatını nerden biliyorsun, gittin sordun mu? Hepimiz Allah’a inanan insanlarız, Onun zatı üzerinde böyle tartışma yapmak boştur. Ben de bana bunu sorana bir ders bir ibret olsun diye, sana cevap vereceğim bak dinle dedim. Allah’ın zati ve subiti sıfatları dörttür. Bir: kırmızı ışıkta geçmeyeceksin! İki: sokağa tükürmeyeceksin! Üç: eve gidince karını dövmeyeceksin! Dört: yanında çalıştırdığın işçinin hakkını yemeyeceksin! Buyur.
Soru: Hz. Peygamber, Hz. Ayşe ile evlenirken 30 yaş farkı var, bu da iki eş için fazla bir yaş farkı değil mi?
Cevap: Ayşe, akıl baliğ, rüşt yaşına gelmiş bir kızdır. Tercihi genç kıza bırakmak ve onun rızasını almak gerekir. Zorla olmadığı takdirde, genç kıza sorulmadan olmadığı takdirde, kızın kendi rıza olduğu takdirde, bu, özgür iradeye girer, buna bir şey diyemeyiz. Ama toplumsal açıdan, bugün olsa mesela, insanlar bunu çok görebilirler. 18 yaşındaki bir kız, 55 yaşındaki bir adamla evleneceğim dese, aramızda aşk var dese, buna bir şey diyemeyiz. Ama toplum bunu çok görecektir, buna katlanabilecek misiniz dense, biz katlanacağız siz karışmayın derlerse, bize de yerimizde oturmak düşer. Peygamberin çok evlilik yapmış olması ile ilgili bir soru vardı, onu da yanıtlayayım. Ahzap Suresinde, Peygamberin evliliklerine müdahale edilmiştir. Denilmiştir ki: Bundan sonra, sana kadınlar helal değildir, başka evlilik yapmayacaksın. (Ahzep; 52) Peygamber de, evlilik yapmayı orada kesmiştir.
Soru: Ben Arapça bilmiyorum. Sanırım, Elmalılı Hamdi Yazır’ın çevirisindeydi, Kuran’da, sizin için göğüsleri diri genç kızlar sunacağız denmesi bir çeviri hatası mıdır?
Cevap: Bunu da yanlış çeviriyorlar. Orada (Nebe Suresi 33. Ayet) geçen ifade: [kevâkıbe etrâbâ]’dır. Toprağa doğru sarkan üzümler veya ileriye doğru yönelen şey, demektir. Orada (cennette), birbirlerine özlemle yönelen eşler olacak denmektedir. Hani filmlerin sonunda kızla erkek karşılıklı koşarlar, film orada biter ya, işte bu ifade, o karşılıklı koşuşu ifade ediyor. Birbirlerine özlemle yönelen, birbirlerini seven, birbirlerine aşk ile, sadakat ile bağlı eşler olacak diyor. Ne güzel söylüyor. Hepimizin özlemini söylüyor ve aslında bu dünyayı söylüyor. Dervişin fikri ne ise, zikri de o olur. Bunu şöyle düşünerek çeviriyorlar, bakın: ileriye doğru yönelmiş şey nedir? “İleriye doğru!” Kızın dik, tomurcuklanmış memesidir diyor. Adam kafasındakini çevirisine yansıtmış, Allah böyle bir şey söylemiyor. Huri de böyledir. Beyaz giyinen veya sohbet arkadaşı demektir. Onun için Havari denir. İsa’nın havarileri/hurileri yani sohbet arkadaşları vardır hepsi de erkektir. Huri’l-ıyn göz aydınlığı arkadaş/eş demektir. Mutlu çiftlerden bahsediyor. Erkeğe verilecek huriden değil…
11 Ağustos 2015 Salı
50 liranın üzerindeki
NE KURNAZLIK VAR YAA.
Cebinizde taşıdığınız 50 TL kağıt banknotlar üzerindeki "çok değerli" hanımefendinin kişiliği hakkında bilgi sahibi olalım !!!
Kimdir bu Fatma Aliye?!
İsterseniz biraz tanıyalım..
Fatma Aliye; tarihçi Ahmet Cevdet Paşa'nın iki kızından biri imiş..
13 yaşında tesettüre girmiş.
Uyduruk bir iki romanı varmış..
Peki, paralarımıza nasıl girdi bu hanım?..
