21 Aralık 2016 Çarşamba

HİZMET

http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/kimse-bu-kadar-kolay-anlatamamisti-vatandastan-akpye-hizmet-isyani-1577854/

29 Ekim 2016 Cumartesi

putperestlik ve şirk

http://tv.sarizeybekhaber.com.tr/video/o-gece-erdogan-in-ucagini-kimin-korudugu-aciklandi-duyan-sokta-4086.html

18 Temmuz 2016 Pazartesi

maykıl

https://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2016_07_01_archive.html?m=0

michael sikkofield

michael sikkofield 16 Temmuz 2016 Cumartesi 15 Temmuz 2016 Darbeciği Merhaba kaynatasızlar. Dünyada bu işin amacının ne olduğunu tamamen bilen yalnızca bir avuç insan olduğundan eminim. Haliyle vereceğim bilgiler dışındaki yorumlarım tahminden ibaret olacaktır. Fakat gerçek olma olasılığı epey yüksek tahminler... Türkiye çoktan iki kutuba bölündü, AKP'liler ve laikler. Bu anlatacaklarım fanatik AKP'lilere işlemeyecek. Bu anlatacaklarım lafta Atatürkçü geçinip, AKP'ye muhalefet etmekten gözü kor olmuş ve Rusya'dan, BM'den, oradan buradan medet uman denyo kesime de işlemeyecek. Duvara karşı da olsa, ben yine amme hizmetimi yapacağım. Önce kısa bir bilgilendirme ve hatırlatma faslı: Dün gece, 15 Temmuz yaklaşık 22.30 saatlerinde darbe yapılacağı ve köprülerin askerlerce kapandığı duyulmaya başladı. F-16 ve helikopterler tepemizden geçti, silah ve bomba sesleri duyuldu. Çok kısa sürede de işin sadece TSK'daki bir azınlıkça yapıldığını fark ettik. O andan itibaren ben de dahil birçok insanın aklına aynı şey geldi: "Tiyatro". Evet bu alenen tiyatroydu, fakat bu bir AKP tiyatrosu değildi, değildir, olamaz. O yüzden ben "tiyatro"yu, şu an bu lafı kullananların en az %99'undan farklı bir manada kullanacağım. Yavaş yavaş durumu açıklayacağım, sakin. Elbette elimizdeki tek darbe modeli 80 darbesi değil, fakat bir fikir sahibi olmak için durumu onunla kıyaslayalım, bir şey kaybetmeyiz. Eğer bu başarılı olma amaçlı bir darbe girişimi olsaydı, ilk başta muhtemelen şu iki şey gerçekleşirdi: Birincisi, TSK 80'de olduğu gibi ansızın harekete geçerdi ve ikincisi, "tüm güçleriyle" saldırarak devlet kurumlarını, basın organlarını ve hatta uydu olmak üzere birçok stratejik yeri ele geçirirdi. Dünkü saçmalık ile 80 darbesi arasında bir kıyaslama yapacak olursak, TSK tümden saldırmadı. Aksine TSK kendi içinde bu harekete kalkışanların biletini kendisi kesti. Yalnızca azınlık bir grup, göstermelik olarak TRT, Cnn Türk gibi bazı kanalların binasını bastı, uydulara karşı bir girişimde bulunulmadı. Sanki Türkiye 80'de olduğu gibi yine tek televizyon kanalına sahipmiş gibi, insanların zihnindeki o meşhur Kenan Evren'in TRT konuşmasını canlandıracak şekilde TRT'de göstermelik bir bildiri okundu. TRT'nin okuduğu bildiride "Atatürk", "Laiklik", Yurtta sulh cihanda sulh" gibi laikleri işaret eden laflar ısrarla tekrar edildi, "kutupları ne kadar ayırsak kârdır" mantığıyla hareket edildi. Bu bildiri adeta "Madem kötüyüm öyleyse neden kumar oynadıktan sonra namaz kılan babaannemi kemerle dövmüyorum" diye konuşan kötü adamların olduğu gerizekalı STV dizileri gibi kör göze parmak sokarcasına "aha darbe yaptık ve düşmanınız biziz" diye bağırıyordu İkincisine gelecek olursak, evet ansızın harekete geçildi. Fakat sabah ezanı saatinde değil, sabahın ilk saatlerinde değil... Gece 10-10 buçuk gibi, herkesin çoktan işten eve gelip uyanık olduğu, televizyon veya internet başındayken her şeyden alenen haberdar olabileceği çok amatör bir saatte harekete geçildi. Sabahtan ve tan vaktinden itibaren havada dolaşması gereket jetler, nedense insanların en uyanık ve en televizyon başında oldukları saatte havadaydı. Akşam 10.30'dan, insanlar uyuyana kadar alçak uçuş yaparak seslerini iyice duyurdular, bazen ses bombası, bazen gerçek bomba attılar, bazense helikopterlerden ateş edildi, iyice gürültü çıkardılar ve haliyle insan da öldürdüler. Tüm bunlar sabah olduğunda kesildi. Yani gerçek bir darbenin esas başlaması gereken saatlerde, bu göstermelik darbe şovu bitiyordu. Buradan sonra yazacaklarımı anlamanız için ise, bugüne kadar ısrarla anlatmaya çalıştığım küresel gücün önemini ve devletlerin bunlar tarafından yönetildiğini anlamış olmanız lazım. Tüm dünyaya kakalanıp teşvik edilen neo-liberal politikaların da etkisiyle, ivmelenerek küreselleşen dünyada "bağımsız devlet" diye bir şey kalmamıştır, kalması da mümkün değildir. Devletleri; bankaların, devasa şirketlerin sahibi olan küresel çetelerin yönettiğini bilmeniz ve içselleştirerek anlamış olmanız "şart". Tabi ki "bağımsız devlet" bu dünya düzeninde asla tam olarak var olamaz, fakat hayatın sadece siyah-beyaz olmadığını da ihmal etmeyin. Kimilerinin bağımsızlığı biraz daha açığa çalan gridir, bizimkisi daha koyuya çalan gridir, Ortadoğu ve Afrika'da siyaha bir ramak yakınlıkta gridir. Neyse girizgahı yaptım, başlıyorum. Şimdi çok az geriye gidelim. El-Kaide diye bir şey vardı, ne oldu ona? 11 Eylül 2001'den itibaren sürekli adını duyduk, zaman içerisinde her geçen yıl adını daha az duymaya başladık, ardından 2011'de Usame Bin Ladin ölüp denize atıldığında ise (?) adını neredeyse hiç işitmemeye başladık. El Kaide'nin yıllara göre Google'da aratılma oranı şudur: Fotoğrafı büyüterek tarihleri inceleyebilirsiniz. Google bize 2004'ten önceki aratılma oranlarını vermiyor, fakat 2006 ve 2007'de, eylemlerine devam etse dahi El-Kaide'nin insanların hafızasında çoktan silindiği ortada. 2011'deki o ufak artış da Ladin'in öldürüldüğü tarihte vuku buluyor. Şu an ise El-Kaide'den basında -neredeyse- tek bir haber yok, eski gücünden de eser yok. Ancak "Işid ile birleşecekler mi?" haberlerine konu oluyorlar. Bir de şuna bakalım: Bu da Işid'in yıllar içindeki aratılma oranları. El-Kaide evrimleşti, Işid oldu. Teşbihte hata olmasın fakat İbrahim peygambere gökten indirilen koyun misali, bir anda Işid diye bir şey peydah oldu. Kuruluşu ve organize edilmesi daha eskilere dayanıyor fakat bunun önemi yok, insanların gözündeki imajdan bahsediyorum ben. El-Kaide de, Işid de; silahı, istihbaratı, lojistiği dua edip gökten indiren adamlar değil. Küresel çete tarafından yaratıldıkları ortada. Fakat El Kaide de, Işid de, kaybetmesi için sahaya sürülen piyonlardır. Işid ne zamana tarih olur, orasını bilmiyorum, Işid'i besleyenlerin de iç dinamikler yüzünden bunun tarihini tamamen öngörebileceğini zannetmiyorum, fakat kesin olan şu ki Işid bir süre sonra yok olacak. ABD, 11 Eylül'den sonra girdiği Afganistan'da ve Irak'ta başarısız olmuş gibi lanse edilir. Evet Amerika devleti, ordusu ve ekonomisi büyük yara almıştır. Fakat o sikindirik Bush'un, Obama'nın, senatörlerin değil, küresel çetenin projesi olan BOP doğrultusunda tamamen başarılı olunmuştur. Derken ABD'de güç kalmadı, halk da artık savaş istemez oldu, Suriye'ye yıllarca bir şey yapılamadı. Avrupa ile ortak ordu kurulması için BM'de lobiler yapıldı, "Esad kimyasal silah kullanıyor" diye (kullanıyor olsa da, olmasa da) ısrarla propaganda yapıldı, fakat sonuç çıkmadı. Oysa çözümleri çoktan ceplerindeydi, kendileri yerine savaşacak asalak sürüleri vardı. Haydi IŞİD, parçala Suriye'yi, arkandayız. Şu an IŞİD'in arkasında olanlar, çok yakında arkadan sikecekler IŞİD'i ve o da bir başka El-Cihadül Atyarraa örgütüne evrimleşinceye dek azalarak yok olacak. Şimdi bunları neden anlattım? "Kaybetmek için sahaya sürülen piyonlar" lafımı daha iyi anlatabilmek için. Bunu unutmayın, tekrar döneceğiz. Karşındakine bir piyon öne sürersin, karşısındaki hemen atıyla, filiyle o piyonu yer, fakat bir piyon uğruna en önemli taşlarından birini kaybeder. Dün gece, kıçıkırık azınlık haliyle, adam akıllı hiçbir stratejik hamle yapmadan ve sadece F-16'larıyla gövde gösterisi yapan, bu sırada bombalayan, insan öldüren adamlar da kaybetmesi için sürülen piyonlardı. "Yaavvv bu nasıl tiyatro, şurayı bombaladılar, insanları öldürdüler?" E tiyatro dediğin de böyle ihtişamlı olur zaten. Sana bir film senaryosu yazacak olsam ve seni karşımızda kötü adamlar olduğuna ikna etmeye çalışsam, çok büyük kötülükler yapan bir karakter yaratırım. Adam öldürüp oraya buraya bomba koyan Joker yaratırım, İnsana zerre değer vermeyen Ajan Smith'ler yazarım. Andy Dufresne'e dayak atan gardiyanlar, hakkını gasp eden cezaevi müdürü yazarım. Vs vs... Sen hayatında anan-baban dışında (ki onlar bile her zaman değil) kaç tane sana değer veren insan tanıyorsun? Dünya, sırf BOP uğruna İkiz Kuleleri ve Pentagon'u vuran ruh hastaları tarafından yönetiliyor. Dünya, 11 Eylül'ü bahane edip Afganistan ve Irak'ta milyonlarca sivil öldüren, inanılmaz derecede sapık insanlar tarafından yönetiliyor. Dünya, maalesef tıpkı senin benim gibi içinde çok büyük bir kötülük potansiyeline sahip insanların, ellerine güç kudret geçmiş ve bunu kötülüğe döken versiyonları tarafından yönetiliyor. Her neyse, AKP halkı meydanlara çağırdı. Darbe karşıtı iyi niyetli insanlar meydanlara çıktı. Keşke çıkmasalardı, kaybetmek için sahaya sürülen bu sahte darbede açık hedef haline gelip bu tiyatroyu daha fazla "kanla besleme"ye olanak sağlamasalardı... Ölenlerimiz olduysa da en azından binleri bulan bir ölüm tablosu yaşamadık Fakat yaşayabilirdik. Jetiyle, tankıyla, tüfeğiyle darbe yapan askerler olduğuna inanıyorsun ve tişörtünü giyip sokağa çıkıyorsun. Tamamen duygusallık. Şehit ile telef arasında çok kalın bir çizgi vardır. (Neler diyor bu adam, nereye bağlayacak, diye düşünüyorsan sabırla oku) Dün gecemi sabaha kadar dış basını okumakla geçirdim. Fakat CNN'i, Reuters'i, ne bileyim Le Monde'u okumakla değil, onları siktir et. Çok net bir örnek göstereceğim. Son yıllarda sürekli bahsettiğim şu Stratfor'u bir hatırlayın. Küresel çetenin, içerisinde gayet Türk satılmış çalışanlar da barındıran ABD'deki think-tank kuruluşu Stratfor dün gece büyük bir amatörlük yaptı. 3-4 saat sonra yayınlaması gereken analizi, çok erken yayınladı. "Neden Türkiye'deki Darbe Başarısız Olacağa Benziyor?" Bu makalenin servis saati, Türkiye saati ile gece 3'tür. Aynı esnada Türk halkı darbe olacağına inanıyor ve sokağa hücum ediyordu. Dün geceki kişisel tecrübelerime dayanayım, birkaç saat sonrasında bile insanlara sokaklara çıkmamaları gerektiğini, bunun bir dolap olduğunu anlatmaya çalıştığım tweet'lerime ve Facebook paylaşımlarıma "YAHU ADAMLAR TBMM'Yİ BOMBALADI SEN NE DİYOSUN?" diye tepkiler alıyordum ve bu tepkilerin sayısı, diğerlerine nazaran çoğunluktaydı. Dün geceyi yaşayan ve insanların tepkilerini takip eden herkes de bunu bilir zaten. Yani insanlar çok ciddi bir darbe ile karşı karşıya olduklarına inanırlarken, Stratfor çoktan beyaz bayrağı dalgalandıran haberi yayınladı. Stratfor bu analizi Türkiye saati ile gece 3'te yayınladı. Çok iyi niyetli bir yaklaşım ile, bu makalenin yazılma emri 1 saat öncesinde verilmiş olsa, 1 saat içerisinde de yazılmış olsa, Stratfor darbenin başarısız olacağını Türkiye saati ile gece 2'de biliyordu. İyi niyetli yaklaşımları bırakalım, gerçeğe dönelim: İlgili makalenin içerisinde, dün yaşananlar ile ilgili araya sıkıştırılan 3-5 cümle dışında güncel bir haber yoktu. Makalede Türkiye'deki kutuplaşmadan, AKP'nin 2015 seçimlerini %49,5 ile kazandığından, AKP ile Fethullah Gülen'in arasının çok açık olduğundan dem vuruluyordu. Bu metin çok önceden hazırdı. Servis edilmek için bekliyordu. Fakat biraz erken yayınlandı. Yayınlansa da bir şey değişmez, zaten kaç kişi haberdar Stratfor'dan? Bir diğer think-tank kuruluşu RAND, olayların en alevli olduğu saatlerde Ortadoğu uzmanlarının şu minvaldeki tweet'lerini yayınlıyordu: "Erdoğan darbeyi atlatabilirse öncekinden de güçlü olabilir" Hadi ya, ciddi misin? Bunlardan daha arşivlediğim niceleri var, fakat sivri sineğe saz diyerek bu fasla ara veriyorum. Tüm bu anlattıklarım zaten aklı selim bir insanın, hiç bu kanıtlara ihtiyaç duymadan da feraset ile akıl edebileceği şeyler elbette. Fakat meramımı olabildiğince izah etmeye çalışıyorum. Tabi bir de işin Türkiye'deki falsoları var, onlara giriş bölümünde değinmiştim. Koca TSK, bir avuç azınlık adamı indiremeyecek öyle mi? TSK tankıyla tüfeğiyle darbe yapacak ve tişörtlü insanlarımız tankı ele geçirip üstünde tepinecek öyle mi? Allah korusun ama gerçek bir darbe girişiminde bunları başar bakalım... Bu iş öyle biber gazına benzemez ağalar, F-16'dan, tanklardan bahsediyoruz. TOMA'lı polislerden değil, nice imkanlara sahip olan TSK'dan bahsediyoruz. TRT'de sözüm ona darbe nutuğu okunurken, TRT askerlerce basılmışken, aynı TRT'nin resmi yayın organları, TRT'deki nutuk ile AYNI ANDA "darbe yok, her şey kontrol altında" minvalinde şöyle AKP yanlısı tweet'ler atıyordu: Ve daha niceleri, Trt'nin Twitter'ı orada git bak, hatta inanmıyorsan dayıya sor. Gelelim bir diğer komik sahneye. Askeri bir darbe girişimi var ve uçuş saatinden uçuş güzergahına kadar her şeyi belli olan Erdoğan'ın uçağı, sağ salim Marmaris'ten İstanbul'a ulaşacak öyle mi? Erdoğan'ın yeni ayrılmış olduğu Marmaris'te bomba patlatıldı, ardından varmış olduğu Atatürk Havalimanı'nda da bomba patlatıldı, bunların hiçbiri ölümcül maksatlı değildi, tamamen "Bak Tayyip neredeyse oraları vuruyoruz" mesajıydı. Stratfor'un ve dolayısıyla ABD'nin ve dolayısıyla Fethullah'ın elinde; Erdoğan'ın uçağının saniye saniye, nerede olduğu bilgisi var güzel kardeşim, mesela bu tweet'i attıkları anda Erdoğan'ın uçağının Marmara Denizinde olduğunu gösteriyorlardı. Öte yandan jetlerin havada uçuştuğu bir darbe anında, hiçbir akıllı devlet lideri elini kolunu sallaya sallaya sıradan yolcu uçağıyla dolaşmaz. Hele hele Tayyip Erdoğan... Kabe'de bile 219020 tane korumayla yürüyen adamdan bahsediyoruz burada. Tamam artık, hala bu darbenin ciddi bir darbe olduğuna "inanan" varsa daha fazla dil dökmem lüzumsuz. Konuyu esas yere getireceğim. Bu darbe girişimi, Akp veya Tayyip Erdoğan tarafından organize edilebilecek bir iş değildir. Geçen ay Atatürk Havaalanı'na oldukça profesyönelce giren, sadece canlı bombalarla değil, aynı anda başka adamlarıyla çok ince planlanmış bir şekilde kritik noktalardan taramalı tüfekler ve el bombalarıyla insanlara ateş eden, çok iyi hazırlanmış bir IŞİD'e şahit olduk. Bu operasyonun tetikçisinin IŞİD olduğunu, fakat mimarının IŞİD olmadığını hepimiz biliyorduk. IŞİD'in siki, istihbaraten bu kadarına uzanmaz. Aynı şekilde AKP veya Erdoğan, 100'den fazla rütbeli askeri (bakın erleri geçtim, rütbeli askerlerden bahsediyorum) motive edip bir kamikaze saldırısı yaptıramaz. O kadar F-16'yı, Skorsky helikopteri, tankı bunların eline verip de "haydi aslanlarım, kendi ülkenizi vurun" diyemez, dese de ikna edemez. Başka ülkeye taarruzda buna gücü yeter, fakat kendi ülkesi için asla. Bu öyle miting meydanında bomba patlatmaya benzemez ağalar, kapsamlı bir askeri harekattan bahsediyoruz. El-Kaide ve Işid örneğinde de anlatmaya çalıştığım gibi, dün darbe yapacağını zanneden salaklar kaybetmeye mahkum olarak sahaya sürülen piyonlardı. Belki bir kısmı ilk başta sahiden başarılı olacağına inanıyordu, belki bir kısmı sonradan kurtulacağı sözü almıştı, nasıl ikna olduklarını bilemem. Fakat emri aldıkları yer AKP değil, küresel çeteydi. Yazının başında tahminlerde bulunacağımı söylemiştim, fakat bundan adım kadar eminim. İsmet İnönü sağ olsun, 1940'ların ikinci yarısından itibaren Fulbright Anlaşması gibi birçok gizli anlaşma imzalamıştır. Truman Doktrini, Marshall Yardım Planı derken, bizim sadece eğitim gibi sosyal fonksiyonlarımız değil, aynı zamanda askeriyemiz de ABD'ye hediye edilmiştir. Küresel çete, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyerek, herkesin varlığını gayet bildiği o TSK'ya sızmış ABD komutası altındaki piyonlarını kaybetmeleri için sahaya sürdü. Siyasette "ya hep ya hiç" yoktur. "Ya çok iyi dostuz ya da en kötü düşman" yoktur. "Ya hep iyi geçineceğiz ya da hep bozuşacağız" yoktur. Erdoğan IŞİD'i destekliyor olsa bile, uzun bir süredir küresel çete ile arası limoni. Yine CFR'nin basın organlarının dün gece atmış olduğu tweet'lerden bazı örnekler vereceğim: "Erdoğan generalleri güçlendirdi ve darbe riskini doğurdu" "Erdoğan (bu darbe girişiminden dolayı) sadece kendisini suçlayabilir" Bunlar CFR'nin dün Erdoğan için kullandığı ifadelerden bazılarıydı. Yani bu iş, görünürde Erdoğan'ın yararınaymış gibi gözükse de, o sadece bal tutan parmağını yalayacak, esas kazanan küresel güç ve her daim kaybeden biz olacağız. Bu oyun içinde oyun dolu öyküden kendi çıkarımlarımı yapacak olursam: 1) Darbe girişimi kaybetmeye mahkum bir tiyatroydu. 