31 Ağustos 2014 Pazar

3. KÖPRÜ CİNNET SENARYOSU

Üçüncü köprü İstanbul'un cinnet senaryosudur Üçüncü köprü İstanbul'un cinnet senaryosudur

Hükümetlerin görevi köprünün yapılıp yapılmayacağına karar vermektir. Köprünün nerede yapılacağına mühendisler ve şehir planlamacıları karar verir.


Kaynak: Metin Münir / Milliyet
 
Hükümetlerin görevi köprünün yapılıp yapılmayacağına karar vermektir. Köprünün nerede yapılacağına mühendisler ve şehir planlamacıları karar verir.
Bizde böyle olmadı. Başbakan helikopterle İstanbul'u turladı ve "burada yapılsın" buyurdu.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a da bu buyruğu kamuoyuna açıklamak düştü: Yıldırım, geçtiğimiz nisan ayında, üçüncü köprünün şehrin kuzeyinde, Karadeniz sahiline yakın Garipçe ve Poyraz mevkileri arasında inşa edileceğini beyan etti.
Yıldırım'a göre 6 milyara mal olacak proje, kamu-özel sektör ortaklığıyla gerçekleştirilecekti. Bütün hazırlıklar bu sene içinde tamamlanacak ve yılsonundan önce ihale yapılacaktı.

Oysa hükümetin seçtiği güzergâhla ilgili birçok sorun var.
Bunların en önemlisi bu yolun Boğaz köprülerindeki sıkışıklığı gidermeyecek, şehirdeki toplu taşımacılığa katkıda bulunmayacak olması.
Bir başka deyişle, çözüm sorun olan değil olmayan yere uygulanacak.

Transit trafik oranı yüzde 1-2
DPT'ye göre İstanbul'un mevcut Boğaziçi köprülerinden geçen trafiğin neredeyse yüzde 99'u şehir içi ve bölgesel, yani komşu illerden gelen trafiktir. Transit trafik yüzde 1-2 civarındadır.
Bu durumda Garipçe-Poyraz mevkiinde konumlandırılan üçüncü köprü şehir içi trafiğini rahatlatmayacak. Raylı sistem öngörmediği için de genel ulaşım sorununa önemli bir katkıda bulunmayacak.
Ayrıca, Yıldırım'ın projesinin pek çok dezavantajı da var:

- Sıkışıklık şehrin güneyinde devam edecek ve bu bölgede yeni bir köprü yapılması ihtiyacını ortadan kaldırmayacak. Dördüncü bir köprü şart olacak. Çünkü üzerinden metro hattı geçirilebilecek tek güzergâh iki köprü arasındaki güzergâhtır.
- Kuzey koridorunda trafik çok düşük olacağı için hükümet trafik garantisi vermek zorunda kalacak. Köprüden geçsin geçmesin belirli miktarda aracın geçiş parasını yapımcı ödeyecek.
- Kuzey güzergâhı gerçekleşirse çevresinde yapılaşma talebi patlayacak, şimdi boş olan bu alanlar süratle bina ile dolacak.
- Büyük bir orman alanını tahrip edecek.
- Su havzalarının içinden geçildiğinden, bu havzaları koruma imkânı ortadan kalkacak.
İşte bu İstanbul'un kâbus senaryosudur. Kuzeydeki boş alanlar iskâna açıldığında şehrin nüfusu patlayacak.
"Bu iş olursa nüfus hızla 20 milyona dayanır" dedi konuştuğum bir kaynak. "Cinnet senaryosu 23 milyondur. Dayanılır gibi değildir. İstanbul Türkiye'yi ayakta tutarken kendisi batar hale gelir."
İstanbul Belediyesi'nin belirlediği nüfus üst sınırı 13-15 milyon aralığındadır.
Ormanlık alanlar beton ve asfaltla kaplanınca şehrin havası dayanılmaz derecede ısınacaktır. Bu olasılığın ne kadar yakın ve korkunç olduğu bir çevre etki değerlendirmesi (ÇED) ile test edilebilirdi. Buna rağmen, Yıldırım'a bağlı Karayolları Genel Müdürlüğü akıl almaz bir duyarsızlıkla proje eski olduğu için "ÇED yönetmenliği hükümlerine tabi değildir" iddiasıyla çevre etki değerlendirmesi yapmaktan kaçıyor.
Bir başka deyişle, önerilen projenin Türkiye'nin en önemli şehrini yaşanılmaz yapacağı olasılığını incelemeye değer bulmuyor.
 