Fatma Aliye'yi paralara yerleştiren neden'in onun romancılığı olduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz.
Asıl neden İslamcılığı ve ATATÜRK Devrimlerine karşı olması.
Fatma Aliye'nin tesettüre olan tutkusu yazılarına da yansımış…
Fatma Aliye Hanım, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yaptığı devrimleri bir türlü benimseyememiş.
Kısaca ATATÜRK düşmanı imiş…
Kendisinin, bir Osmanlı paşasının (Ahmet Cevdet Paşa) kızı olmasının bunda rolü var elbette.
Evinde çocuklarının ona yaşattığı sıkıntılar onu daha da İslam'a bağlamış olabilir.
Evden kaçan kızının, Katolik bir rahibe olması ve onu uzun yıllar boyunca bir servet harcayarak arayıp ta bulamamış olması kendisinde ağır bir travma meydana getirmiş olsa gerek. Hal böyle olunca da etki tepki yaratmış ve Fatma Aliye hanım, sımsıkı sarılmış muhafazakarlığına. Öyle ki tesettüre olan tutkusu yazılarına yansımış. Bir yazısında kadınların giyim tarzı konusunda şöyle diyor; "...İşte bu tuvaletin üzerine zinetten ari ve bolca bir şey giyilir ve saçlar da bir baş örtüsüyle örtülürse şeriata muvafık surette tesettür edilmiş olur."
"Uzak ülke" adlı romanında Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yaptığı yenilikler nedeniyle Fatma Aliye'nin ülkesine yabancılaştığı ve uzaklaştığı anlatılıyormuş bu kitapta…
Saltanatın kaldırılmasını, alfabenin değiştirilmesini ve padişahın düşürülmesini, Fatma Aliye Hanım asla kabul edememiş, Mustafa Kemal ATATÜRK'e hep karşı olmuş.
Aslında Cumhuriyetimizin yetiştirmiş olduğu ve ilk’leri gerçekleştiren aşağıda isimlerini sayabileceğimiz birçok kadın olmasına rağmen Fatma Aliye hanımın resmi 50 TL’lik banknotun üstüne yerleştirilmiş:
İlk Kadın Tiyatro oyuncu – Afife Jale
İlk Kadın Profesör - Prof. Dr. Fazıla Şevket Giz
İlk Kadın Büyükelçi - Filiz Dinçmen
İlk Kadın Dünya Güzeli - Keriman Halis
İlk Kadın Fotoğrafçı - Semiha Es
İlk Kadın Hakim - Suat Berk
İlk Kadın Heykeltraş - Sabiha Bengütaş
İlk Kadın Jet Pilotu - Leman Altınçekiç
İlk Kadın Pilot - Sabiha Gökçen
İlk Kadın Bakan - Prof. Dr. Türkan Akyol
Hal böyle olunca, İLK’lere imza atmış bir yığın Türk Kadını varken “Neden Fatma Aliye?” sorusu, cevabını da kendi içinde barındırıyor sanırım. Şimdi anladınız mı, bunca Cumhuriyet kadını dururken Fatma Aliye Hanım'ın neden Paranın arka yüzüne oturtulduğunu?..
Okuyun ve çevrenize anlatın..
Bugüne kadar elde edemedikleri türban özgürlüğü nedeniyle kendilerini Türkiye'ye "uzak" bulanlar elbette Fatma Aliye Hanım'ın fotoğrafının oraya konmasından mutlu olacaklardır.
Hem ATATÜRK'ü paraların -hiç olmazsa- bir yüzünden çıkardılar.
Hem de onun yerine İslamcı bir kadını koydular.
13 yaşında tesettüre giren ve hayatı boyunca kapalı kalmış ama Merkez Bankası yetkilileri laik kesim tepki göstermesin diye resim de kadının başını açmışlar.
Resimde hanım açık…
AKP’ye yalakalık yapan Merkez Bankası yöneticileri, bu inceliği de göstererek, ayranımızı kabartmamışlar.
Aslında bence buna cesaret edemediler…
Ne kurnazlık değil mi?
türk mitolojisi
Ali ÖzAVRUPA TÜRK MiLLiYETÇi CEPHE
Yunan Mitolojisi, Mısır Mitolojisi, Orta Çağ Mitolojisi... Peki hiç Türk Mitolojisini duydunuz mu?