2) Darbe girişimi asla ve asla AKP tarafından organize edilmedi. 3) Darbe girişimi zayıf dahi olsa, yine de AKP'nin organize edebileceği çapta bir iş değildi. 4) Darbe girişimi küresel çetenin emriyle oldu, 5) TSK'daki Fethullahçı veya diğer ABD komutası altındaki adamların bir kısmı feda edildi. Fakat kesinlikle hepsi edilmedi. Tayyip Erdoğan'ın söylediği "Bu olay aslında Allah'ın bir hediyesi, Fethullahçılar TSK'dan temizlenecek" lafı Polyannacılık. 6) Tayyip Erdoğan bu zayıf darbe girişiminden haberdardı, girişimin olacağını da, fiyaskoyla biteceğini de iyi biliyordu. 7) Amaç AKP veya Tayyip'e hizmet etmiyordu, onlar geçici olarak nimetlenecekler. Amaç küresel çetenin Türkiye'deki yeni hamlelerine zemin hazırlamaktır. Küresel çete fani insana değil, kalıcı sisteme yatırım yapar. Peki nedir bu amaç? "Bilmiyorum" lafını bir acizlik olarak zanneden insanlarla dolu bir toplumda yaşamamıza rağmen "bilmiyorum" diyorum, fakat akla gelen ilk tahmin elbette başkanlık sistemi. Dünyada başkanlık sistemiyle yönetilen ülkeler şunlar: ABD ve Güney Kore'yi saymazsak, başkanlık sistemiyle yönetilen tüm ülkeler rezil haldedir. Bir de belki ekonomik durumu sürekli bizimle karşılaştırılıp "la yükseliyor mu, yoğusam balon da patlayacah mı" diye tartışılan Brezilya var. Onun dışında liste çöp dolu. Velhasılı kelam amaç ilelebet bir Tayyip iktidarı değil. Israrla tekrar ediyorum: Küresel çete fani insana değil, sisteme yatırım yapar. Büyük Ortadoğu Projesi lafı klişeleşti diye sanki böyle bir şey yokmuşçasına davranan ve ciddiye almayan denyo kitleye seslenmek istiyorum. Condolezza Rice'ın Ortadoğu'daki neredeyse tüm ülkelerin sınırlarının değişeceğini yıllar öncesinden bildirdiği Büyük Ortadoğu Projesi öyle bir anda gökten zembille inmez. Bu tür projeler ve amaçlar, söylentileri ilk yayıldığı anda herkesin diline düşer, fakat gerizekalı insan evladı kısa süre içerisinde bunların gerçekleşmediğini görünce konuya ilgisini kaybeder. BOP; uzun yıllar, büyük emekler, büyük uğraşlar, büyük yıkımlar ve büyük kanlar gerektiren bir projedir. Afganistan ve Irak'a bizzat ABD müdahelesi, Arap baharları, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da indirilen liderler ve bölünen ülkeler, küresel çetenin çaktığı kılıvcımı alevlendirerek birbirini mezhep dolayısıyla katleden msülümanlar, Suriye, IŞİD... Daha örneğe ihtiyacın var mı? Dünyada çatışmaların olduğu ve ABD'nin menfaatini etkileyen bölgeler, CFR tarafından şöyle gösterilir. Haritayı direkt CFR'nin kendi sayfasından aldım: Farkındaysan Ortadoğu'da o kadar fazla savaş ve karmaşa var ki, artık noktalar iç içe geçmiş durumda ve birbirinden ayırt edilemeyecek halde. İşte budur BOP. Birilerinin "Merhaba arkadaşlar, biz BOP için sizin ananızı belliyoruz" diye açıklama yapılmasını bekliyorsunuz herhalde. Gerçi bunu söyleseler bile ancak üzerinden mizah yapıp sığır gibi yaşamaya devam edersiniz ya, neyse. Bir ek bilgi daha vereyim, göz çıkarmaz: Wikileaks'i kurcalarken karşılaştığım bu mail'leşmede, Stratfor daha 2010 yılında AKP ve Feto'nun düşman oluşunu tartışıyordu. (Release Date 2013 dediği şey, Wikileaks tarafından yayınlanma tarihidir. Mail'leşmenin esas tarihi aşağıda yazan 2010-08-25'tir) O tarihten birkaç sene sonra çatışmaları daha ayyuka çıkar oldu. Zaman ve CIA'in Türkiye şubesi olan Taraf gazetesindeki cemaatçi yazarlar "Büyütülecek bir şey yok" diye açıklamalar yaptılar. Daha dün gibi hatırlıyorum, balık hafızalı olmayın, Akp'lisi de cemaatçisi de ilk başlarda bu çatışmalar için "OYUNA GELMEYELİM ARKADAŞLAR, BİZİ BİRBİRİMİZE KIRDIRMAK İSTİYORLAR, AKP CEMAAT KARDEŞTİR" minvalinde paylaşımlar yapıyorlardı sosyal medyada. Bu amına koduğumunun "sosyal medya" lafına da uyuzum ama kullanmamız gerekiyor işte ne yapalım, her neyse. Derken AKP-Cemaat çatışması aleni hale geldi, dershanelerin kapatılma kararı, tape'ler falan derken, Tayyip cemaati "Paralel, Haşhaşi" gibi isimlerle iyice düşman olarak tanımladı. İşte o zaman, bizim yıllardır anlatıp da inandıramadığımız şu Fethullah'ın ne mal olduğu gerçeğini kabul etti Akp'liler. Fakat bilgi sahibi olmadan, sırf Tayyip düşman ilan ettiği için... Bu laflarım birçok insana teshir etmeyecek, bunu biliyorum. 3-4 yıl öncesine kadar Fethullah Gülen'in bir küresel çete uşağı olduğunu anlatmaya çalıştığımızda "SEN BİR FİTNECİSİN" diye konuşan tiplere veya bildikleri halde salak rolüne yatanlara bu anlattıklarım fayda etmeyecek. Gerçekten bir darbe girişimi yapıldığına inanan, tape'lerin kurgu olduğuna inanan insanlara bu anlattıklarım fayda etmeyecek. Öte yandan her kötü şeyin planyacısının Tayyip olmasını isteyen gerizekalı kör muhaliflere de bu laflarım tesir etmeyecek. Bunları anlattığım için bana birileri "darbeci", birileri "fetocu", birileri "artık Akp'li oldu" diyecek. Kim nasıl görmek istiyorsa öyle iftira atacak. Ortak paydada buluşacakları diğer nokta ise, tüm bu anlattıklarımı "komplo teorisi" diye itibarsızlaştırmak, değersizleştirmek olacak. Sırf işlerine gelmediği için. Öyleyse bunları neden yazdım? Bir kişi bile anlasa, birkaç kişinin bile aklına soru işareti takılsa, birkaç kişi bile dünyadaki küresel gücün nasıl bizi parmağında oynattığını, birilerine başbakancılık, birilerine devrimcilik, birilerine darbecilik oynattıklarını kavrasa, bu benim ve bizim dünyadaki karımızdır. Esas karım ise, gözleri olmadığı halde her şeyi gören Birinin çabalarımı görmesidir. Yoksa katlanılacak bir mahlukat değil insanoğlu. Kaynataya selamlar. Tarih: Cumartesi, Temmuz 16, 2016 716 yorum: Paylaş 8 Temmuz 2016 Cuma Reformcu Kimdir? Peygamberimiz ölür. Sonra "fırkalara bölünmeyin" diye bağıran ayetlere rağmen mezheplere bölünürsün, bu mezheplerin farklı helal ve haramları, farklı kuralları olur. Bu reform değildir. Sonra "hadis" ve "sünnet" adı altında Kuran ile alakası olmayan, hatta Kuran'a tamamen zıt yeni kurallar eklersin dine. Bu yeni kurallar saymakla bitmese de dinden çıkanın öldürülmesi, namaz kılmayanın öldürülmesi ve dövülmesi, Kuran'da bir defa bile geçmeyen cariyeliğin meşruluğu gibi rezaletler içerir. Aynı hadis kaynakları peygamberimizin, Ömer'in, Ebu Bekir'in ve Ali'nin hadis yazılmasını yasakladığını, hatta hadisleri toplatıp yaktırdığını söyleseler bile, bu yeni kuralları dine eklemek reform değildir. Sonra tasavvuf diye bir şeyi İslam'ın içine sokarsın. Şeyhlik, müritlik, vahdet-i vücut, vahdet-i şühut, fenafillah gibi Kuran'da yeri olmayan yeni kavramları dine sokarsın. İnsanları pasifize eder, cennete gitmenin tek yolu şeyhe bağlanarak nafile ibadet etmektir diye ahkam kesersin. Sanki peygamberimiz, sahabe, Ebu Bekir, Ömer bir arada toplanıp semazen kıyafetleri ile veya "hah huh hah huh" diye cezbe haline kapılmak için zikir ayinleri yapıyormuşçasına... Bu reform değildir. Sonra Hadid 27'de Allah'ın "ruhban sınıfı" oluşturdukları için eleştirdiği Hristiyanları örnek alırcasına, aynı ayette Allah'ın "bidat" olduğunu belirttiği ruhbaniyeti kurarsın. Allah'a kafa tutarcasına evliya, veli, şeyh, gavs gibi üstün özelliklere sahip olan ve kendisine teslim olunması gereken ulvi kişiler yaratırsın. Bu reform değildir. Her yüzyılda insanlara dini yeniden hatırlatacak, bir nevi peygamber jr olan mücedditlerin geleceğini uydurursun. Bu da reform değildir. Apaçık, anlaşılır ve yeterli olduğu kendi içerisinde belirtilen Kuran'a rağmen, "alim, mürşid, veli, mezhep, siyer, hadis" vs gibi kişi ve kavramlar olmadan Kuran'ın anlaşılamayacağını ve İslam'ın bu kişi/kavramlar sayesinde tamamlandığını söylersin. E bu da reform değildir. Fakat... İnsanlara "Allah'ın kitabı yeterlidir, tek rehber Kuran'dır" dersen, sen bir reformcusundur. Yalnız Kuran'a sarılmak, yüzlerce yıl önce yaşamış herifler tarafından yapılan reformlardan kurtulmak ve öze dönmektir. Lokman Suresi 21 Böylelerine, Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı? Allah yine, yine, yine, ısrarla doğruyu söyledi. Selam. Tarih: Cuma, Temmuz 08, 2016 162 yorum: Paylaş 2 Temmuz 2016 Cumartesi Biliyorum, bilmiyorum. Selam. Kusmam lazım. İstediğimden değil, ihtiyacım olduğundan. Kusarken sonucunu, ertesini, hatta bir saniye sonrasını dahi düşünemezsin, sadece kusarsın. Beyin bir süreliğine kendini inzivaya çeker. Zira artık hazmedemediklerin midende birikir, dolar, ardından yutak borusundan yukarı doğru çıkarak şiddetli bir şekilde taşar. Normalde bağırsaklara doğru yönelip dışarı çıkması gerekenler, bu sefer girdikleri yere ihanet ederek oradan dışarı çıkmak isterler. Bu senin elinde değildir ve bu eylem sırasında geleceği düşünemezsin. "Düşünmezsin" değil, "Düşünemezsin", aradaki tek fark bir harftir, fakat o tek harf uçurumlar kadar fark yaratır. Ben de şu an düşünemiyorum bu anlatacaklarımın nereye varacağını. Sadece beyni kendini durdurmuş ve değil geleceğin, 1 saniye sonrasının bile kaygısını taşımayan biri halinde kusuyorum. Hayatında kaç tane adil olmaya çabalayan insan tanıyorsun? Sen adil olmaya çalışıyor musun? Seni bilmiyorum, tanıdıklarını da bilmiyorum, fakat büyük çoğunluğunuzun -hem de baya büyük bir çoğunluğunuzun- ezilene değil, kendisinin ezen tarafta olamayışına üzüldüğünü biliyorum. Adil olmak için değil, ezmek için güçlü olmaya çabaladığınızı biliyorum. Belki ben de bu insanlardan biriyimdir, bak onu da bilmiyorum. Sigara almaya indim, bizim sokaktaki çocuklar saklambaç oynuyordu. Ebe küçük bir çocuktu, gördü arkadaşlarından 2-3 tanesini, kalesine dönüp sobeledi. Boyu ebeden 30-40 cm daha büyük olan bir ergen irisi geldi oralardan, arsız arsız "bizi nerede gördüğünü söylemedin olum, belki bizi kandırıyon ne biliim, sobeee" deyip kaleye dokundu. Ben bile gördüm amına koduğumun evladını, kendisi de biliyordu gözüktüğünü ama güçlü olduğu için onun sözünün geçeceğini o da, ben de, ebe de biliyorduk. Ebe ise doğal bir refleks gösterdi. Oturdu olduğu yere, "ben oynamıyorum yeter artık ya" deyip ağlamaya başladı. Şu sahne bütün hayatımızın özetidir. Güçlü ezer, güçsüz çöker ve pes eder. Aslında güçsüzün yapması gereken ısrarla ayağa kalkıp "tamam lan, hadi bir daha oynayalım amına koduklarım" deyip güçlüye kafa tutmasıdır. Güçsüz de bilir doğrusunun bu olduğunu, fakat bazen bunu yapacak gücü kendisinde bulamaz. Bir yerden sonra pes eder. Direnecek takati ve gücü artık kalmadığında ise ya ağlar, ya kusar. Ağlama, kusma, bayılma; bunların hepsi taşıyamayacağımız yüklere gösterdiğimiz doğal tepkilerdir. Bu tepkiler var olduğu için normalde taşıyamayacaklarımızı taşıyabiliriz. Tutarsız birisi olduğu için Nietzsche'yi filozof değil edebiyatçı olarak görürüm fakat şu güç istenci konusunda baya hakkı var. Güçlü olmak istiyorsunuz, fakat ezene karşı direnmek için değil, ezmek için güçlü olmak istiyorsunuz. Yeni tanıştığım insanlara artık ilk fırsatta "Herkesin seni bir gün satabileceğini biliyorsun di mi?" diye soruyorum. Bak hatta ona kıyak olsun diye yönlendirme de yapıyorum, "Bu böyledir, di mi?" kalıbıyla soru sorarak boş kaleye gol attıran orta saha oyuncusu edasıyla asist yapıyorum. Bundan sonra ona kalan sadece tek bir dokunuş. "Hayır ya, ben insanlara güveniyorum" minvalinde bir cevap alıyorsam pek ısınamıyorum ona. Tamam diyorum, bu dayak yememiş. Yediyse de boş yere yemiş. Zira dayak yemek sadece üzerinden ders çıkarılırsa faydalıdır. Çektiği acılarla övünen insanlardan da nefret ederim zaten, tamam o acıyı çektin de ondan sonra neyi değiştirdin amcık ağızlı? Yaşıyla övünen insanlardan da bu yüzden nefret ederim. Yok vazgeçtim. Ben bildiğin insanlardan nefret ediyorum. Bak kusarken bu da kaçtı aradan. Dedim ya elimde değil diye. Sonrasını düşünemiyorum diye... Ben artık insanları sadece, Allah var olduğu için kalpleri kırılmaması ve olabildiğince adil davranılması gereken varlıklar olarak görüyorum. Hani Terminator nasıl dünyayı sadece kodlarla algılayan bir makineyse, ben de o makineye dönüşüyorum gitgide. Galiba ben sadece tek Tanrılı değil, aynı zamanda tek kullu bir dine inanıyorum. Yok bundan da vazgeçtim. Dedim ya bir saniye sonrasını bile düşünemiyorum diye. Daha o makine olma aşamasına geçemedim. Aslında o kıvamda olabilmeyi isterdim, ama artık adına genetik yapı mı dersin, fıtrat mı, yoksa maya mı, ne dersen de onda bu yok galiba. Bilmiyorum, belki de biraz vardır ve insanın her yeteneği kullanıldıkça geliştiği için belki bir gün o raddeye ulaşabilirim. Sana kalitesiz ve ahlak yoksunu bir insan örneği vereyim mi? Dertleşmek için anlattıklarını, günü geldiğinde kafana kakan, sana karşı koz olarak kullanan insan. İşte bu varlık, insan ile orospu çocuğu arasındaki bir ara formdur. Mesela buna hala bozuluyorum, zira dediğim gibi makineleşemedim. Seni öldürmeyen şey güçlendirmiyor, öyle amcık amcık süzlü sözlere kanmayın. Seni öldürmeyen darbe, seni süründürtüyor, ananı tillahını oracıkta sikiveriyor. Kalitesiz ve ahlak yoksunu bir insan örneği daha vereyim mi? Normalde dikkat etmeyeceği bir huyuna, sırf sen öz eleştiri yaparak dile getirdiğin için pür dikkat kesilen ve seni sürekli oradan vurmaya çalışan insan. İşte bu da bir ara formdur, insan ile orospu evladı arasında. Mesela bunlara da hala bozuluyorum. Dedim ya makineleşemiyorum diye. Hem sivri hem yumuşak olmak zor iş dayı. Bu hayatta şimdiye kadar ne yaptım, ete tırnağa dokunur bir şey yaptım mı, yaptıysam kaç tane, bunları bilmiyorum. Ama hepsini tek başıma yaptığımı biliyorum. Hatta hepsini insanlara rağmen yaptığımı biliyorum. Bak, "Bu işi yaptım" ve "Bu işi insanlara rağmen yaptım" cümleleri arasındaki uçurumu görebiliyor musun? Yazması kolay, 6 harf: "Rağmen". Ama bu tek sözcük uçurum kadar fark yaratır. Bir de yaptıklarını insanlar sayesinde yapanlar vardır. "Bu işi yaptım" ve "Bu işi şunun, onun sayesinde yaptım" cümleleri arasındaki uçurumu da görebiliyor musun? Şimdi "Bu işi insanlara rağmen yaptım" ve "Bu işi insanlar sayesinde yaptım" cümleleri arasındaki o katlanmış farkın şiddetini anlayabiliyor musun? Fizikte bağıl hız diye bir şey vardır ya hani... İnsanlar sayesinde işlerini halledenler x hızıyla giderlerken, sen onlara zıt yönde x hızıyla gidersin. Fakat insanlara rağmen bir şeyler yapmaya çalışıyorsan, sen onlara göre -2x hızla geriye doğru gidersin. Zor iştir yani "rağmen"i göğüsleyebilmek. Düşündüğünden daha da zor. Çok isterdim Terminator olabilmeyi. Yok edici anlamına geliyor ama o manada Terminator değil, etkilenmeyen, umursamayan bir makine olabilmeyi... Yok bundan da vazgeçtim, istemezdim. Galiba zor olsa da makbul olanı bu. Makineleşmeden hayatta kalabilmek. İnsanlara rağmen bir şeyler yapabilmek. Bin kere yere yıkılsan da bin birinci kez "sikerim ananızı, hadi bir daha" deyip ayağa kalkabilmek. Ezmek için değil, bir gün sana ihanet edeceklerini bilsen de sırf Allah'ın rızasını kazanabilmek adına ezilenleri korumak için güçlü olabilmek. Makbul olanlar işte bunlar. Bak kapı orada, görüyorum, biliyorum. Hem de o kapı açık. Ama o kapıya yürüyecek mecalim yok. Çünkü şu an sadece kusuyorum. Aslında ben uzun yıllardır kusuyorum. Hiç kesilmeden kusuyorum. Genellikle sessiz, bazen öğürüp herkese duyurarak... Ben şu an sadece kusuyorum. İstediğimden değil, ihtiyacım olduğundan. Ben ağzımı çalkalamaya gidiyorum. Tarih: Cumartesi, Temmuz 02, 2016 72 yorum:

14 Temmuz 2016 Perşembe

atatürk ve stalin

GNRK Hakkımızda Konferans / Seminer Araştırmalar Referanslar İletişim Elektromanyetik Radyasyondan Korunmak için Pratik Öneriler Kullanmadığınız elektrikli aletleri ya kapalı tutunuz ya da fişten çıkarınız. Cihazlar "Stand by" konumunda kaldığı sürece elektromanyetik kirlilik yaratacaktır. LED, LCD veya plazma bilgisayar ekranlarını kullanmaya özen gösteriniz. Bilgisayar ekranı ile klavye arasına 1 m. mesafe koymaya çalışınız, ekran filtresi kullanınız. Ekonomi (halojen ve floresan) lambaları okuma lambası olarak kullanmamaya özen gösteriniz. Dinlendirici bir uykuya geçmek için en ideal koşulun yatak odasında TV ve bilgisayar bulundurmamak veya bu cihazların tamamen kapalı konumda olmasını sağlamak olduğunu hatırlayın. Elektrikli battaniyeyi yatağa girmeden kapatınız. Elektrikle çalışan radyolu çalar saatleri başınızdan mümkün olduğunca uzakta tutunuz, mümkünse pille çalışanlarını tercih ediniz. Saç kurutma makinesinin manyetik alanı yüksektir bu nedenle, sürekli kullanmak yerine aralıklarla kısa süreli kullanınız. Uyku düzeninizin bozulmaması için yatmadan hemen önce kullanmamayı tercih edebilirsiniz. Yatak odasında başucunuzdaki duvarla komşunuzda bir elektronik aletin bitişik durmamasını sağlamaya çalışınız. Tüm VDU'lerin (TV, bilgisayar) arkalarında ElektroManyetik (EM) alan daha büyüktür. Komşunuzda bu aletlerin nereye yerleştiğine dikkat etmeye çalışınız. Yatağınızı EM alanlardan mümkün olduğunca uzağa yerleştiriniz. Özellikle başucunuzun, herhangi bir elektromanyetik alan kaynağına uzak olmasına özen gösteriniz. Elektrikli cihazları prizden çekiniz, cep telefonunu kapatınız, zorunlu hallerde ise en az 1 metre uzakta tutunuz. Bebek odası dinleme cihazların (baby phone) kullanılması önerilmemektedir. Kullanılması zorunlu olduğu hallerde bebek yatağından uzak tutmaya özen gösteriniz. Bebek odaları, yatak odaları ve çocukların yakınında cep telefonu bulundurmamaya dikkat ediniz. Cep telefonlarını sohbet amaçlı kullanmayınız, kullanmadığınız sürede mümkünse kapalı tutunuz. Kalp üzerinde, göğüste açıkken taşımamaya dikkat ediniz. Kalp pili kullanıcılarının telefonu üzerlerinde taşıması önerilmemektedir. Cep telefonu kullanırken kesinlikle kablolu kulaklık kullanınız. Açık durumda iken vücudunuzdan mümkün olduğunca uzakta taşımaya özen gösteriniz. SAR değeri 1 W/kg’dan az olan veya sıfıra en yakın telefonları tercih ediniz. Çocuklarda ve gençlerde sinir sistemi ve beynin gelişimine devam ediyor olması dolayısıyla, yetişkinlerden daha çok risk altında olduğu bir gerçektir. Bu nedenle 16 yaş altındaki çocukların cep telefonu kullanmamaları, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilmektedir. Hamilelerin cep telefonu kullanması önerilmemektedir. Çocukların ve yaşlıların zorunlu olmadıkça cep telefonu kullanmamalarına özen gösteriniz. Cep telefonuyla konuşmak yerine mesajlaşmayı tercih etmek, cep telefonunu çekim gücünün zayıf olduğu yerlerde değil güçlü olduğu yerlerde kullanmak maruz kalınan EM alan seviyesini düşürebilir. Kablolu kulaklık olmadığı durumlarda telefonu açıp sonra kulağa götürülmelidir. Mümkünse hands-free (hoparlör) özelliği kullanılmalıdır. Kulağa götürülmesi durumunda telefonu birkaç cm uzakta tutmaya dikkat ediniz. Evde kablolu ev telefonu, dışarıda kablolu iş telefonu ve ankesörlü telefon kullanmaya özen gösteriniz. Kablosuz telefonlar da cep telefonu frekanslarında çalışmaktadır. Kablosuz telefonlar yerine klasik kablolu telefonları tercih ediniz. Kablosuz telefonu sohbet amaçlı kullanmamaya özen gösteriniz. İnternet bağlantısı için kablolu modem kullanılmalı. Bilgisayarda çalışırken bir antene çok yakın mesafede saatlerce oturuyorsunuz ve radyo frekans (RF) alanlara maruz kalıyorsunuz demektir. Bunu azaltmak ve önlemek için kablosuz teknolojilerini mümkün olduğunca kullanmamayı tercih ediniz. Wi-Fi (kablosuz erişim) özelliği olan dizüstü bilgisayar kullandığınızda ve açık tutulduğunda cihazınız bir anten görevi görür ve etrafınızdaki tüm RF dalgaları toplar. Kablosuz interneti kullanmadığınızda bilgisayarın Wi-Fi özelliğini kapatmayı unutmayınız. Restoran, otel, tatil sitesi gibi yerlerde kablosuz internet erişimi olmayanları tercih ediniz. Fotokopi makinelerinden (yüksek manyetik alan) en az 50 cm uzakta durmaya çalışınız. Elektrikli tıraş makinesini mümkünse şarjlı modellerini kullanmayı tercih ediniz. Tüplü (CRT) TV ekranlarından (ön ve arkasından) en az 2 m uzakta bulununuz. Mümkünse LED, LCD ve plazma ekranlar tercih edilmelidir. Mikrodalga fırın çalışırken 1 m mesafeden daha yakınında olmamaya özen gösteriniz. Gerekmedikçe kullanmayınız. Mümkünse çalıştırıldığında mutfakta bulunmayınız.