BASMA FABRİKALARI

1985-2003 yılları arasında halkın sahip olduğu kamu malları, özelleştirmeyle 8 milyar 240 milyon dolara satıldı. AKP ise, 53 milyar dolarlık özelleştirme yaptı! Özelleştirmeye karşı bir yıldır yapmadıkları eylem kalmayan Yatağan işçilerine rağmen, son olarak Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri ile bunlara bağlı kömür ocakları 1.1 milyar dolara “özelleştirildi”. Bu gelirlerin dış borçlara ve “havuzlara”akıtıldığını bilmeyen yok. Halk bile artık “çalıyorlar ama…” diyor. Peki özelleştirme denince aklınıza sadece para mı geliyor? Gördüğümde gözyaşlarımı zor tuttuğum bir gerçek hikayeyi sizlerle paylaşmalıyım…
Tarih: 8 Aralık 2002
Azra 
Akın’ın bu elbisesi Sümerbank basmasından dikilmişti.
Azra Akın, 2002 Dünya Güzeli seçildi. Ayrıca…
Londra’da yapılan yarışmada, Azra Akın’ın final gecesinde giydiği, terzi Cemil İpekçi’nin diktiği Anadolu kültürünü yansıtan kırmızı basma elbise,“En İyi Giysi” seçildi. İngilizler üzeri çiçekli basmaya hayran kaldı. Ve fakat bilmiyorlardı ki:
Türkiye’nin güzide kamu kuruluşlarından -66 yıl ürettiği rengarenk basmalarla ülkeyi baştan başa süsleyen- Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası‘nın kapısına kilit vurulalı henüz 24 gün olmuştu.
Tarih: 14 Kasım 2002 idi…
200 yıl geriye gidelim…
Toplumsal yapıyı kökten değiştiren iki büyük devrim 18’inci yüzyıla damgasını vurdu.
Siyasal devrimin ülkesi, Fransa.
Ekonomik devrimin ülkesi, İngiltere.
Toprağa bağlı üretimin/feodalizmin iktidarı son buldu. Tarım artık en büyük ekonomik güç değildi.
Dönemin itici gücü; buhar gücüne dayanan sanayileşmeydi. İnsan ve hayvan gücünün yerini makineler almaya başladı.
Pamuk, dönemin en yarar getiren üretimiydi.
Tekstil, dönemin parlayan sektörüydü.
Sanayileşmeyi başaran ülkeler gözlerini dış pazarlara diktiler…
Ulu Önder Atatürk, açılış sonrası fabrikayı gezerken…
Tarih: 16 Ağustos 1838.
İngiltere ile imzalanan “Serbest Ticaret Antlaşması”, Osmanlı ekonomisine tarihi boyunca indirilen en öldürücü darbe oldu. Gümrüksüz giren İngiliz makine endüstrisi mallar, Osmanlı’nın korumasız el tezgahlarını kısa zamanda yok etti.Ülkedeki geleneksel üretici kesim, Avrupa ürünleriyle rekabet edemedi ve ekonomik hayattan silinip gitti…
Hemşehrim Hıfzı V. Velidedeoğlu anılarında bunu şöyle özetledi:
“1913’te henüz bir ilkokul çocuğu iken, Orta Anadolu’nun tren uğrağı olmayan kasabasında, her gün babamın yanında, başımızda kırmızı bir fes, elimizdeki zembilin içinde çarşıdan taşıdığım yiyeceklerin arasında Rus şekeri; Amerikan unu bulunduğunu ve babamın ayağına ayakkabı; sırtına çamaşır ve giyecek yapmak için Fransız köselesi ve Fransız patiskası, Amerikan bezi; Alman kumaşı ve başını kapamak için Avusturya fesi aradığını çok iyi hatırlıyorum. Babam bunları arıyordu, çünkü bunların Türk malı olanları yoktu. Hepsi dışarıdan geliyordu.”
120 SOVYET MÜHENDİSİ