Gittikçe araplaştırılan tarihimiz ve kültürümüzün temelini oluşturan ve bir çoğumuza çoktan unutturulmuş olan bir kaç mitolojik karakter
-Erlik Han (Kötülüğün Efendisi)
Günümüzde iblis olarak kullanılan bir tür cin olmasına rağmen kötülüğü simgeleyen bir tanrı ruhudur. Altayların bir yaradılış efsanesine göre Erlik Han, dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış bunun sonucunda Tengri de onu ceza olarak yeraltı aleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüş bir tahtın üzerinde oturur. Emrinde dokuz semerli boğası olan Erlik Han yeraltı aleminde kendine koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır.
-Gezer Han
Gerçekleştirdiği akınlar ve yaptığı kahramanlıklar uzun destanlarda işlenmiştir. Tarihsel bir kişilik olduğu iddia edilmiş fakat bu ispatlanamamıştır. Mucizevi bir doğum sonucunda babasız olarak dünyaya gelmiştir. Türk destanlarındaki gibi yeraltına iner, geri dönmeyi başarır. Asıl adı Büke Beligte'dir. Tanrılar tarafından gökyüzünden yeryüzüne gönderildiğine inanılır.
-Gök Sakallı Hızır
Hızır anlayışı, Türklerde eski Türk düşüncesi ile bezenmiştir. Mitlerde kayın ağacından inip, insanlara yardım eden ve çocuklara ad veren "gök sakallı " veya "aksakallı" ihtiyarlar görürüz.Aksakallı yaşlılara ak-boz atlı tanıtması da eklenir. Altın sakallı "ay koca" olarak da tasvir edilir. Elinde hayvan başlı "çevgen" denen bir asa tutar, Ak-boz ata biner ve giyimi de aktır.
-Tulpar
Başkurt inançlarına göre Uçan At Tulpar'ın kanatlarını kimse göremez. Tulpar kanatlarını sadece karanlıkta, büyük engelleri veya mesafeleri aşarken açar. Eğer biri Tulpar'ın kanatları görürse, Tulpar'ın kaybolacağına inanılır.
-Kartal Ana
Yakut Türklerinin inanışlarına göre Şamanlar yeryüzüne kartal ana tarafından getirilmişlerdir. Er-Töştük destanında da kartal dişi olarak görünür. Kartal Yakutlara göre Güneşin sembolüdür. Yakutlar analarının bir kartaldan geldiğine inanırlar. Bundan dolayı Kartal "güneş kuşu" olarak da nitelendirilir. Kendi küllerinden doğan phoenix (Anka kuşu) daha genç olarak dünyaya gelir.
-Asena
Asena Türk mitolojisinde önemli bir rol oynayan efsanevi bir dişi kurttur. Efsaneye göre eski Türklerin en önemli hükümdarlarının mensubu olduğu Aşina, Zena, Asen ve Şunnu sülaleleri bu dişi kurt’dan üremiştir.
-Kuyaş Han
İngilizce kaynaklarda 'Güneş Tanrısı' olarak verildiği halde Türkçe kaynaklarda bu yöndeki bilgiler kaybolmuştur. Bu nedenledir ki günümüzde hakkında detaylı kayıt yoktur.
-Tengri Han (Gök Tanrı)
Tengricilik inancına göre doğadaki tüm nesneler birer tine (ruh) sahiptir (Animizm). Tengri bunların en yücesi, en büyükleridir. İklim doğrudan Tengri'nin isteğine göre değişir. Tengri, acunda (dünyada) dengenin yaratıcısı ve koruyucusudur ve iklimlerin doğal süreçleri, iklimlerin devinimleri onun tarafından sağlanır.
Diğer tanrısal varlıklar Tengrici toplumların mitolojilerinde ve kamlarının dualarında insanlara benzer kişiselleştirilmiş bir şekilde tarif edilir, ama Tengri kişiselleştirilmez; sadece zamansız ve sonsuz mavi Gök olarak anılır.
-Bay Ülgen
Ülgen Han göğün 16. katında, Altın Dağda ikamet eder ve Altın bir taht üzerinde oturur. Tahtı ay ve güneşin ötesindedir. Gök cisimlerini ve hava olaylarını yönetir. Ülgen Han ayrıca iyilik yapmayı da çok sever.