elektromanyetik alandan korunma

GNRK Hakkımızda Konferans / Seminer Araştırmalar Referanslar İletişim Elektromanyetik Radyasyondan Korunmak için Pratik Öneriler Kullanmadığınız elektrikli aletleri ya kapalı tutunuz ya da fişten çıkarınız. Cihazlar "Stand by" konumunda kaldığı sürece elektromanyetik kirlilik yaratacaktır. LED, LCD veya plazma bilgisayar ekranlarını kullanmaya özen gösteriniz. Bilgisayar ekranı ile klavye arasına 1 m. mesafe koymaya çalışınız, ekran filtresi kullanınız. Ekonomi (halojen ve floresan) lambaları okuma lambası olarak kullanmamaya özen gösteriniz. Dinlendirici bir uykuya geçmek için en ideal koşulun yatak odasında TV ve bilgisayar bulundurmamak veya bu cihazların tamamen kapalı konumda olmasını sağlamak olduğunu hatırlayın. Elektrikli battaniyeyi yatağa girmeden kapatınız. Elektrikle çalışan radyolu çalar saatleri başınızdan mümkün olduğunca uzakta tutunuz, mümkünse pille çalışanlarını tercih ediniz. Saç kurutma makinesinin manyetik alanı yüksektir bu nedenle, sürekli kullanmak yerine aralıklarla kısa süreli kullanınız. Uyku düzeninizin bozulmaması için yatmadan hemen önce kullanmamayı tercih edebilirsiniz. Yatak odasında başucunuzdaki duvarla komşunuzda bir elektronik aletin bitişik durmamasını sağlamaya çalışınız. Tüm VDU'lerin (TV, bilgisayar) arkalarında ElektroManyetik (EM) alan daha büyüktür. Komşunuzda bu aletlerin nereye yerleştiğine dikkat etmeye çalışınız. Yatağınızı EM alanlardan mümkün olduğunca uzağa yerleştiriniz. Özellikle başucunuzun, herhangi bir elektromanyetik alan kaynağına uzak olmasına özen gösteriniz. Elektrikli cihazları prizden çekiniz, cep telefonunu kapatınız, zorunlu hallerde ise en az 1 metre uzakta tutunuz. Bebek odası dinleme cihazların (baby phone) kullanılması önerilmemektedir. Kullanılması zorunlu olduğu hallerde bebek yatağından uzak tutmaya özen gösteriniz. Bebek odaları, yatak odaları ve çocukların yakınında cep telefonu bulundurmamaya dikkat ediniz. Cep telefonlarını sohbet amaçlı kullanmayınız, kullanmadığınız sürede mümkünse kapalı tutunuz. Kalp üzerinde, göğüste açıkken taşımamaya dikkat ediniz. Kalp pili kullanıcılarının telefonu üzerlerinde taşıması önerilmemektedir. Cep telefonu kullanırken kesinlikle kablolu kulaklık kullanınız. Açık durumda iken vücudunuzdan mümkün olduğunca uzakta taşımaya özen gösteriniz. SAR değeri 1 W/kg’dan az olan veya sıfıra en yakın telefonları tercih ediniz. Çocuklarda ve gençlerde sinir sistemi ve beynin gelişimine devam ediyor olması dolayısıyla, yetişkinlerden daha çok risk altında olduğu bir gerçektir. Bu nedenle 16 yaş altındaki çocukların cep telefonu kullanmamaları, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilmektedir. Hamilelerin cep telefonu kullanması önerilmemektedir. Çocukların ve yaşlıların zorunlu olmadıkça cep telefonu kullanmamalarına özen gösteriniz. Cep telefonuyla konuşmak yerine mesajlaşmayı tercih etmek, cep telefonunu çekim gücünün zayıf olduğu yerlerde değil güçlü olduğu yerlerde kullanmak maruz kalınan EM alan seviyesini düşürebilir. Kablolu kulaklık olmadığı durumlarda telefonu açıp sonra kulağa götürülmelidir. Mümkünse hands-free (hoparlör) özelliği kullanılmalıdır. Kulağa götürülmesi durumunda telefonu birkaç cm uzakta tutmaya dikkat ediniz. Evde kablolu ev telefonu, dışarıda kablolu iş telefonu ve ankesörlü telefon kullanmaya özen gösteriniz. Kablosuz telefonlar da cep telefonu frekanslarında çalışmaktadır. Kablosuz telefonlar yerine klasik kablolu telefonları tercih ediniz. Kablosuz telefonu sohbet amaçlı kullanmamaya özen gösteriniz. İnternet bağlantısı için kablolu modem kullanılmalı. Bilgisayarda çalışırken bir antene çok yakın mesafede saatlerce oturuyorsunuz ve radyo frekans (RF) alanlara maruz kalıyorsunuz demektir. Bunu azaltmak ve önlemek için kablosuz teknolojilerini mümkün olduğunca kullanmamayı tercih ediniz. Wi-Fi (kablosuz erişim) özelliği olan dizüstü bilgisayar kullandığınızda ve açık tutulduğunda cihazınız bir anten görevi görür ve etrafınızdaki tüm RF dalgaları toplar. Kablosuz interneti kullanmadığınızda bilgisayarın Wi-Fi özelliğini kapatmayı unutmayınız. Restoran, otel, tatil sitesi gibi yerlerde kablosuz internet erişimi olmayanları tercih ediniz. Fotokopi makinelerinden (yüksek manyetik alan) en az 50 cm uzakta durmaya çalışınız. Elektrikli tıraş makinesini mümkünse şarjlı modellerini kullanmayı tercih ediniz. Tüplü (CRT) TV ekranlarından (ön ve arkasından) en az 2 m uzakta bulununuz. Mümkünse LED, LCD ve plazma ekranlar tercih edilmelidir. Mikrodalga fırın çalışırken 1 m mesafeden daha yakınında olmamaya özen gösteriniz. Gerekmedikçe kullanmayınız. Mümkünse çalıştırıldığında mutfakta bulunmayınız.

menderes neden idam edildi

Adnan Menderes Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ulu önderimizin yol arkadaşı Rahmetli İsmet İnönü'nün çok partili rejimi uygulamaya geçirmesi sayesinde iktidar olmuş ve Amerika bu dönemde bizi resmen teslim almıştır. Ayrıca Adnan Menderes'in yaptığı en önemli olay DİN'i SİYASET'E ALET ertmek oldu. ondan sonraki iktidarlar bunu geliştirdiler ve şu anda ülkemizde neredeyse ELHAMDÜLİLLAH demeyenin yada iktidar gibi düşünmeyenin işleri ters gideceği için her gördüğüne selamünaleyküm hacım dediği yaşadığımız ortamı başlatan adamdır. bir insanın idam edilmesi ve hemde halkın önünde devlet eliyle yapılması hiç hoş bir şey değildir. idam kararı için yapılan suçlamalar bir insanı (üstelik başbakan) idam etmeye yetiyorsa, daha sonrakiler ve halihazırdakilerin çoğunu kurşuna dizmek gerekir... en büyük hatası abd nin ve din tüccarlarının güdümüne girmesidir. İsmet İnönüde Atatürk'ün kapattığı tekke ve zaviyeler ve tarikatların kökünü kurutmadan milli eğitimi Adnan Menderes zihniyetine teslim etmiştir. Allah taksiratını affetsin.. Beki Serkan Erhan'ın fotoğrafı. Beki Serkan Erhan, Fatma Tosunoğlu ve 3 diğer kişi ile birlikte. 11 Ocak 2013 · MENDERES NEDEN İDAM EDİLDİ. BİLMEYENLER YAZININ TAMAMINI OKUSUN menderes neden idam edildi Adnan Menderes Yassıada da 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13:21'de idam edildi. Adnan Menderes neyle suçlanmıştı? 1- Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek, 2- 6-7 Eylül Olayları'na önceden haberi olduğu halde olarak müdahale etmemek, 3- Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak, 4- Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak, 5- Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak, 6- Halkı Demokrat izmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek 7- Kırşehir'in haksız olarak ilçe yapılması, 8- Yargı bağımsızlığının ihlali, 9- Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatılması, 10- CHP'nin mallarına "haksız" yere el konulduğu iddiaları, gibi nedenlerle. Peki bunlar idam cezası için yeterli mi? Bence hiçbir suçun cezası idam olamaz, idama tamamen karşıyım. Fakat Menderes de idama karşı mıydı? Elbette değil, 1951-1960 yılları arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi. idamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955'te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin'di. infazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı. Suçu neydi? Rusya için casusluk yapmak. Menderes'in başka suçları yok muydu? Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme gelmeyenlerdi. ABD'nin tepkisinden çekinen Gürsel hükümeti aşağıdakileri hiç gündeme getirmedi. 1- 1951 yılında Menderes hükümeti Kore Savaşı'nda Amerika için asker gönderdi. Amerikan çıkarları için bine yakın vatan evladı Kore'de yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı. 2- 1952'de NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kurdu. 3- 1954 yılında Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. 4- Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları için kapatıldı. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra ismet inönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapatıldılar 5- Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransa'yı destekledi. 6- 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteci iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm oldu. 7- "Tahkikat Komisyonu"nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti. Komisyon 5 kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasakladı. 8- ismet inönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi 9- Turan Emeksiz hükümete karşı istanbul Üniversitesi'nde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı. 10- Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rifat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melehat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve ilhan Dizdaroğlu 'görülen lüzum üzerine' re'sen günde emekliye sevkedildiler. Aslında Menderes hükümeti, ordu darbe yapacak gerekçesiyle daha 6 Haziran 1950'de, Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etti. 1950-1960 DP hükümetinin kısa bir değerlendirmesini yapmaya çalıştım. Başbakan Erdoğan, Menderesin ölüm yıldönümü ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı Necip Fazıldan şiir okuyarak tamamladı. Ben de Nazım Hikmettin bir şiiri ile yazımı tamamlıyorum. O şiirde belki Menderesin niçin idam edildiğini de bulabilirsiniz. KORE'DE ÖLEN BiR YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDiKLERi DiYET Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki gözünüzle bakarsınız, iki kurnaz, iki hayın, ve zeytini yağlı iki gözünüzle bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli ve topraklarına çiftliklerinizin ve çek defterinize. Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki elinizle okşarsınız, iki tombul, iki ak, vıcık vıcık terli iki elinizle okşarsınız pomadalı saçlarınızı, dövizlerinizi, ve memelerini metreslerinizin. iki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, ve bütün kaygınız iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri halkın tekmesinden korumaktır. Benim gözlerimin ikisi de yok. Benim ellerimin ikisi de yok. Benim bacaklarımın ikisi de yok. Ben yokum. Beni, Üniversiteli yedek subayı, Kore'de harcadınız, Adnan Bey. Elleriniz itti beni ölüme, vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan ve ben al kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız için kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip. Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey, ölüler otomobilden hızlı gider, kör gözlerim, kopuk ellerim, kesik bacaklarımla peşinizdeyim. Diyetimi istiyorum, Adnan Bey, göze göz, ele el, bacağa bacak, diyetimi istiyorum, alacağım da. 25 Haziran 1959 —

13 Temmuz 2016 Çarşamba

çanakkale şehitleri

ÇANAKKALE’DE ŞEHİT OLAN SURİYELİLER YALANI… Temmuz 9, 2016 cumhurbaşkanımız recep tayyip erdoğan’ın saçma suriye politikasına destek olmak adına uydurulan yalandır. buna göre çanakkale savaşlarında en fazla şehidi halep ve şam vilayetlerinden vermişiz. peki bu doğru mu? gerçekten çanakkale savaşlarında en fazla şehit verdiğimiz bölgeler bu vilayetler mi? bu vilayetlerden çanakkale savaşlarına kaç kişi katıldı? katılanlar arap mıydı? öncelikle çanakkale savaşlarında verdiğimiz şehitlerin vilayetlerine bakalım. çanakkale savaşlarında verdiğimiz şehit sayısı 57.000(elli yedi bin) dir. 11.000’de kayıp askerimiz var(akibeti meçhul) bu 11 bin kayıp içinde firar edeni de var, esir düşüp akibetinden haberdar olunamayanı da. yani toplam kaybımız 68-70 bin civarındadır. şu an itibariyle genelkurmay’ın, daha doğrusu kara kuvvetleri komutanlığı’nın resmi internet sitesinde “çanakkale şehitleri”ne dair tek bir belge bulunmamakta. eskiden vardı. çanakkale’de şehit düşen kahramanlarımızın isimleri, baba adları, kütükleri, geldikleri iller vardı. ama şu an bu suriye goygoyu dolayısıyla bu istatistiki bölüm kaldırılmış. kara kuvvetleri komutanlığı’nın resmi sitesinde böyle bir belge yok. belli ki buraya girip suriyelilerin de suriye’de savaşıp şehit olduğu uydurması ortaya çıkmasın diye rica ile kaldırtılmış. herneyse, dedikodularla işimiz yok. biz gerçeklere bakalım, kara kuvvetleri bilerek mi, rica ile mi kaldırdı emin değiliz. dedikodu yapmanın alemi yok. suriyeci tayfa diyor ki; “suriyelileri vatandaş yapalım, çünkü onlar osmanlı. çünkü onlar çanakkale’de savaştı, şehit düştü…” hatta ileri gidiyorlar, “çanakkale savaşlarında en çok şehit veren 3 il” diye uydurma istatistikler paylaşıyorlar. 1-halep 2-şam 3-bursa. halep 8000 şehit vermiş, şam da 6000. rakamlar değişkenlik gösteriyor, ama yalanlar bir. böyle yaparak suriyeli arapları yüceltmeye çalışırken bursa’nın, kastamonu’nun, konya’nın, balıkesir’in hakkını yiyorlar. zira bursa, kastamonu, konya ve balıkesir çanakkale’de en fazla şehit veren illerimiz. elbette çanakkale’de savaşmış, şehit düşmüş suriyeliler var. ama bu suriyelilerin yüzde 90’ı türkmen. halep’in bir türk şehri olduğunu bilmeyenler, unutanlar, çanakkale şehitliklerinde “halep” yazılı levhaları gördüklerinde bu suriyeli mültecilerin atalarının gelip burada şehit düştüğünü zannediyorlar malesef. çanakkale savaşlarında görev almış tam 4 tane “`halep türkmen taburu`” var. çanakkale savaşlarında görev almış arap taburları da var. ama çanakkale savaşlarında firar eden 70 bin de asker var ve bu firarilerin tamamı kürtler ve araplardan oluşuyor. şehit düşen arap yok mu? var tabi. örneğin bugün suriye ve lübnan’da bulunan `mikdat aşireti` 50 civarında şehit vermiş. bu aşiretin tamamı şii-nusayri arap. konu dışı not: (mikdat aşireti örneğini özellikle verdim, birkaç yıl evvel lübnan’da türk vatandaşı kaçırmışlardı da stratejik derinlik uzmanı ahmet davutoğlu neden kaçırdıklarını anlamamıştı. oysa mikdat aşireti 2. abdülhamid tarafından madalya ile ödüllendirilmiş bir aşiretti. ama yeni osmanlıcıların bundan da haberi yoktu.) herneyse, rakamlar ile konuşmaya başlayalım yavaştan. efendim 1914 yılı itibariyle osmanlı’nın halep vilayeti’nin nüfusu 1.100.000’dir.(bir milyon yüz bin) iş bu tarihte halep vilayetine bağlı sancaklar şunlardır; -halep sancağı.(halep, antakya, iskenderun, idlip gibi şehirler halep sancağının kazasıydı) -antep sancağı,(antep, kilis vb) -maraş sancağı, -urfa sancağı, -zor sancağı, -cebelisemaan sancağı. işte bu halep vilayeti toplamda 6 sancak merkezinden müteşekkil olup bu 6 sancak merkezinin 3 tanesinin tamamı bugün türkiye sınırları dahilinde olup, halep sancağının da pek çok kazası ülkemiz sınırları içindedir. nüfustan gidersek, 1914 yılı halep sancağının 1 milyon 100 bin nüfusunun 700 bini bugünkü türkiye cumhuriyeti sınırları dahilindeki merkezlerdedir. yani, 1914 yılında halep vilayetinden çanakkale savaşlarına katılabilecek toplam nüfus 400 bin civarındadır, bu nüfus içinde araplar, kürtler, süryaniler, yezidiler, ermeniler, rumlar ve türkmenler bulunmaktadır… artık halep vilayetinden gelip de çanakkale’de silah altına alınmış kaç arap vardır varın siz hesap edin. bu demografik bilgiler ışığında soruyorum, halep vilayetinden çanakkale’ye gelen araplar 8000 ya da 6000 şehit vermiş olabilir mi? bu soruyu cevaplarken lütfen firar eden 70.000 askeri de hesaba katın. halep vilayeti 1914 nüfus verileri; geçelim. evet geçelim en çok şehit verdiği iddia edilen bir başka merkez olan şam(suriye) vilayetine. bu vilayetimizin de 1914 itibariyle nüfusu 950.000 civarındadır. bu nüfusunda yüzde 60’tan fazlası arap olan bu vilayetimiz değil çanakkale cephesine asker vermek, bizzat içinde bulunduğu filistin cephesine dahi asker göndermemiş, filistin ve sina cephelerinde türk askerleri çarpışırken bunlar lawrence’in başlattığı arap isyanına dahil olmuş ve osmanlı’yı arkadan vurmuşlardır. sırf `megiddo muharebesi`nde osmanlı’ya karşı savaşan 50.000 suriyeli vatan haini vardır. hemen yanıbaşında suriye-filistin-sina cepheleri varken, suriye(şam)vilayetinden gelip çanakkale’de savaşmak mantık dışıdır. kendi cephelerinde savaşmamış şam araplarının çanakkale’de şehit düştüğünü söylemek cahilliktir, deliliktir, zır deliliktir. ama hak yememek lazım. çanakkale’de bazı suriyeli araplar var. tarih yazıyor onları. örneğin kurmay binbaşı şamlı lütfi gibi. şamlı lütfi su katılmamış bir hain ve ingiliz işbirlikçisidir. yanındaki suriyeli subaylar ile birlikte anafartalar muharebelerinde ingilizler ile işbirliği içinde bulunmuş, mustafa kemal tarafından cepheden uzaklaştırılmış, daha sonra döndüğü memleketinde yine ingilizler ile işbirliği içinde olduğundan dolayı vatana ihanetten idam edilmiştir. keza suriyeli lütfi gibi binbaşı mustafa da şamlı bir vatan hainidir, o da vatana ihanetten dolayı idam edilmiş bir suriyelidir. bu anafartalar muharebelerindeki suriyeli ihanetine şurada değinmiştik; (bkz: Çanakkale’de Osmanlıya ihanet eden Suriyeli…) bunun dışında alman istihbarat raporlarına göre, çanakkale cephesinde silah altına alınan kürt unsur 12.000 iken, arap unsur(şii-sünni karışık) toplam 10.000’dir. osmanlı ordusu’nun yönetimini elinde tutan almanlar çanakkale cephesi için 10.000 arap askere alıyor ki bunların içinde filistinlisi, ürdünlüsü de var, ama bizim suriye sevicileri çanakkale’de 14-15000 suriyeli’nin şehit düştüğünü ilan ediyor. komediye bakın. şimdi bütün bunların ışığı altında hala çanakkale’de halep’ten 8000, şam’dan 6000 şehit suriyeli kardeşimiz var diyecek çıkar mı acaba? osmanlı devleti 1914 nüfus istatistikleri;

gazi köprüsünün maliyeti!