Tarih: 17 Şubat – 4 Mart 1923
İzmir İktisat Kongresi‘nin açılış konuşmasını İstiklal Savaşı’nı başarmış Mustafa Kemal yaptı:
“Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalmış bir gerçek vardır. Türk tarihi incelenirse, gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz.”
İşte…
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası “ekonomik bağımsızlık olmadıkça, ulusal bağımsızlık olmaz”ilkesiyle kuruldu. Cumhuriyet’in idealist kadroları Osmanlı’nın kara talihini yenmeye yemin etmişlerdi.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, devlet eliyle kurulan ilk basma fabrikası olma özelliğine sahipti.
Fabrikanın temeli kolay atılmadı:
Önce; tarımda verimliliği artırmak ve bilimsel olarak yeni projeler oluşturmak için 1925’te Adana’da Tohum Islah Komisyonu kuruldu. Amerika’dan 40 çeşit tohum getirilerek denemeler yapıldı. Hatta Amerikalı uzmanlar davet edildi.
Ardından; Nazilli’de Pamuk İstasyonu kuruldu. Bilimselliği, kaliteyi her alanda esas alan Kemalist Devrim, istasyona yurtdışından gelişmiş makineler getirmekle kalmayıp, kuruluşun başına da eğitimini Amerika’da tamamlamış olan Celal İğriboz‘u atadı.
İstasyonda yapılan ıslah çalışmaları sonucunda 28 adet pamuk çeşidi tescil ettirildi. Tescil ettirilenAcala 1086, Coker 100 A/2 ve Nazilli 66-100 çeşitlerinin her biri 10-15 yıl üretimde kalarak Ege Bölgesi pamuk üretimi artırıldı.
Tarih: 25 Ağustos 1935
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın temelleri atıldı. Bedeli narenciye karşılığı ödenmek üzereSovyetler Birliği‘nden kredi ve teknik destek alınarak kollar sıvandı.
Ve hummalı çalışma başladı; 120 Sovyet mühendisi ile çevre il – ilçelerden gelen 4 bine yakın işçi geceli gündüzlü çalışarak hedeflenen tarihten 20 gün önce inşaatı bitirdi.
Yapımı 18 ay sürdü. Bina ve makineler dahil olmak üzere fabrika 5 milyon Türk Lirası’na mal olması planlanırken, maliyeti 8 milyon Türk Lirası’na yaklaştı.
Fabrikaya kullanılacak kaliteli pamukların çevrede yetiştirilmesi için 200 adet modern tohum ekme makinesi satın alındı.
Aynı zamanda fabrika içinde demirhane, marangozhane, dökümhane, kaynak ve teneke işleri yapan bölümler; elektrik ve su ihtiyacını karşılayabilmesi için elektrik-su santralleri yapıldı.
Binlerce çam ağacı dikildi…
Çalan değil üreten yeni Türkiye
Tarih: 9 Ekim 1937
Atatürk hastaydı. Açılışa gitmeyi çok arzuladı. Zor yürüyordu ve kolunda Celal Bayar vardı.
Büyük Kurtarıcı’nın açılışını yaptığı son fabrika Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası olacaktı.
Asker-sivil neredeyse bütün devlet erkanı oradaydı: İsmet İnönü, Şükrü Kaya, Ali Çetinkaya, Tevfik Rüştü Aras, Kazım Özalp, Fuat Ağralı, Saffet Arıkan, Şakir Kesebir, Ali Rana, Fevzi Çakmak, İzzetin Çalışlar, Kazım Dirik, Asım Gündüz, Naci İldeniz, Recep Peker, Afet İnan…