-Ak Ana
Henüz hiçbir şey yaratılmamışken ve yalnızca uçsuz bucaksız bir su varken, sonsuz sulardan çıkıp Tanrı Ülgen’e yaratma ilhamını vererek tekrar sulara dalmıştır. Işıktan (cisimsel olmayan) bir bedeni vardır. Başında gücü simgeleyen ve taca benzeyen zarif boynuzları bulunur. Alt kısmında denizkızı gibi çok uzun, hafif maviye çalan bir balık kuyruğu vardır. Etrafında denizyıldızları dolaşır. Hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek yaşam döngüsünü başlattığına inanılır.
-Kayra Han
Tanrıların en büyüğü ve en önemlisidir. Her şeyin yaratıcısıdır. Mutlak üstünlüğü vardır. Göğün 17. katında oturur. Diğer Tanrıları da o yaratmıştır. Bu anlamda diğer Tanrıların kendisiyle kıyaslandığında, emirlerini yerine getiren veya verdiği görevleri yineleyen birer melek konumunda olduğu yaklaşımı yanlış olmayacaktır. Ancak İslam öncesi Türk kültüründe melek veya benzeri bir kavram yer almadığı için bu sonuca yalnızca kıyaslama neticesinde ulaşılabilir. Evrenin yazgısını belirler. İyilik yönü ağır basar. Yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir ağaç (çam veya kayın) dikmiştir. Bu ağaç yerle göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı “Uluğ Kayın”dır. İnsanların atası olan dokuz kişi bu ağacın dallarından türemiş ve dokuz boy (dokuz ırk) bu kişilerin soyundan ortaya çıkmıştır.
(ALINTI)
10 Ağustos 2015 Pazartesi
ERMENİ KÜRT LER
prof. dr. yusuf halaçoğlu'nun ermeni soykırımı iddialarına yönelik bulunduğu açıklamadır.
--spoiler--
1915'te öldü denilen ermeniler türkiye'de kürt olarak yaşıyor.
işte kürt bilinen ünlü ermeniler !
kendilerini kürt aşireti diye tanitiyorlar
ermeni soykırımı iddialarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren halaçoğlu, şu anda türkiye'de yaşayan 20 kadar ermeni aşiretin kendilerini kürt aşireti olarak tanıttığını belirtti.
pkk 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan pkk lideri artin agopyan (apo) ermenidir.
"parmaksız zeki" kod adlı şemdin sakık, ermeni'dir. nenesinin ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
bölücü kürt partisi milletvekili sırrı sakık ermeni'dir.
bölücü kürt partisi sözde eş başkanı emine ayna, katıksız bir ermeni'dir.
pkknın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan "sürgünde kürdistan hükümeti" delegesi, 1959-silvan doğumlu semra bakır, ermenidir. semra'nın kardeşi orhan bakır'ın asıl adı armenak'tır. ermeni terör örgütü tikko mensubu idi, örgütün merkez komitesine kadar yükselen orhan bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.
1977-silvan doğumlu bülent bakır ermeni'dir.
"sürgündeki hükümet" delegesi meryem tabaş ermeni'dir. dedesi hokar, nenesi haykanuş'tur.
"zazan bertin" kod adlı 1980-silvan doğumlu ruşen tapancı ermeni'dir. dedesinin adı ohannis'tir. "mavi çarşı"nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu yusuf cihangir ermeni'dir. dedesinin adı vartan'dır.
1965-karakaçan doğumlu adnan dizin ermenidir. dedesinin adı kirkor'dur.
1970-siirt doğumlunihat türksoy, hiç de türk soylu değildir, ermeni dir. dedesinin adı serkis, nenesinin adı zerdo'dur.
1977-bozova doğumlu mehmet güzel ermeni'dir. dedesinin adı mıgırdıç, nenesinin adı ilsevik'tir.
"cihan" kod adlı, 1974-pertek doğumluakif yadigâroğulları ermeni'dir. büyük dedesi apkar, nenesi maryam'dır.
1973-ömerli doğumlu metin gümüş ermeni'dir. büyük dedesi artin, ninesi dihramdır.
1948-palu doğumluzülküf demirtaş ermenidir. bu hıristiyan herif, hadep imamlar birliği üyesi olmuştur!..