Osman Gazi Köprüsü Bize Ne Kazandıracak? Osman Gazi Köprüsü Osman Gazi Köprüsü’nün inşaatı 3 sene gibi kısa bir sürede tamamlandı ve 2016 Ramazan Bayramı öncesi kullanıma açıldı. Her ne kadar bayram tatili süresince ücretsiz olsa da Osman Gazi Köprüsü’yle alakalı hepinizin aklını kurcalayan bir nokta var: 89 TL’lik geçiş ücreti ve devletin işletmeci firmaya verdiği günlük 40.000 araçlık geçiş garantisi. Osman Gazi Köprüsü Dünya'nın en büyük 4, Avrupa'nın en büyük 2. asma köprüsü ünvanını taşıyor. İzmit Körfezi’nin en dar yerine (Dilovası-Hersek arasına) inşa edilen bu köprünün uzunluğu 2.682 metre. Osman Gazi Köprüsü Genel Bilgileri Yapımında yaklaşık 8 bin personelin, 1500 iş makinesinin çalıştığı; 4 milyar TL maliyetli bu mühendislik harikası yapının beni rahatsız eden taraflarından bahsetmek istiyorum. Öncelikle Osman Gazi Köprüsü’nün İstanbul-İzmir otoyol ihalesi kapsamında yap-işlet-devlet modeli ile ihale edildiğini belirtelim. Yani devlet bu köprünün inşaatına herhangi bir bedel ödemedi. İnşaata ait bütün maliyetler ihaleyi alan firma tarafından karşılandı. Tabi bu yatırımın karşılığı olarak, sözleşme tarihinden itibaren(2013) 22 yıl boyunca bu yollardan elde edilecek bütün geçiş ücretleri de girişimci(!) firmaya bırakıldı. Aslında devletin kasasından ücret çıkmadan köprülere, otoyollara sahip olması son derece faydalı bir yapı gibi görünüyor lakin bu faydalı yapıyı biz vatandaşlara zehir eden 2 husus var; Devletin girişimci(!) firmaya yıllık 14.6 milyon(günlük yaklaşık olarak 40.000) araç geçeceğine garanti vermesi ve eğer geçmezse aradaki farkı ben size öderim demesi. Arabanızla İzmit Körfezi’ni dolandığınızda ortalama 15–20 TL yakıt tüketmenize rağmen Osman Gazi Köprüsü’nde 1. sınıf araçlar için bile 89 TL gibi bir astronomik rakam belirlenmiş olması. Bu 2 husus üzerinden kaba bir matematik yaptığınızda ortaya çıkan rahatsız edici kazancı görebiliyorsunuz. 89 TL (Geçiş ücreti ) x 40.000 (Günlük araç garantisi) = 3.5 milyon TL Girişimci(!) firma günlük 3.5 milyon TL gelir getiren bu köprü ile yılda yaklaşık 1.3 milyar TL gelir elde ediyor. 2035 yılına kadar köprünün gelirini alacağına göre 19 sene boyunca toplamda yaklaşık 25 milyar TL almayı garantiledi. Yani 4 milyar TL’ye mâl edilen köprü en az 25 milyar TL’ye bu millete satılmış durumda. (En az diyorum çünkü otomobil için 89 TL olan geçiş ücreti kamyonlar için 250 TL’den fazla.) Osman Gazi Köprüsü Devletin verdiği araç garantisi sayesinde vatandaşlar olarak biz köprüyü pahalı bulup geçmesek bile bizim ödediğimiz vergilerle 20 sene içerisinde girişimci(!) firmaya 15-20 milyar TL arasında kâr ettirilecek. İhaleye daha geçiş açıdan bakabilmek adına köprünün ülkeye sağladığı benzin ithalat azalışını da hesaplamak lazım. Bir aracın 100 km’de ortalama 6 litre yakıt tükettiğini düşünürsek İzmit Körfezi’ni(80 km) dolaşan bir araç fazladan 5 litre yakıt tüketecektir. 1 litre benzinin devlete maliyeti yaklaşık 1.5 TL’dir ben buna 2 TL diyorum yani her araç için 10 TL benzin parası ülke olarak cebimizde kalıyor. Devletin garanti ettiği rakam üzerinden kabaca bir matematik yaparsak; 10 TL (Yakıt kârı) x 40.000 (Günlük araç garantisi) = 400 bin TL (günlük yakıt tasarrufu) Yılda yaklaşık 150 milyon, 20 yıllık süreçte ise en az 3 milyar TL gibi bir bedelin cebimizde kaldığını görüyoruz. (En az diyorum çünkü kamyonların tükettikleri yakıtlar çok daha fazla.) Bütün bu hesapları göz önüne aldığımızda millet olarak 20 senede 3 milyar TL ödememek için 25 milyar TL ödemeyi göze almış olduğumuzu görüyorum. Yaşadığım ülkede gelişmiş yollar, tüneller, köprüler görmek beni son derece mutlu etse de bu yapıların çevreyi ve ekolojik sistemi hiçe sayılarak inşa edilmesi, halkın gelir düzeyinden bağımsız geçiş ücretlerine sahip olması ve toplumsal gelişmenin sadece bu yapılarla olacağına inanılmasını doğru bulmuyorum. Esen kalın.

10 Temmuz 2016 Pazar

rus-ışıd petrol açıklaması

Şok! Rusya'dan Erdoğan ve Ailesine Ürkütücü Suçlama! 30.0k 17 Rusya Savunma Bakanlığı Suriye'deki IŞİD militanlarının finansal kaynaklarına dair kanıtlar da sunacakları bir basın toplantısı düzenledi. Rus yetkililer, Suriye’deki IŞİD militanlarının mali kaynakları ve petrol gelirlerine ilişkin Rusya Savunma Bakanlığı’nın elindeki kanıtların, bakanlığın sitesinde yayına sunulacağını açıkladı. Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoly Antonov, IŞİD’i yenmek için yasadışı petrol ticareti kanallarının ve alt yapısının yok edilmesi gerektiğini söyledi. Antonov, “Suriye’den yasadışı şekilde satılan petrolün ana güzergahı Türkiye” dedi. 'IŞİD'DEN TÜRKİYE'YE PETROL TİCARETİNİN ÜÇ ANA GÜZERGAHI VAR' Açıklamada şu ifadelere yer verildi: — IŞİD kontrolündeki bölgelerden Türkiye’ye yapılan petrol ticaretinin üç ana güzergahını belirledik. Suriye ve Irak’taki yasal sahiplerden çalınan bu petrollerin ana tüketicisi, Türkiye’dir. Verilere göre bu yasa dışı ticarete Türkiye’nin üst düzey siyasi yönetim kadrosu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi karışmıştır. Biz daha önce birçok kez teröristlerle flört edilmesinin tehlikelerinden bahsettik. — Bölgede komşu ülkelerden petrol çalan Türk elitleri ve çetelerden oluşan ortak bir ekip çalışıyor. Binlerce tankerden endüstriyel nitelikte çok büyük boyutta petrol, boru hatlarıyla Türkiye’ye ulaştırılıyor. 'RUSYA'NIN OPERASYONLARI SONUCU TERÖRİSTLERİN GELİRİ YARIYA DÜŞTÜ' — Son iki aydır devam eden Rusya’nın hava operasyonunda IŞİD’e ait 32 petrol üretim tesisi ve 11 petrol rafinerisi yok edildi. — Rus Hava Kuvvetleri’nin Suriye’deki operasyonları sonucu teröristlerin yasa dışı petrol ticaretinden elde ettiği günlük gelir 3 milyar dolardan 1.5 milyar dolara indi. 'ERDOĞAN VE AİLESİNİN IŞİD'İN YASADIŞI PETROL SEVKİYATIYLA DOĞRUDAN İLİŞKİSİ VAR' — Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin, Suriye'de IŞİD'in elinde olan petrol yataklarından yapılan yasadışı petrol sevkiyatlarıyla doğrudan ilişkisi var. — Kasım ayında Türkiye sınırı yakınlarında 16 bin 260 adet petrol tankeri görüldü. Tanker sürücülerinden bazıları yüzlerini hırsız gibi maskelerle kapatıyordu. Uzaydan çekilen görüntüler, tankerlerin sınırı geçtikten sonra Türkiye’de ilerlemeye devam ettiğini gösterdi. Suriye ve Irak topraklarından Türkiye'ye yapılan petrol sevkiyatlarının güzergahları 'SEVKİYAT ROTASI BATMAN'DA SONA ERİYOR' — Ana petrol sevkiyat rotalarından biri Türkiye sınırı yakınında. Petrol sevkiyat rotası Suriye'nin doğusundan başlayıp Türkiye'ye gidiyor ve Batman'daki bir rafineride sona eriyor. 'RUSYA, TÜRKİYE'NİN PETROL HIRSIZLIĞINI AÇIKLAMAYA DEVAM EDECEK' — Suriye’deki IŞİD militanlarının mali kaynakları ve petrol kamyonlarına ilişkin Rusya Savunma Bakanlığı’nın elindeki bilgiler, bakanlığın sitesinde genel erişime hazır olarak yayına sunulacak. — Terör örgütlerini finanse etmek için yasadışı petrol ticaretinin nasıl kullanıldığını gösteren kanıtları sunduk. Rusya, Türkiye’nin komşularından yaptığı hırsızlığa ilişkin gerçekleri açıklamaya devam edecek. Gelecek hafta da Türkiye'nin IŞİD'e yardım ettiğini gösteren bilgiler yayınlayacağız. — Rusya Suriye'de IŞİD'in petrol tesislerini vurmaya devam edecek. ​'ERDOĞAN'IN İSTİFASI TÜRKİYE HALKINA BAĞLI' — Bizim amacımız Erdoğan’ın istifa etmesi değil, bu Türkiye halkına bağlı.

sahte zeytin yağı firmaları

Bu markalar sahte zeytinyağı satıyor 09 Temmuz 2016 Cumartesi 19:43 bu-markalar-sahte-zeytinyagi-satiyor Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yaptığı kontrollerde belirlediği hileli gıda üreten firmalar ilan etti. Zeytinyağında yine dev firmalar var. Sahtekarlıkta Aydın, Manisa, Akhisar, Balıkesir ve İzmir başı çekti. Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın internet sitesinden yapılan duyuruda 2015 yılında 724 bin 379 resmi kontrol yapıldığı bildirildi. Bu kapsamda, kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş ve değiştirilmiş ürünlere ait bilgiler liste halinde yayınlandı. Zeytinyağından, et ve süt ürünlerine kadar onlarca firma ve marka ne şekilde sahtecilik yapıldığı de belirterek kamuoyuna ilan edildi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın geçtiğimiz yıl yaptığı kontrollerde belirlediği hileli gıda üreten firmaları yılın son gününde ilan etti. Zeytinyağında yine dev firmalar var. Bazı firmaların üst üste 3. Kez tağşişli yağ sattığının tespit edilmesi ise şaşkınlık yarattı. Keskinoğlu, Verde ve Yonca Gıda'nın belirtilen ürünlerinde sahtekarlığa rastlandı. Yonca'nın Sırım marka yağında, Keskinoğlu'nun Migros, Verde'nin ise Carrefour marka yağlarında hile saptandı. Sahtekarlıkta Aydın, Manisa, Akhisar, Balıkesir ve İzmir başı çekti. FİYATI ARTAN ZEYTİNYAĞINDA SAHTECİLİK ZİRVEDE, DEV FİRMALAR VAR Son günlerde zeytinyağı fiyatlarının artması nedeniyle sızma zeytinyağı diye satılan yağların içine çiçek yağı karıştırıldığı saptandı. Yakayı ele veren sahtecilere 14 bin lira para cezası verildi. AKP DÖNEMİNDE KADIN OLMAK 12345678910 İŞTE SAHTE ZEYTİNYAĞLARININ MARKALARI Bakanlığın açıkladığı taklit, tağsiş ve ürününde ilaç etken maddesi bulunan firma ve markalar şunlar: 1- Körfez Gıda Paketleme İsmail KAÇKAN Ayvalık/BALIKESİR Riviera Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı(tohum yağlarının tespiti) Markası: Körfezbirlik. 2- Verde Yağ Besin Maddeleri San. Tic. A.Ş. Torbalı/İZMİR Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ Asidi Etil Esterleri) Carrefour. 3- Akmert Zeytincilik-Levent ÜNSAL Akhisar/MANİSA Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı(tohum yağlarının tespiti) Ünsal Mert. 4- Can Zeytinleri Gıda Tarım Komisyon İthalat İhracat San. Tic. Şti. Akhisar/MANİSA Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ Asidi Etil Esterleri) Olbia. 5- Körfez Gıda Paketleme İsmail KAÇKAN Ayvalık/BALIKESİR Natürel Sızma Zeytinyağı ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti) Körfezbirlik. 6- Yonca Gıda San. A.Ş Yunusemre/MANİSA Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ Asidi Etil Esterleri) Sırım. 7- Gürtaç Gıda Yerli Ürün Tic.-Mustafa TAÇ Köşk/AYDIN Natürel Birinci Yemeklik Sıvı Yağ (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti), trans yağ asitleri, U.V özgül soğurma) Gürtaç. 8- Gürtaç Gıda Yerli Ürün Tic.-Mustafa TAÇ Köşk/AYDIN Natürel Birinci Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti),trans yağ asitleri, U.V özgül soğurma) Gürtaç. 9- Alabaylar Yağ.I Iayv.Tar.Petrol Ürn.lhr.İth.San ve Tic. Ltd.Şti-İdris ALABAY Köşk/AYDİNNatürel Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti) yağ asidi etil esterleri) İdris Alabay Özgem. 10- Keskinoğlu Tav. ve Dam. İşi. San. Tic. A.Ş Akhisar/MANİSA Riviera Zeytinyağı Eritrodiol uvaol toplamı ve mumsu madde miktarı (pirina yağı tespiti) Migros. 11- Varpa Gıda San. Tic. Ltd. Şti. Efeler/AYDIN Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti). 12- İsmail BÖLÜK Köşk/AYDİN Natürel Birinci Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti) İsmail Bölük. 13- Ege Sele Zeytincilik- Ayben AKARPINAR YAŞKIŞ Gemlik/BURSA Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti),trans yağ asitleri) Ege Sele. 14- Gümüşoğlu Sofralık Zeytin İşletmesi-Murat GÜMÜŞ Nizip/GAZİANTEP Natürel Birinci Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, mumsu madde miktarı, ECN-42 farkı(tohum yağlarının tespiti) Murat Gümüş. 15- Şeref Gıda Korucuk/DENİZLİ Riviera Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı(tohum yağlarının tespiti) Zeysun. 16-BFM Gıda Tarım Taşımacılık Teks. San. Tic.Ltd. Şti. Buharkent/AYDIN Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, U.V özgül soğurma, mumsu madde miktarı, ECN-42 farkı(tohum yağlarının tespiti) Zeytinkent. 17-BFM Gıda Tarım Taşımacılık Teks. San. Tic.Ltd. Şti. Buharkent/AYDIN Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı(tohum yağlarının tespiti) Zeytinkent Riviera Zeytinyağı. 18- Şifa Zeytinyağları ve Sabun Tic. Ltd.Şti. Antakya/HATAY (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ECN-42 farkı (tohum yağlarının tespiti)) Hasdağ Rafine Vinterize Ayçiçek Yağı. 19-Pekmezler Yağ Sabun ve Pamuk San. Tic. A.Ş Şehitkamil/GAZİANTEP (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Nergiz Rafine Vinterize Yemeklik Ayçiçek Yağı. 20- Simay Yağ ve Çay Sanayi Tic. Ltd.Şti. Belen/HATAY (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Kerem Ayçiçek Yağı. 21- Simay Yağ ve Çay Sanayi Tic. Ltd.Şti. Belen/HATAY (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Simay Demirgöksel. 22- Simay Yağ ve Çay Sanayi Tic. Ltd.Şti. Belen/HATAY Rafine Vinterize Yemeklik Ayçiçek Yağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Simay Demirgöksel. 23-Simay Yağ ve Çay Sanayi Tic. Ltd.Şti. Belen/HATAY Rafine Vinterize Yemeklik Ayçiçek Yağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Simay Demirgöksel Rafine Vinterize Yemeklik Ayçiçek Yağı. 24- Simay Yağ ve Çay Sanayi Tic. Ltd.Şti. Belen/HATAY (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Simay Demirgöksel. 25- Kurtuluş Yağ Tarım Ürünleri Zeytin Zeytinyağı Sabun İmalat Nakliye Hayvancılık Gıda Pazarlama San. ve Tic. A.Ş. Kapaklı Köyü/MANİSA Rafine Vinterize Yemeklik Mısır Yağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, mısır yağından başka tohum yağları tespiti) Gülce. 26- Kurtuluş Yağ Tarım Ürünleri Zeytin Zeytinyağı Sabun İmalat Nakliye Hayvancılık Gıda Pazarlama San. ve Tic. A.Ş. Kapaklı Köyü/MANİSA Rafine Vinterize Yemeklik Ayçiçek Yağı (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Gülce Rafine Vinterize Yemeklik Ayçiçek Yağı. 27- Ata Ticaret-Serkan KURTULUŞ Akhisar/MANİSA (Yağ asitleri kompozisyonu, sterol kompozisyonu, ayçiçek yağından başka tohum yağları tespiti) Ege Gülcem.(Kaynak:www.İzmiryazıyor.com) Haberin etiketleri: zeytinyağında sahtecilik, zeytinyağı