Atatürk coşku içindeki halkı, fabrika girişindeki müdüriyet binası balkonundan selamladı. Açılış konuşması bittikten sonra erkekli kadınlı işçiler, Atatürk’ün önünden geçit töreni yaptı.
Atatürk kırmızı kurdeleyi kesti, sarı madenden yazılmış Sümerbank harfleri ile yapılmış anahtarla fabrika kapısını açtı.
Ve…
Atatürk’ün direktifiyle 480 makine çalışmaya başladı. Atatürk şöyle dedi: “İşte bu bir musiki’dir…”
Yeni Türkiye inşa ediliyordu; lafla değil alın teriyle, emekle…
Satarak-çalarak değil üreterek…
DÖNEK LİBOŞLARIN OYUNU
İlk yıl 1938’de; yaklaşık 9 milyon metre basma; 145 ton iplik üretildi.
Bir yıl sonra; basma üretimi 12 milyon metreye ve iplik üretimi 407 tona çıktı.
10 yıl sonunda; basma üretimi 20 milyon metreye ve iplik üretimi 2 bin 800 tona çıktı.
1960’lı yıllar fabrikanın istikrarı yakaladığı; 1970’li yıllar ise verimlilik ve kârlılık açısından zirve yaptığı dönemdi. 1974 yılında elde ettiği 71,5 milyon liralık kârla Türkiye’nin o yıl en büyük 100 işletmesi arasında 26. sıraya yükseldi.
Ne oldu ise 1980’li yıllardan sonra oldu…
Neoliberalizm rüzgarı esiyordu.
Sosyal devleti yok eden ve itibariyle halkı ezen bu iktisadi plan “devrim” diye yutturuldu. Devletin ekonomik hayattan tamamen çekilmesi amaçlanıyordu.
Bu vahşi kapitalizmi savunanlar, -büyük maaşlar karşılığı- gazetelerde yazdırılıp, tv’lere çıkarıldı. Bunlar bilim adamı olmaktan çıkarıldı; ideolog yapıldı.
Laf kalabalığıyla gerçeklerin üzerini örtüyorlardı.
Bunlar; Mehmet Altan, Asaf Savaş Akat gibi dönek liboşlardı.
Onlara göre, tarım ilkeldi; Türkiye bu köylülükten kurtulmalıydı!
Sadrazam Reşit Paşa gibi, iç piyasayı ardına kadar yabancı mallara açan Turgut Özal “devrimci” ilan edildi.
Halka hizmet için var olan kamu iktisadi kuruluşları, “KİT’ler zarar ediyor; yoksulluğumuzun nedeni KİT’lerdir” yalanları pompalandı. İşçiler düşman haline getirildi.
Bu arada:
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nda olduğu gibi KİT’lerdeki makine ve tezgahlar eskimişti ama değiştirilmiyordu. Nazilli’ye Karaman, Kayseri, Eskişehir, Bergama, Adıyaman ve Bakırköy fabrikalarından demode, derleme tezgahlar sökülüp getirildi!
Bunlar bilinçli adımlardı; amaç kamu kuruluşlarını gözden düşürmekti.
Teknolojik gerilemenin verdiği zarar ve sürekli küçülmeyle fabrikada iş verimliliği düştü. İşçilerde moral gücü tükeniyordu.
Fabrika 66 yıllık tarihi boyunca 28 defa müdür değiştirdi.
200 yıl önce yaşananlar tekrarlandı; Türkiye’ye sokulan gümrüksüz ham bez ithalatının yanı sıra, suni ve sentetik hazır giysilerde rekabet etmekte zorlanıldı.
Pazar kaybedildi; 1998 yılında 4.3 milyon metre basma ve 598 ton iplik üretildi.
2001’de ise, üretim basmada 1.5 milyon metreye ve iplikte 500 tona düştü. Ve…
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’na son darbeyi Başbakanlık Özelleştirme İdaresi vurdu. Fabrika kapatıldı ve bedelsiz olarak Adnan Menderes Üniversitesi’ne devredildi.