1978-silvan doğumlu sidar şimşek ermenidir. dehap ilçe teşkilatında görev yapmıştır. büyük dedesi bedros, nenesi luşindir.
1977-diyarbakır doğumlumehmet sami geniş ermenidir.
uyuşturucu madde kaçakçısıdır. yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeistanbul; 6.dgm mahkemesinde ck/405 ve ck/403: uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. büyük dedesi serkis, nenesi şuşidir.
1975-afşin doğumlu özgür erbil ermenidir. sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. almanyada, uyuşturucu tâciridir. büyük dedesi akup (agop), nenesi lüsyedir.
1977-silvan doğumlu orhan olsen ermenidir. büyük dedesinin adı iliyo, nenesinin adı maridir. sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-muş doğumlukutbettin akşula ermenidir. 1992 yılında muş ilinde pkk terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır büyük dedesi vartan, nenesi zelhadır. sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-yurtbeyi doğumlu barış başak ermenidir. büyük nenesinin adı kotinedir. dtp kurucu üyesidir.
1953-idil doğumlu abdülaziz özdemir ermenidir. dedesi yusuf, ninesi kazodur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-siverek doğumlulevent kayadağ ermenidir. dedesi migdat, ninesi havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-beştüşşebap doğumlu mehmet öztunç ermenidir. dedesinin adı musa, nenesinin adı mirandır. pkkya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra hadep antalya il kuruluna seçilmiştir.
1977-karayazı doğumlu idris sefilermenidir. terörden hapis yatmış, sonra bir ara konya hadep gençlik komitesi üyeliği yapmıştır.sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
idrisin akrabası ersin sefil de ermenidir. kuzey ırakta çatışmada öldürülmüştür.
1974-hazro doğumlu haci içerin hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, ermenidir. dedesi ali, nenesi guledir. hadep hazro ilçe yönetim kurulu üyesi idi. o da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-yaylayanı doğumludilâver öncü ermenidir. hadep konak şubesi yönetim kurulu üyesi idi. izmirde misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.
1965-firke doğumlu edip yıldız ermenidir. büyük dedesi gaço, nenesi rihandır. hadep parti meclisi üyesi idi. pkklı suçluların avukatlığını yapmaktadır. nevşehir e tipi cezaevinde yatan pkk terör örgütü mensubu nimet canın avukatlığını yapmıştır
1964-benek doğumlu haşim benek ermenidir. büyük dedesinin adı şiho, nenesinin adı kitrodur. 16.03.1985 günü şırnak ilçesi dereler köyü civarında, eşek mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve diyarbakır mahkemesinde ck/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. hapis yatmış, sonra dep antalya-muratpaşa belediye encümeni adayı olmuştur.
1954-kamberşeyh doğumlumahmut hakkı eşiyok ermenidir. büyük dedesinin adı hokar, nenesinin adı haykanuştur. hadep istanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-urfa doğumlu izzettin kalaycı ermenidir. 11.7.1986 tarihinde diyarbakır 1. as. mahkemesinde ck/168 : yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra şanlıurfa hadep il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde ankaradaki hadep 2. olağan kongresinde türk bayrağının indirilerek pkk bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-kölük doğumlumehmet cantekin ermenidir. büyük dedesi bedros, nenesi meryemdir. diyarbakır merkez kayapınar belediye başkanlığı yapan mehmet cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde diyarbakır hadep milletvekili adayı olmuştur. mehmet cantekin kulp karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü pkkya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında pkknın 1978′de kurulduğu diyarbakırın lice ilçesine bağlı fis köyünde dehap ve göç-der yöneticileri ile birlikte barış ağacı adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. törende bölücü başı öcalanı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-siirt doğumlumaruf altın ermenidir. büyük dedesi ohanis, ninesi poridir. ama babasının dönme adı hüseyin, anasının dönme adı nafiyedir. böylece pek çok kişinin yaptığı gibi ermeni olduklarını gizlemişlerdir. dep izmir-konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 eylül 1998 tarihinde tck 1 68 : yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
1973-urfa doğumlumehmet sait yalçın ermenidir. dedesi girbuş, ninesi vartidir. ancak babasının dönme adı mehmet kerim, anasının dönme adı mevludedir. 1997′deki bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-hazro doğumlu zanamazak yezidîdir.
1973-nusaybin doğumlumehmet zeki şaşmaz yezidîdir.