7 Temmuz 2016 Perşembe

% 49 nasıl sağlandı..SEÇSİS.

Acaba SEÇSİS bizim oyları böyle mi saydı? 2000 yılın ABD başkanlık seçimlerinde evlât Bush'un lehine hile karıştığı iddialarından sonra Bilgisayar programcısı Clint Curtis, ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu Demokrat Parti üyeleri önünde 13 Aralık 2004'de ifade veriyor. Clint Curtis seçim sonuçlarını yazılımla istenilen şekilde değiştirdiğini anlatıyor. Hakim: -Sayın Curtis zabıtlar için adınızı ve soyadınızı verin lütfen Sanık: -Adım Clinton Eugene Curtis Hakim: -Nerede oturuyorsunuz? Sanık: -Tallahassee Florida Hakim: -Mesleğiniz Nedir? Sanık: -Ben bilgisayar programcısıyım. Hakim: -Lütfen mikrofona doğru konuşun ki salondakiler ifadenizi duyabilsinler. Sanık: -Ben bilgisayar programcısıyım. Hakim: -Sayın Curtis seçim sonuçlarını dışarıdan görünmeyecek şekilde ayarlayabilecek yazılımlar var mı? Sanık: -Evet. Hakim: -Nereden biliyorsunuz? Sanık: -Çünkü 2000 Ekim'in de şimdi kongre üyesi olan Tom Feeney için Oviedo Florida da çalıştığım şirkette bu işlemi yapacak bir prototif yazdım. Hakim: -Ve bu işlem dediğiniz bir seçim sonuçlarını ayarlamak mı? Sanık: -Hangi seçimde, kimin kazanmasını istiyorsanız oyları %49, %51 olarak ayarlarlar. Hakim: -Hazırladığınız bu program seçim sandığı görevlileri, bölge seçim sorumluları tarafından fark edilebilir mi? Sanık: -Görmeleri imkansız. Hakim: -Bu soruya yanıtınızı tekrarlar mısınız? Sanık: -Görmeleri imkansız. Hakim: -Bu böyle seçim sonuçlarını ayarlayan görünmeyen bir programın varlığı nasıl anlaşılabilir? Sanık: -Yani orjinal yazılımı görmeniz ya da oy pusulalarını sayıp sonuçla karşılaştırmanız lazım başka bir şekilde anlaşılması imkansız. Hakim: -Tamam Sayın Curtis sizden veya sizin deneyimlerinize sahip başkalarından Ohio seçimlerini bu türlü sonuçları ayarlayan yazılımlardan koruyacak bir program istenseydi yazabilir miydiniz? Sanık: -Seçim sonuçlarını ayarlayacak program yazmamız istenseydi? şüphesiz kim olsa yapabilir bunu Hakim: -Hayır Ohio'yu bu tür ayarlamalardan koruyacak bir program yazabilir miydiniz? Sanık: -Hayır ! Yazılıma bakmanız lazım herhalde her iki siyasi partiden veya tüm partilerden programcıların yazılıma bakıp programın içinde olmaması gereken bir şeyin varlığını belirlemeleri lazım. Normal yazılım çok basit adayın oy sayısını 1 arttırıyorsunuz her oy sayıldığında en fazla 100 satırlık bir yazılım bu. Hakim: -Bildiğiniz kadat Ohio'da bu türlü seçim sonuçlarını ayarlayacak yazılımlardan korunacak bir yaptırım var mıydı? Sanık: -Bilmiyorum. Hakim: -Bilmiyor musunuz? Sanık: -Bilmiyorum. Hakim: -Koruyucu bir sistemin geliştirilmesi istenmedi sizden doğru mu? Sanık: -Hayır istenmedi. Hakim: -Ohio'daki bütün seçim sonuçlarına baktınız mı? Sanık: -Hayır bakmadım. -Hakim: -Seçim sonuçlarını ayarlayacak yazılımların bulunduğuna yeminli ifadelerle belirlenmiş istatistiki verilerde ki anormalliklere ve seçim sonrası anketler ile ilan edilen seçim sonuçları arasındaki büyük farklara bakarak Ohio'da başkanlık seçimlerine hile karışmış olması konusunda bir görüşünüz var mı? Sanık: -Evet ! hileli diyorum. yani seçim sonrası anketlerle ilan edilenler arasında büyük farklar varsa herhalde hilelidir. Hakim: -İfadeniz yemin altında değil mi? Sanık: -Evet efendim. Hakim: -Ve verdiğiniz ifade hakikat değil mi? Sanık: -Evet efendim. Hakim: -Teşekkür ederim.

2 Temmuz 2016 Cumartesi

osmangazi köprü kazığı

"Bilâl'e anlatır gibi, tane tane anlatayım: OSMAN GAZİ KÖPRÜSÜ GERÇEĞİ... " 23 Haziran 2016 Perşembe, dilekyildirim Bilâl'e anlatır gibi, tane tane anlatayım: Günlerdir İzmit körfez geçişini kısaltacak Osman Gazi Köprüsü’nü konuşup duruyoruz.Kimine göre AKP iktidarının büyük bir hizmeti, kimine göre lüzumsuz. Bana sorarsanız büyük bir eserdir. Tarihe geçmeyi hak etmiştir. Kızmayınız efendim. Bilâl'e anlatır gibi tane tane anlatayım, sizler ferasetinizle büyük bir eser mi değil mi değerlendiriverin. Osman Gazi Köprüsü’nün maliyeti 1 milyar Amerikan Doları civarındadır. Yapımına harcanan bu paranın tamamı aralarında Halkbank ve Vakıflar Bankası gibi devlet bankalarının da olduğu dokuz bankadan AKP'nin verdiği gelir garantisi karşılığı kredi olarak temin edilmiş ve müteahhidin (yüklenicinin) cebinden hiç para çıkmamıştır. Köprü dahil 12 km otoyol geçiş ücreti 35 USD + KDV'dir. Bu bedeli öder geçersiniz geçmezsiniz, o sizin cebinizdir beni ilgilendirmez. Çok başarılı AKP iktidarı tarafından yükleniciye verilen araç geçiş garantisi günlük 40.000 araçtır. Şu anda İstanbul'da iki köprüden Anadolu istikametine geçen araç sayısı günde ortalama 200.000 araçtır. Sizce, bunların kaçı Bursa-İzmir istikametine gitmektedir? KDV hariç Osman Gazi Köprüsü’nün günlük gelir garantisi 1.400.000 USD, yıllık gelir garantisi ise 511.000.000 USD'dir. Araç geçerse geçenler, geçmezse bütçeden yükleniciye ödenecektir. Bu ödemeler her gün 15 Temmuz 2035 tarihine kadar taahhüt edilmiştir. Bu tarihe kadar toplam KDV hariç en az 9 milyar 709 milyon USD para yüklenicinin kasasına girecektir. Özetle tekrar edeyim; yüklenici cebinden hiç para koymadan 2035 yılına kadar her sene 511 milyon USD parayı kasasına koyacaktır. Sizin hiç böyle gelir getiren bir işiniz oldu mu? 2016 yılının ilk 3 ayında Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm köprü ve otoyollardan elde ettiği gelir ise 288 milyon 600 bin TL'dir. KDV'sini çıkardığımızda mevcut köprü ve otoyollarımızın yıllık geliri 340 milyon USD civarındadır. Devletimizin sahip olduğu iki Boğaziçi Köprüsü ve tüm otoyollar Osman Gazi köprüsünden % 35 daha az para getirmektedir. Ve gözüken odur ki Osman Gazi Köprüsü’nden garanti edilen ücretle bu kadar araç geçmesi mümkün olmadığından tüm köprü ve otoyol gelirlerimiz yükleniciye ödenecektir. Sevgili Bilâl'ler ve sevgili okurlar, bilmiyorum yeteri kadar açık anlatabildim mi? Şimdi yukarıda okudunuz, ne dersiniz Osman Gazi Köprüsü büyük bir eserdir derken, haksız mıyım? Böylesi muhteşem bir soygun eserinin tarihte benzeri yoktur. En azından bizim tarihimizde. Bunu Sadık Paşa bile başaramamıştı. Yazının başlığındaki Sadık Paşa'nın kim olduğuna gelince. 1800'lü yılların ikinci yarısında görev yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Tam üç kere Maliye Nazırlığı görevinde bulunduğu gibi Gümrük Nezareti, Valilik gibi görevlerde yapmıştır. Adı ayyuka çıkmasına rağmen padişahların gönlünü ve cebini hep hoş tuttuğu için kellesini kaptırmadan ölmeyi becermiştir. Kendisi borsa işlerinden çok iyi anlardı. İşte bu Sadık Paşa'ya devrin sadrazamlarından Şirvanzade Rüştü Paşa herkesin içinde demiştir ki; Efendi, İrtikap (yiyicilik, rüşvet) iki çeşittir. Biri alaturka irtikâp diğeri alafranga irtikâp. Alaturka irtikâp küçük devlet memurunun işini gördüğü kişilerden ufak sebeplenmesidir. Bunların içinde öldüğünde bir kaç bin lira servet bırakanlar pek nadirdir. Alafranga irtikâp ise zengin yerlere mahsus irtikâptır. Mesela bir şirket-i nafıa ile mukavele olunurken filan maddede "şirketin opsiyon hakkı olacaktır, opsiyon hakkı ile 100.000 lira ödenecektir" gibi şeylerin yazılmasıdır. İşte bunları kabul edemeyiz. Bunlar zengine mahsus alafranga irtikâplardır. Bir memleketin her şeyinin kendisine uygun olması lazım geldiği gibi irtikâbının da kendisine uygun olması gerekir. Şirvanzade Rüştü Paşa günümüzdeki bu Osman Gazi Köprüsü sözleşmesine görse AKP iktidarına "vay be, boynuz kulağı geçmiş" mi derdi, bilebilmek mümkün değil. Lakin, ben fikrimi açıkça söyleyebilirim; "Ey AKP'liler, bu yaptığınız alafranga irtikaptır. Osman Gazi Köprüsü büyük bir soygun eseridir. Sizler devleti soyuyorsunuz..." 27.04.2016 - M. Şevket Atalay

30 Haziran 2016 Perşembe

Türkiye nin dış borcu

TÜRKİYE’NİN DIŞ BORCU ! Yanisi; doğacak çocuğun torunun borçu ! Hazine Müsteşarlığı, 31 Mart 2016 itibarıyla ’Brüt ve Net Dış Borç Stoku ile Hazine Garantili Dış Borç Stoku verilerini açıkladı. Buna göre; Türkiye’nin brüt dış borç stoku, 411,5 milyar dolar oldu, stokun milli gelire oranı yüzde 58,1 olarak hesaplandı. Türkiye’nin net dış borç stoku da aynı dönemde 257,2 milyar dolar olarak gerçekleşti, stokun milli gelire oranı yüzde 36,3 olarak kaydedildi. Ayrıca, Hazine garantili dış borç stoku da 11,7 milyar dolar oldu. Kamu net borç stoku, bu dönemde 162,9 milyar lira olarak gerçekleşirken, stokun, milli gelire oranı yüzde 8,1 olarak hesaplandı. AB tanımlı genel yönetim borç stoku 649,8 milyar lira, milli gelire oranı ise yüzde 32,3 olarak belirlendi. ********************************************************************** Bu kadar borça karşılık ne kadar para Türkiye'ye girdi ?.. Bunun hesabını yapan yok ?.. Ya da bu hesap varsa neden açıklanmıyor ?.. Tıpkı Osmanlı'nın son dönemine yakın dış borçun 15 yıla sığdırılması gibi AKP iktidarı Türkiye'yi borçlandırdı. 700 milyarı geçen dış borçun ne kadarı Türkiye'ye girdi ? Ne kadarı halka yansıtıldı ?.. Halka yansıyan var mı daha doğrusu ?.. Sonuç ''Düyun-u Umumiye'' (borçlar kanunu- dış borçları yabancıların kontrol etmesi) gibi bir yasa ve ülkenin parsel parsel borç karşılığı parçalanması !.. AKP neden iktidarda kalmak istiyor sanıyorsunuz ?.. Borçlanılırken; yüzde ile cebe, geriye yüklü borç doğacak çocuğun torununa kalacak !.. Tabi böyle bir nesil kalırsa!.. Parayı cebe indirenler ise; yine Osmanlı'da olduğu gibi istedikleri ülkelere gidecekler, doğacak çocuğun torunun hakkını orada çatır çatır yiyecekler !.. Eşeğe binmesini bilmeyenlerin en güzel ve en pahalı 4x4 binmesi; öyle kolay bir iş mi ?..