1971-nusaybin doğumluabdullah şaşmaz, kendini hiç de allahın kulu saymaz, yezidîdir.
1975-hazro doğumlu nevzat tedik yezidîdir. halit-revzete den olma nevzat tedikin nenesi hüsna tedik diyarbakır il teşkilatı hadep üyesi de olan pkknın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan nevzat tedik, 11 ekim 2001 tarihinde tck 1 68: yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
pkknın avrupadaki kasası nuriye kesbiryezidîdir. aynı zamanda kongra-gel pkknın cephe örgütü avrupa kürt demokratik toplum koordinasyonu (cdk) sözde meclis üyesidir. eylül 200 1 de hollandaya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-midyat doğumlu şevkiye atalan yezidîdir.
1966-midyat doğumlu fahrettin şahin yezidîdir.
adanada yakalanan pkklı canlı bomba hatice arat yezidîdir. dedesi hasso, nenesi meryem de yezidîdir.
1955-beşin doğumlu osman ergin yezidîdir. dtp merkez yönetim kurulu üyesidir.
batılıların aleyhimize kullanmak için sözüm ona türkler arasından seçtirdiği, avrupa parlamentosu üyesi feleknaz uca, yezidîdir.
feleknazın babası abdullah uca, yezidî kürdistan birliği başkanıdır, elbette o da yezidîdir. televizyonlarda boy gösteren metin uca nedir, size kalmış çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -midyat doğumlu seyithan alparsüryânîdir, yani seyyit peygamber torunu) falan değil, düpedüz hıristiyandır.
1976-midyat doğumlu metin kesenci süryânîdir. beth nehrin adlı süryânî ve asurî örgütünün kurucusudur.
1975-midyat doğumluadnan kesenci süryânîdir.
1983-nusaybin doğumlu bilal yürek süryânîdir.
1980-pervari doğumlu salih boğdu süryânîdir.
1937-ceylanpınar doğumlu şemsi emen süryânîdir. hadep üyesi idi.
1969-kurtalan doğumlu ihsan kaya süryânîdir. romanyada pkk insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. büyük dedesi görgis, nenesi şemunidir.
1962-siirt doğumlubasri kaysi süryânîdir. büyük dedesi gorgis, ninesi şemunidir. ihd siirt şubesi üyesi, ve dehap siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-siirt doğumluayhan kaysi süryânidir. büyük dedesi gorgis, ninesi şemunidir. pek çok olaya karışmış, 1997 de teslim olmuştur.
itirafçı olmuş, 1999 da tahliye edilmiştir.
1952-nusaybin doğumlu mehmet zeki kanşiray süryânîdir. büyük dedesi zeytun, ninesi meryemdir. izmir köy hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü bornova tarım ve orman bakanlığı izmir il müdürlüğü personeli maaşlarının silah zoruyla gasp edilmesi olayında tutuklanmıştır. hapis yatmış, sonra hadep gaziemir ilçesi yönetim kurulu üyesi olmuştur.
1968-derik doğumlu fethi oktay süryânîdir. dedesi turnas, nenesi mennuştur. 1997 de yakalanmış, müebbed hapse mahkûm olmuştur.
1948-palu doğumlu zülküf demirtaş ermenidir. büyük dedesi kinkos, ninesi nazlıdır. ikisi de ermeni idi.
hala bu ermenilerin peşinden giden kürtlere şaşarım.....
9 Ağustos 2015 Pazar
pekayı apo yu serbest yapmışlar
http://www.sarizeybekhaber.com.tr/arinc-in-itirafi-pkk-nin-bayragini-apo-posterini-serbest-biraktik-video,866.html
zeytinin teri. hayata dair. köy enstitüleri
Hayat Güzeldir, Meftun Alper ile birlikte
Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir'in
Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet
sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda su
kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe'ye
kadar gidebilmiştik.
Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden
pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak
birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde
söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık;Hüseyin amcayla.
Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini
söyledi.
Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere
dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. "motorun soğutma
sisteminde sorun görmediğinden" söz etti. Bir süre daha bakındı.
Sonra"buldum galiba" diye haykırdı.
"Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor
demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O
takdirde döşemelerin ıslak olmalı" dedi. Gerçekten de onca uzmanın
çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü.
Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden
araba hararet yapıyordu. Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici
bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.
Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını
gösterdi;
- Doktor musun?
- Evet.
- Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan
ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de
çayımızı içer soluklanırsınız.
Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir evdi.
Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve
menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım.
Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için izin istedi.
Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir
şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının
duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da
artmıştı.
Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli
ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege'nin köyleri nde
çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe'ye yerleştiğini anlattı.
Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla baş başa
yaşadığından dem vurdu.
- Neden buraya yerleştin?
- Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz,
unutuldu gitti. Ben Savaştepe köy enstitüsünün ilk mezunlarındanı m. Hasan
Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı. Burada
öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk
verdiğini.
Ayrılamadım buralardan.
- Peki bu tamircilik işi nereden çıktı?
- Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek
olduğunu? O zamanın okulları sanırsınız. Halbuki orada bu toprağın
çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat
yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az
buçuk hekimlik yapmayı bile öğret tiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup
hayatı öğrettik çocuklara.
- Yani elinizden çok iş geliyor.
- Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı,aklını
kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya...
Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan
kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra
zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan
söz etti.
- Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını
çıkarmışsız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile
ısınmışız.
Giderek ona benzemişiz.
- Nasıl yani?
- İnsan da doğanın meyvesi değil mi?
Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;
- Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan.
Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup
gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu
atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp
olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da
böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı
sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
"Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi" diye
soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
- Hurma zeytini bilir misin?
- Bilmem. Hiç duymadım.
- Egenin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı
sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar
bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır.
Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığınd a yemeğe hazırdır
anlayacağın.
- Eeee.
- Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi
insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer
insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda
olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı .
Sustuğumu görünce. Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.
"işte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini
hatırlatmak için buradayım, doktorcum, unutulsun istemiyorum" dedi.
Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.
Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.
Dr. Mehmet Uhri
>
> Not: Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve köy enstitülerine emek
> verenlerin anısına ithaf olunmuştur.
OKUDUYSANve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN?
FACE'TE BEĞENMENİZ GEREKEN SÜPER SAYFALAR, BAKMADAN GEÇMEYİN
1- Decorium Tablo , 2- Studio Ferit 3- Kadınlar kulübü , 4- Bir Elimde Çanta , 5- Hayata dair
8 Ağustos 2015 Cumartesi
alnına yazılan kaderi değiştiremezssin
Bir gün ölüm adamın karşısına çıktı ve dedi:
- Bugün, senin son günün.
Adam dedi:
- Ama ben hazır değilim.
Ölüm dedi:
- Bugünkü listemde, senin ismin ilk sıradadır.
Adam dedi:
- Peki o zaman… gitmeden önce,gel oturalım beraber bir kahve içelim.
Ölüm dedi:
- Tabi ki.
Adam, ölüme kahve ikram etti. Ve onun kahvesine bir kaç uyku hapı attı...
Ölüm kahveyi içti ve derin bir uykuya daldı...
Adam, ölümün listesini aldı ve ismini ilk sıradan silip listenin sonuna koydu.
Ölüm uyandıktan sonra şöyle dedi:
- Sen, bugün bana çok şefkatli davrandın. Şefkatinin karşılığında işime listenin sonundan başlayacağım."
Bazen bazı şeyler kaderinde yazılıdır. Onları değiştirmek için ne kadar çabalarsan çabala, onlar hiç bir zaman değişmezler...
Karga ve papağanın her ikisi de çirkin yaratılmıştır. Papağan itiraz eder ve güzelleşir. Ama karga Tanrı'nın rızasından memnun kalır.Bugün papağan kafeste, karga ise özgür...
Her hadisenin arkasında öyle bir hikmet vardır ki belki sen hiç bir zaman anlayamazsın.
O halde…
Hiç bir zaman Tanrı'na deme "Neden!!!?"
7 Ağustos 2015 Cuma
pekaka nın 2000-2013 seyri
https://www.facebook.com/Asiller1923/photos/a.139779012746505.24705.128167440574329/932195010171564/?type=1&theater
kürtler neden bir beylik kuramamış?
https://www.facebook.com/turkbudunutr/photos/a.1465494123747635.1073741828.1460270490936665/1481280525502328/?type=1&theater
5 Ağustos 2015 Çarşamba
dolarlı yatırım
http://www.integralmenkul.com.tr/lp/FB/?utm_source=FB&utm_medium=NF&utm_term=Desktop&utm_content=Dolar&utm_campaign=dolar
şerefsiz demesin ama hastirin desin ! öylemi?