25 Haziran 2016 Cumartesi

yaşar nuri öztürk rahman suresi

https://www.facebook.com/groups/ynozturk/?multi_permalinks=10157033224150484¬if_t=group_highlights¬if_id=1466716110759468

24 Haziran 2016 Cuma

taksim kışlası

AKP'Lİ DİNCİ OSMANLICI CAHİLLERE: Başbakan şunu diyor: Eskiden Taksim'de cami vardı. Doğru değil. Taksim'de cami yoktu. Topçu Kışlası içinde cami vardı. Başbakan şunu söylüyor: Topçu Kışlası ecdat mimarisidir. Doğru değil. Topçu kışlası tamamı taklittir. Hiçbir mimari özgünlüğü yoktur. Yandaş yazarlar şunu yazıyor. İnönü, Taksim Camisi'ni yok etmek için kışlayı yıktırdı. Doğru değil. Kışlayı Padişah Vahdettin, kaçmadan 5 ay önce Fransız sermayeli şirkete, üstünde apartmanlar, dükkanlar, deniz gören villalar yapılmak üzere, sattı. Kışla bakımsızlıktan yıkıldı. Üstünde Gezi Park'ı doğdu. Dostum Ahmet Arkan, Taksim Topçu Kışlası'nın bilinmeyen yüzünü” okumam için bana bir kitap gönderdi. Baştan sona belgelere dayalı ve o dönemin fotoğraflarıyla da desteklenmiş “Charles Harington” adlı bu kitabı Atilla Oral hazırlamış. Kim bu Harrington! 1918 ile 1923 yılları arası “ülkemizin 5 yıl işgal altında kaldığı” günlerde İngiltere'nin görevlendirdiği İşgal Orduları Başkomutanı ve İstanbul'un sömürge valisi… İşte Türkiye'yi işgal eden orduların (İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan) en yüksek askeri temsilcisi olan bu Charles Harington, 73 yıldır nedense Türkçe'ye çevrilmeyen anılarında “Topçu Kışlası'nın satış öyküsünü” de anlatıyor. Hint ve Rus mimarisinden çalıntı soğan kubbeler… Fas, Tunus, Cezayir mimarisinden çalıntı anahtar deliği biçimli pencere ve kapılar… Endülüs mimarisinden çalıntı sütun ve kemerler… Barok ve Rokoko kopyası süslemeler… Taksim Kışlası buydu! Tamamı intihal ve kopya! Taksim Kışlası'nın içinde Mehmetçik'in ibadet etmesi için bir cami de vardı. Balkan Savaşı'nda Osmanlı ağır bir yenilgiye uğramıştı. Hazine tam takırdı. Dış borç da bulamıyordu. Devlet, İstanbul'un orta yerindeki gayrimenkulleri (Topçu Kışlası dahil) askeri doyurmak için satışa çıkardı. Topçu Kışlası ve askerin eğitim yaptığı talimhane meydanı, Boğaz'a nazır evler, apartmanlar, villalar yapacak Fransız sermayeli bir şirkete satıldı. Satışın altında son padişah Vahdettin'in imzası yer aldı. Sultan Vahdettin İngiliz gemisiyle Malta'ya kaçmadan birkaç ay önce “Topçu Kışlası içindeki cami satışını” da kabul etti. Cami' nin satış tarihi: 23 Ağustos 1922'dir. Caminin satış fiyatı: 7 bin liradır. Necati Doğru

yaşar hoca

https://www.facebook.com/haydar.kurtar/posts/10208569503048067?notif_t=close_friend_activity¬if_id=1466717090571763

9 Haziran 2016 Perşembe

diploma

image Taner Yıldız ~ Sevgi harmanlı Bilgi ~ Tanerce bloglarİletişim Bu yazı Erdoğan’ı bile diplomasının olmadığına inandıracak ! ON 8 HAZİRAN, 2016 BY TANER YILDIZ Gökçe Fırat bu yazısıyla Erdoğan’ın diplomasının “ipliğini pazara çıkardı ” ! “İKİ SAHTE DİPLOMALI CUMHURBAŞKANI “! ” Biri Tayyip Erdoğan’ın hazırladığı, Diğeri Marmara Üniversitesi’nin hazırladığı iki ayrı diploması olan Ve ikisi de sahte olan bir cumhurbaşkanımız var. Ne kadar övünsek azdır. Tayyip Erdoğan’ın diploması yine gündemde. Yani olmayan diploması. Diploma meselesinin önemi büyük. Çünkü diploması yoksa, cumhurbaşkanlığı düşer, hatta düşmekle kalmaz, hiç cumhurbaşkanı olmamış kabul edilir. Attığı her imza geçersiz olur, yaptığı tüm atamalar düşer, hatta onayladığı hükümet bile otomatikman düşer. Dokunulmazlığı kalkar. Silivri’yi boylar! O kadar kritik bir konu yani. Gazeteci Gökçe Fırat ayrıntılı ve somut gerekçelerle ispatlandırdığı ve yalın bir dilde yazdığı bu yazısıyla Erdoğan’ın diplomasının “İpliğini pazara çıkardı” ! İlkokul İsterseniz Tayyip Erdoğan’ın eğitim hayatına daha yakından bir göz atalım. 26 Şubat 1954 doğumlu. Kasımpaşa Piyale Paşa İlkokulu’nu 1965’te bitirmiş. İlkokul Eylül ayında başlar. Yani 6 yaşında okula başlamış olsa 1960 yılının Eylül ayında ilkokula kayıt yaptırır. 1960-61, 1961-62, 1962-63, 1963-64, 1964-65 dönemlerinde okula devam eder. Kayıpsız bir şekilde mezun olur. Hiç belli etmiyor deseniz de demek ki ilkokul diploması var! Ortaokul-Lise 1965’te ilkokulu bitirdikten sonra İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne giriyor. O yıllarda orta kısım 4 yıl, lise kısmı ise 3 yıl, toplamda 7 yıllık eğitim veriyor. 1965-66, 1966-67, 1967-68, 1968-69 dönemlerinde orta kısım 1969-1970, 1970-71, 1971-72 yıllarında lise kısmı. Yani Tayyip Erdoğan’ın 1972 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun olması gerekir. Ama 1973’te mezun olmuş! 1 yıllık bir kayıp var, acaba Tayyip Erdoğan 1 yılı tekrar mı etti? Yani sınıfta mı kaldı? Lise yıllarında pek başarılı bir öğrenci olmadığını zaten arkadaşları da aktarıyor. Süleyman Demirel’den Turgut Özal’a kadar, tüm devlet liderlerinin ilkokul karnelerine kadar, aldıkları tüm notları biliyoruz. Öyle ki Osmanlı döneminde okuyan Mustafa Kemal’in bile okul sicilleri, karneleri, ders notları elimizde. Ama Tayyip Erdoğan’ınki yok! Neden? Kasımpaşa Piyalepaşa İlkokulu veya İstanbul İmam Hatip Lisesi, böylesine önemli bir mezun verdiğine göre, o talebenin tüm sicil defterini, karnelerini, okul notlarını, çerçeveletip okul girişinde neden sergilemez? Biz cumhurbaşkanımızın ortaokul veya lisede sınıfta kalıp kalmadığını bile bilemiyoruz! Üniversiteye nasıl girdi? Aslında bu lise son sınıf devresinin üzerinde durmak gerek. Çünkü o iki yıl çok kritik. 12 Mart dönemi. 1971-73 arası. Artık lisede reşit bir öğrenci. 1973’te İmam Hatip’ten mezun oluyor ama üniversiteye girme hakkı yok. Çünkü o tarihlerde, İmam Hatip mezunları İlahiyat dışında bir bölüme giremiyorlar. Girmek isteyen olursa normal bir liseden diploma almak zorunda. Tayyip Erdoğan da, çok dini bütün bir insan olduğu için İlahiyat’ta okumak istemiyor, Ticari İlimler okumak istiyor! Bunun için de önünde bir yol var. Lise fark derslerini verip, bir diploma alıp, üniversiteye girebilir. Ortaokul-lise döneminde 1 yıl sınıf kaybı olan Tayyip Erdoğan, 1973 Haziran’ında liseyi bitirip eve kapanır, ders çalışır ve Ekim ayında Eyüp Lisesi’nden diploma alır! Sonra bu diplomayı alır ve Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nin yolunu tutup orada kayıt yaptırır. Lise fark diploması neden yok! 1973 yılında Ekim ayında yine de üniversiteli sayılamaz. Çünkü kayıt yaptırdığı yer üniversite değil Akademi’dir. Bir tür Yüksek Okul ama üniversite değil! 1973’te kayıt yaptırırken Akademi’ye iki adet diploma sunmuş olması gerekir. Birincisi, İstanbul İmam Hatip Lisesi diploması. İkincisi, Eyüp Lisesi diploması. Bildiğimiz kadarıyla İmam Hatip diploması var ama Eyüp Lisesi diploması yok! Eyüp Lisesi, bu pırlanta öğrencisini mezunları arasında saymasına rağmen, diplomasını çerçeveletip okul girişine asmamış! Kaldı ki Eyüp Lisesi’nde verdiği kaç fark dersi var, bu sınavlar ne zaman yapılmış, bu sınavlardan kaç almış, bu kayıtlar da ortada yok. Eyüp Lisesi’ne ait öğrenci numarası ve sicil kaydı yine yok. İnsan ister istemez meraklanıyor, nerede bu diploma? Ya da var mı böyle bir diploma!? Hadi diyelim Eyüp Lisesi bu kadar ihmalkar, Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nde her iki diplomanın da orijinali ya da noter onaylı bir sureti olmak zorunda. Eğer Aksaray Akademisi sonradan Marmara Üniversitesi haline dönüştü ise, o zaman da Marmara Üniversitesi’nde, Tayyip Erdoğan’a ait bir pembe karton kapaklı sicil dosyası olmalı. Burada da bu diplomalar olmalı! Ama yok! Sahi nerede bu Eyüp Lisesi diploması?! Üniversite yılları Sol tarafta Aksaray’daki aynı okuldan alınmış fotoğraflı ve mühürlü hakiki nir diploma ce sağ rarafta Erdoğan’ın fotoğrafsız ve mühürsüz sahte diploması… Gelelim Akademi günlerine… 1973 yılında Akademi’ye girmiş. Normal şartlar altında, 1976 yılında mezun olması gerekir. Çünkü okul 3 yıllık. Ama mezuniyet tarihi 1981! 3 yıllık okulu 8 yılda bitirmek! Hadi hakkını yemeyelim. Son yılı şubat döneminde bitirmiş, yani yarım sene eksiği var. Ama sayalım: 1973-74, 1974-75, 1975-76, 1976-77, 1977-78, 1978-79, 1979-80, 1980-81. Yine 7.5 yıl ediyor! Burada hemen bir duralım ve 8 Aralık 2013 tarihine dönelim ve Başbakan Tayyip Erdoğan ne demiş okuyalım: “Üniversitelilere sınırsız af diye bir şey tanımıyoruz. Çünkü bu öğrenciler üniversiteleri terör alanına çevirdiler. Hazırlığımızı yapıyoruz, 6-7 yıl içinde bitirdin bitirdin. Bitiremedin güle güle?” dedi. Bak sen şu Tayyip’e! Sen 3 yıllık Akademi’yi 7.5 yılda bitir ama 4-5 yıllık üniversiteyi 6-7 yılda bitiremeyen öğrencileri okuldan şutla!.. 3 yıllık okulda 7.5 yıl öğrencilik Lise döneminde 1 yıl kaybı olan bir öğrenci için, normal bir kayıp diyebilirdik belki. Ama biliyoruz ki, Lise’de 1 yıl kaybeden Tayyip Erdoğan, 1973 yazından itibaren çok çalışkan bir öğrenci olmuştur ve fark derslerini bir çırpıda vermiştir! Hadi diyelim tekrardan biraz tembelleşti. Ya da rehavete kapıldı. Ama 3 yıllık okulda, 7,5 yıl kayıt silmeden kimseyi tutmazlar! Birinci ihtimal; kaydı silindi, diploması o yüzden yok! İkinci ihtimal; kaydı silindi ama 1981’de afla geri döndü ve okulu bitirip diplomayı aldı. Ama her iki halde de, kayıt silme belgesinin olması gerekir. Nerede bu belge? Afla döndü ise, başvuru belgesi nerede? İki belge de yoksa, nerede bu öğrenci? Arkadaşsız öğrencilik Aslında bu da üzerinde çokça durulan bir konu. Tayyip Erdoğan’ın üniversite arkadaşı hiç yok. Onu tanıyan, bilen, gören, duyan kimse yok. Düşünsenize, sizinle aynı sırada oturan, aynı sınıfınızdaki arkadaşınız, önce Büyükşehir Belediye Başkanı oluyor, sonra Başbakan ve şimdi de Cumhurbaşkanı. Ama bir tane bile üniversite arkadaşı çıkmıyor. Üstelik, İmam Hatip arkadaşları ile çok sıkı bağlarını onlarca yıl sürdüren vefalı bir arkadaştır Tayyip Erdoğan. Ve yine tüm arkadaşlarını kollayan, iş veren biri. Neden bir tane arkadaş çıkmaz şu Akademi’den İki kritik yıl: 1971-1981 İsterseniz Tayyip Erdoğan’ın lise ve üniversiteden mezun olduğu, ya da mezun gözüktüğü veya gösterildiği iki yıla odaklanalım. 1972’de bitirmesi gereken liseden 1973’te mezun oluyor. Yıllar 1971 darbesi dönemi. MİT’in İslami kesimler içine sızdığı yollar. Mümtaz’er Türköne 5 Temmuz günü şu satırları yazdı: “70’lerin başına ait bir hikâye. Üniversitede okurken polisler sebepsiz yere Siyasî Şube’ye alıyor; iyi polis-kötü polis muhabbeti ile korkutucu bir sorgudan geçiriliyor. En nihayetinde üçüncü bir kişi ‘bize çalışacaksın’ diye meseleyi bağlıyor. İslâmcı dostum, ‘Ben reddettim, ama çevremde aynı tezgâha düşüp teklifi kabul eden çok sayıda tanıdığım olduğunu anladım’ diye bitirdi hikâyeyi.” Ertesi gün Ali Bulaç açıklama yaptı. O kişi benim ve olay doğrudur diye… 1970’lerin başı… Liseyi bir yıl uzatan bir isim, kendi ifadesine göre İslamcı hareketin içinde yer alan bir isim Tayyip Erdoğan! Acaba? 10 yıl ileriye gidelim ve 12 Mart’tan 12 Eylül darbesi dönemine gelelim. 1976’da bitirmesi gereken Akademi’yi 1981’de bitiriyor. Tesadüf yine darbe dönemi. Her iki darbe döneminde de, Tayyip Erdoğan’a kimse dokunmuyor. Kendi ifadesi ile İslamcı gençliğin en önde gelen lideri olduğu halde. 12 Eylül’ün en önemli nedeni olarak gösterilen Konya mitinginin başında olduğu, İstiklal Marşı okunurken oturma eylemi yaptığı halde… Diğer İslamcılar hapse atılırken, Tayyip Erdoğan’a üniversite diploması veriliyor! MİT ajanı mı? Aslında diplomalardaki tutarsızlıklar, başka bir şeyin göstergesi. Akademi’ye nasıl girdi? Neden hiç devam etmedi? Neden ve nasıl diploma alabildi? Bunun ülkemizde tek açıklaması olabilir: Ya Emniyet ya da MİT elemanı ya da personeli olmak! Tayyip Erdoğan’ın okul yıllarındaki karanlık, ancak MİT arşivine bakılarak aydınlatılabilir. Sahte geçici mezuniyet belgesi Gelelim işin sahtecilik kısmına. Tayyip Erdoğan’ın elinde 1981 yılında aldığı geçici mezuniyet belgesi var. Ama bu geçici mezuniyet belgesi Mühürsüz, Resimsiz, İmza sahte. Bir belgede üç ayrı kalpazanlık! Mühürsüz mezuniyet belgesi asla olamaz. Mühürsüz hiçbir devlet evrakı olamaz. Mühür varsa devlet vardır, mühür yoksa devlet yoktur! Kaldı ki Tayyip Erdoğan’la aynı yılda ve dönemde geçici mezuniyet belgesi alanların evrakında mühür de var, fotoğraf da var. Üstelik imzalar farklı. Tayyip Erdoğan’ın geçici mezuniyetindeki dekan Doç. Dr. Sinan Arıtan’ın imzası ile diğer geçici mezuniyet belgelerindeki dikan Doç. Dr. Sinan Arıtan’ın imzası farklı. Belli ki Tayyip Erdoğan, askerliğini yedek subay olarak yapmak için bir sahte belge düzenlemiş. Belki kendi isteğiyle belki de üstlerinin yönlendirmesiyle. 1982 yılının askerlik belgelerine bakılarak, Tayyip Erdoğan’ın nasıl yedek subay olabildiği araştırılabilir. Askerlik şubesindeki dosyasında neler var. Askeri birliğindeki dosyasında ne evraklar var. Yedek subay kantinci? Kaldı ki burada da bir başka sıkıntılı durum var. Tayyip Erdoğan, kendi hayat hikayesini anlatırken askerliğini 1979 yılında yaptığını anlatıyor. Ama askerlik kayıtları 1982’yi gösteriyor. (Bu arada Soner Yalçın, Kayıp Sicil’de 1983 olarak belirtmiş) Öyle garip bir durum ki, askerliğini 1979’da yaptığına dair gazete küpürleri ve bir de asker şapkalı bir resim var. Hafıza yanılır. Çünkü insan yanılır. Ama bir insan askerliğini 1982’de yapıp da 1979’da yaptığını anlatamaz. Basit bir nedeni var, 1980’de darbe oldu. Tayyip hem 1979’da askerlik yaptığını iddia ediyor, hem de 1980’da darbede gözaltına alınıp Metris’e atıldığını. Herkes Metris yalanına gülüyor, bir caka satma olayı diye. Ama daha vahimi, Tayyip, Metris kurulduğunda Metris’i kuran ordunun yedek subayı! Üstelik bunu da karıştırıyor. Burada hemen askerlik parantezi de açalım derim. Tayyip’in askerlikle ilgili de bir fotosu ve arkadaşı yok! Tıpkı üniversite gibi. Kantinci olduğunu söylüyor ama sadece tek başına çekilmiş bir fotosu var. Piyade Recep ! Bu arada Ergün Poyraz’ın yayınladığı askerlik belgesinde kantin subayı değil takım komutanı gözüküyor. Yoksa diyorum, bu belge de mi sahte? Garip değil mi? Hem hayalet öğrenci… Hem hayalet asker… Bu işte sizce bir MİT yeniği yok mu? Tayyip Erdoğan’ın askerlik fotosu olmadığı için şüpheler oluşunca, Rize Müftüsü Yusuf Doğan bir foto yayınladı Tayyip Erdoğan’ın da olduğu. Ama Yusuf Doğan askerliğini 1983’te Kıbrıs’ta yapmıştı! Her yalanı kapatmak için başka bir yalan çıkıyordu piyasaya Sahte diploma Aslında üniversiteden diploma almanız şart değildir. Geçici mezuniyet belgesi ile de pek çok işleminizi yapabilirsiniz. Prosedür şöyledir. Okuldan mezun olduğunuz an, üniversite size bir geçici mezuniyet belgesi verir. Ama hemen akabinde diploma da hazır olur ve diplomalar arşivinde saklanılır. Siz okula gittiğinizde öğrenci işlerine gider ve ben diplomamı almamıştım dersiniz, arşivden çıkartıp verirler. Yani zaten hazır olan diploma size verilir, yeniden bir diploma düzenlenmez! Tabi verirlerken imzanızı alırlar, teslim tesellüm belgesi ile. Tayyip Erdoğan, 1981’de mezun olduğunda Akademi mevcut. O yıl içinde mutlaka diploma hazırlanmış olmalı. 1982 yılında Akademi Marmara Üniversitesi’ne bağlandı ise, bu diploma, arşivle birlikte Marmara Üniversitesi arşivine devredilmiş olmalı. Yani Tayyip Erdoğan’ın elinde, üzerinde Marmara Üniversitesi yazmayan bir diploma mutlaka olmalı! Ama yok! Marmara Üniversitesi, eski diplomaları imha edemez. Saklamak zorundadır. Ama bir imha kararı alınacaksa, bu da üniversite karar defterinde yazılı olmalı. Kararsız imha olamaz. Ama böyle bir karar da yok! Diploma ihtiyacı Aslında Tayyip Erdoğan’ın bir diplomaya da ihtiyacı yok ki. Bir dönem muhasebecilik yapıyor, sonra particilik. Ondan diploma isteyecek kimse yok. Zaten 1981’de mezun olan Tayyip Erdoğan, 1994 yılına kadar okula uğramıyor ve diploma da almıyor. 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oluyor. İşte o tarihte diploma gerekiyor. Ya da kendisi öyle hissediyor. YSK’ya bir diploma veriyor. Dikkat edin tarih 1994! Peki bu diploma nerede? Evet bu diploma ortalıkta yok! İki diploma ikisi de sahte Ama Ergün Poyraz bu diplomayı yayınladı. Ne zaman? Tam da cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında. 26 Eylül 2015’te Oda TV haber sitesinde. Ama bu tarihte başka bir şey daha olmuştu, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olunca, Yusuf Halaçoğlu, Tayyip Erdoğan’ın 4 yıllık üniversite mezunu olmadığını, bu nedenle aday olamayacağını açıklamıştı. Peki ne oldu? Bunun üzerine Marmara Üniversitesi hemen Tayyip Erdoğan’a bir diploma düzenleyip verdi. Artık diploması vardı! Ama büyük bir hata yapmışlardı. Verdikleri yeni diploma ile 1994’te Tayyip Erdoğan’ın YSK’ya sunduğu diploma farklıydı! Yani iki diploması vardı artık Tayyip Erdoğan’ın ve ikisi de birbirinden farklıydı. İki sahte diploma! Kim sahtekar? Marmara Üniversitesi’nin bir kabahati yoktu aslında. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması gerekiyordu ama diploması yoktu. Mecbur bir diploma vereceklerdi. Yoksa hapsi boylarlardı. Onlar da kendilerince bir diploma hazırladılar. Ve tam da o dönemde İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Mahkemesi, Marmara Üniversitesi’nin diploma erişim linkine erişimi yasakladı. Bir haltlar karıştırıyorlardı ve bu ortaya çıksın istemezlerdi. Sadece bu karar bile, ortada bir kalpazanlığın olduğunun kanıtıdır. Erişim engellendi, üniversite rektörlüğü sahte diplomayı üretti ve açıkladı. Ama üniversitenin Tayyip’in daha önce bir diploma aldığından (ya da kendisinin hazırladığından) haberi yoktu ve şimdi iki diploma birbirini tutmuyordu. Sıkıntı şuradaydı, üniversite bir kişiye 1994’te diploma verdi ise, bunu bilirdi. Belli ki Tayyip Erdoğan, bu diplomayı üniversiteden almamış kendisi hazırlamıştı, o nedenle üniversitede kaydı da yoktu. Eğer üniversiteden alınmış olsaydı, bu kaydı gören üniversite Tayyip Erdoğan’ı uyarır, siz zaten daha önce bir diploma almışsınız derdi. Gerçekten de aldığınız diplomayı kaybedebilirsiniz, çaldırabilirsiniz vb. Böylesi durumlarda bir kayıp ilanı çıkartır, o ilanla başvurur, o kayıp ilanı üzerine üniversite size yeni bir diploma verir. Ama işte bu prosedür de uygulanmamıştı. Biri Tayyip Erdoğan’ın hazırladığı, Diğeri Marmara Üniversitesi’nin hazırladığı iki ayrı diploması olan Ve ikisi de sahte olan bir cumhurbaşkanımız var. Ne kadar övünsek azdır. Marmara’nın sahte diploması. Marmara Üniversitesi’nin yeni hazırladığı diploma da baştan aşağı sahteydi. Nasıl mı? Diplomada 1981 Şubat mezunu yazıyor. Ama üniversitelerde Şubat bir dönem yoktur. Güz dönemi ya da yaz dönemi yazması gerekir. Üniversitenin altında dekan olarak Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel ismi ve imzası var. Ama o Ömer Faruk Batırel o dönemde ne dekan ne de profösör. Geçici mezuniyet belgesindeki öğrenci numarası ile diplomadaki öğrenci numarası da birbirini tutmuyor üstelik! Ve bir üniversite böyle abuk sabuk bir diploma düzenler mi? Bu sahte diploma üzerine yazılar çıkmaya başlayınca, AKP’nin internet trolleri bir belge yaymaya başladılar internet üzerinde. İngiltere’den Principal Forensic Service adlı bir adli kuruluştan, Anthony Stockton’un diplomayı incelediği ve doğruluğunu onayladığı iddia ediliyordu. Sonra Nokta dergisi uzmana ulaştı, uzman çok şaşırdı, ne böyle bir belge incelemişti ne de böyle bir rapor vermişti. Yani sahte diplomanın sahte olmadığını ispatlamak için sahte bir rapor düzenlemişlerdi. Eee reislerine özenmişlerdi doğal olarak. Diplomasız başkanlık Diyelim ki üniversite diploması sahte. Kim ne yapabilir ki mi diyorsunuz… Yanılırsınız. Hukuk sistemi, bir anda ters bir hamle yapabilir. İşte o zaman Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı mevkiini yitirebilir. Zaten o da bu riski görüyor, o nedenle Başkanlık sistemini istiyor. Başkan olursa, Başkanlık yeter şartı olarak üniversite mezunu olmak aranmayacak. Zaten 2007’den itibaren yaptıkları Anayasa taslaklarında cumhurbaşkanının ilkokul mezunu olması yeterliydi! Tabii Tayyip Erdoğan yerine Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu ve o Anayasa değişikliğine gidilmedi. Bu arada da sahte diploma ile Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı oldu, üstelik Anayasa değişikliği de yapılmamıştı. İşte o nedenle üniversiteye erişim engeli kondu. Diploma sahte dedi ölü bulundu. Ama bu dönemde sadece erişim yasağı konmadı, bir de şüpheli bir ölüm gerçekleşti. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayınca, onunla aynı dönemde Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nde okuyan muhasebeci Ömer Başoğlu, “Recep Bey’in Diploma Kalpazanlığı” başlıklı bir video hazırladı ve facebook sayfasından paylaştı. Sonra olanlar oldu. Video ortadan kaybedildi. Banka hesabına bile bloke konuldu. Ve birgün Ömer Başoğlu evinde ölü bulundu. Kimilerine göre zaten ölümcül hastalığı vardı ama zamanlaması pek manidardı. Diploma kaydı yok! Son olarak, Ankara’da görülen dava haber olunca, Oda TV muhabiri bir uyanıklık yaparak yeni bir haber yaptı. Marmara Üniversitesinin diploma sorgulama bölümü vardı. Link üzerinden ister isim yazarak, ister TC kimlik numarası ve okul numarası ile, diplomanız var mı yok mu sorgulayabiliyordunuz. Muhabir Tayyip Erdoğan için arama yaptı, diploma kaydı yoktu! Ne olur olmaz diye, bu defa videoya da kaydetti. Bu haber üzerine 29 Mayıs tarihinde ben de aynı aratmayı yaptım, Tayyip Erdoğan’ın diploma kaydı yoktu. Attığımız twitlerle olayı duyurunca, sahte diploma Türkiye’nin en çok konuşulan olayı haline geldi. Ve bunun üzerine Marmara Üniversitesi, sorgu bölümünü değiştirdi. Artık Tayyip Erdoğan’ın diploma kaydı var! Sahte diplomayadava açmıyor! Kısacası olay basit bir sahtecilik değil. Organize ve ısrarlı bir sahtecilik sürüyor. Ve her şeye dava açan Tayyip Erdoğan, bu sahtecilik iddialarına dava açmıyor. Şimdiye kadar bana 7 dava açmıştı, diploma ile ilgili yazama dava açmadı. Ergün Poyraz’ın iddialarına da dava açmadı, Yalçın Küçük’e de Yusuf Halaçoğlu’na da… Garip bir durum değil mi? Tayyip Erdoğan’ın diploması sahte mi değil mi, nasıl anlaşılır? İlkokula kayıt olursunuz. Kayıt olduğunuz andan itibaren size bir ilkokul numarası verilir. Bu sizin ilkokul “kimlik” ya da “sicil” numaranızdır. İlkokul’da her yıl sonu bir karne alırsınız. Bu karneler size verilir ama okul kütüğünde tüm karneler sizin sicil defterinize kaydedilir. Bu defterler atılmaz, saklanır. İlkokulu bitirirken size bir diploma verilir. Diploma verildiği andan itibaren mezun olursunuz. Bir işe başvuracak olursanız eğer, o diplomayı, aslını ya da fotokopisini, ya da noter onaylı bir suretini işyerinize sunarsınız. Eğer orta eğitime devam edecekseniz bu diplomanın aslını gireceğiniz ortaokula teslim edersiniz. Ortaokulda da aynı prosedür devam eder. Yeni bir numaranız, yeni bir sicil kaydınız olur. Ortaokuldan mezun olurken de yine bir diploma alırsınız. Sonra lise hayatı başlar, liseye girerken bu defa ortaokul diplomanızı liseye teslim edersiniz. Yeni bir numara ve yeni bir sicil defteri. Liseyi bitirirken de yine bir diplomanız olur. Üniversiteye girerken de o diplomayı teslim edersiniz. O halde üniversiteye girerken mutlaka ve mutlaka bir diploma teslim etmeniz gerekir. Bu teslim edilen diplomayı üniversite saklar. Üniversiteyi bitirirken üniversite size bir diploma verir. Peki üniversite mezununun elinde ne kalmıştır. Sadece bir üniversite diploması. Peki lise diploması. O hâlâ üniversite arşivindedir ve saklanılır. Marmara Üniversitesi’nin diploma belgesi sunması yeterli değildir. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip Diploması ve Eyüp Lisesi diploması şu anda Marmara Üniversitesi’ndedir. Üniversite acilen bunları da kamuoyuna sunmak zorundadır. Yani orijinallerini. Karbon testine sokalım görelim… Ha tabi varsa böyle bir diploma. Peki bu yeterli mi? Elbette değil. Tayyip Erdoğan’a ait tüm okul kayıtlarını da çıkartmak zorundalar. Hangi dersleri almış, hangi dersten kaç puan almış bilelim. Ama Lise diploması yoksa Ders geçme belgeleri yoksa… Diploma da yok sayılır” Gökçe FIRAT Ne diyelim ? Gökçe bey her bir şeyi bir güzel söylemiş ! Erdoğan’ın anlı şanlı 4 yıllık Üniversite diplomasının hem görünen önyüzüne hem de gösterilmeyen arkayüzüne ayna tutmuş. Bu zamana kadar Erdoğan’ın üniversite diplomasını, daha doğrusu diplomazlığını bu kadar ayrıntılı, açık seçik, hukuki gerekçeli, mantıklı ve kolay anlaşılır duru bir dilde açıklayan ve irdeleyen başka bir yazıyı okumamıştım. Umarım siz de benim gibi bir çırpıda okumuş,aydınlanmış ve hayretler içerisinde kalmışsınızdır ! Kalın sağlıcakla ! Ama hakiki diplomanızla ! TANER YILDIZ