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yilmaz-ozdil/serefsiz-meselesi-901282/
3 Ağustos 2015 Pazartesi
CEP TEL DEN KORUNMANIN YOLLARI
Sağlıklı Yaşıyoruz, Zeynep Gülten ve Burcu Gülten ile birlikte
‘Biricik sevgilimiz’ cep hem stres hem kanser yapıyor
İLKER AKGÜNGÖR
"Cep telefonunun yaydığı radyasyonun insan sağlığı için gerçek bir risk oluşturduğu, kanser, alzheimer ve parkinson gibi birçok hastalığa yol açabileceği tespit edildi. Uzmanlar cep telefonun yaydığı düşük yoğunluklu radyofrekans radyasyonun hücrelerde bozulma yaratan kimyasal strese yol açtığını belirtiyor
Electromagnetic Biology&Medicine isimli saygın tıp dergisinde yayınlanan çalışmada uzmanlar son 10 yıl içinde cep telefonunun kanserle ilişkisi üzerine yapılan araştırmaları inceledi. Ukrayna, ABD, Finlandiya ve Brezilya’daki kanser araştırma merkezlerinde çalışan doktorların yaptığı çalışmada düşük yoğunluktaki radyofrekans radyasyonun (RFR) canlı hücrelerde yol açtığı oksidatif stresle ilgili deneysel veriler incelendi.
Antioksidanları bozuyor
Yapılan çalışmada incelenen 100 araştırmanın 93’ünde RFR’nin biyolojik sistemlerde ‘oksidatif strese’ yol açtığı tespit edildi. Çalışmada RFR’nin kimyasal yapılı oksijen moleküllerini ve hücrelerde peroksidasyon denen bozulmaya yol açtığı, DNA’da hasar oluşturarak vücudu koruyan antioksidan enzimlerin çalışmasını değiştirdiği ortaya çıktı. Doktorlar benzer sorunların ‘kablosuz radyasyon’la da ortaya çıkabileceğini ve bunların yol açtığı ‘oksidatif stresin’ kanserden alzheimere, obeziteden diyabete kadar pek çok hastalığın altında yatan temel mekanizma olduğunu vurguladı.
Araştırmanın başındaki isim Prof. Dr. Igor Yakimenko, “5 yıl boyunca günde 20 dakika konuşan birinde beyin tümörü riski 3 kat, günde 1 saat cep telefonuyla konuşanlarda ise normalden 5 kat fazla. Bu veriler cep telefonunu erişkin yaşlardan itibaren 10 sene kullananlar üzerinde elde edildi. Küçük yaşlardan itibaren cep telefonu kullanmaya başlayan ve biyolojileri zararlı etkenlere daha hassas olan ve çok daha uzun süre telefon kullanacak olan çocuklar için risk çok daha büyük olabilir. Cep telefonunun sağlığa zararlarının yıllar sonra ortaya çıktığı hesaba katıldığında çok dikkatli olmamız gerekiyor” dedi.
Cep telefonundan korunmanın 8 yolu
Uzmanlar Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Merkezi’nin (IARC) cep telefonlarını muhtemel kanserojen olarak kabul ettiğini belirterek, cep telefonunun olumsuz etkilerini en aza indirebilmek için şu şekilde kullanılmasını tavsiye ediyor.
- Cep telefonlarının herkes için ama özellikle çocuklar ve hamile hanımlar için çok daha tehlikeli olduğunu unutmayın.
- Mümkün olduğu kadar kısa konuşun.
- Kullanmadığınız zaman üzerinizde taşımayın.
- Açık telefonu yastığınızın altına, başucunuza koymayın. Yatak odasında bile bulundurmayın.
- Ararken bağlantı sağlanana kadar telefonu kulağınıza dayamayın.
- Konuşurken kulaklık kullanın ya da telefonu kulağınıza olabildiğince uzakta tutun.
- Uzun konuşmalarda kulak değiştirin. Sinyal azken aramayın ve konuşmayın.
- Cep telefonunu üzerinizde taşıyorsanız tuş takımını dışa bakacak şekilde yerleştirin."
Kaynak: http://www.gazetevatan.com/-biricik-sevgilimiz-cep-hem-str…/
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