Üniversitenin kullanımı dışındaki büyük bir bölümü, içindeki tarihi dokuma makineleri, araç ve gereçleriyle çürümeye terk edildi.
Kemalist Devrim’e bir bıçak daha saplamışlardı.
Türkiye’de üzerinde pek durulmayan bir gerçek var; insan okulda değil, fabrikada eğitilir. Nazilli bunun güzel örneğiydi… Şöyle…
Hayaldi gerçek oldu
Nazilli Basma Fabrikası’nda düzenlenen baloya katılan işçi kadınlar.
Yıllar önce Havana‘ya gittiğimde görmüştüm.Kübalılar tütün sararken içlerinden birinin okuduğuklasik romanları dinliyordu.
Bugün Türkiye’deki fabrikalarda Beethovendinleyerek çalışan hiç işçi var mı? Dün vardı…
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nda Beethoven çalıyordu.
Piyanosu olan bir fabrikadan bahsediyoruz. Emekçilerinin koro kurdukları ve klasik müzik seslendirdikleri bir fabrikadan! İşçi korosu, sadece Nazilli’de değil, Aydın ve Denizli gibi çevre illerde konserler veriyor ve Atatürk’ün çok önemsediği çok sesli müziği Anadolu’ya tanıtıyordu.
Ayrıca:
İşçilerin radyosu vardı.
Tiyatro yapıyorlardı.
Fabrika bir eğitim kurumu gibiydi.
İşçiler yemek aralarında dünya klasiklerini okuyordu.
Fabrikada eğlenceler düzenleniyordu. Balolar yapılıyordu.
Haftada 6 filmin gösterildiği 700 kişilik sinema salonu vardı.
Kurulan “Sümer Halkevi”nde halka biçki-dikiş kursları veriliyordu. Yılda iki kere halka basma dağıtılıyordu.
Fabrikada işçilere okuma yazma öğretmek için beş sınıflı okul vardı. “Sümer İlköğretim Okulu” adlı bu işçi okulu 980 öğrenciye sahipti.
İşçi çocukları için 26 yatak ve 40 mevcutlu bir kreş kurulmuştu.
Lacivert – beyaz renkli Sümer Spor; atletizmden bisiklete, futboldan yüzmeye kadar birçok branşta faaldi.
Paten yapılıyordu.
Bisiklet yarışları düzenleniyordu.
Fabrika bünyesinde 40 yataklı bir hastane, bir eczane, bir de laboratuvar vardı.
İşçiler ve memurlar, fabrikanın hemen önünde özel olarak inşa edilen 264 dairelik ve bin kişilik lojmanlarda kalırken, bekar işçiler için 350 kişilik bir “Bekar İşçi Evleri” vardı.
İşçiler arasında Türkiye’nin dört bir yanından gelenler olduğu gibi, Yunanistan’dan Bulgaristan’a, Almanya’dan İsviçre’ye kadar yurtdışından çalışmaya gelen 1200 işçi vardı.
Şehir merkezi ile fabrika arasında gidip gelen ve fabrika çalışanlarının yanı sıra Nazilli halkının da ücretsiz olarak binebildiği “Gıdı Gıdı Treni” vardı! Ve Gıdı Gıdı isminde mizah gazetesi çıkıyordu…
Bir gün yolunuz Nazilli’ye düşerse, Kemalist Devrimi’nin ürünü, çürümeye bırakılan bu fabrikayı görün; Mustafa Kemal’e olan inancınız artar.
Ve kesinlikle…
Moral bozmak yok; aynısını yine yapacağız.
Yeter ki heyecanınızı kaybetmeyin…

nerden nereye nasıl ? geldiğin çok önemlidir

Eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye uzanan ilginç bir başarı öyküsü


Erdoğan’ın yolculuğu Kasımpaşa’dan başladı. 1984’te resmen siyasete girdi Belediye başkanlığından Köşk sürecine kadar ailesi de ticarette hızla yükseldi
Cumhurbaşkanı yeni, Başbakan yeni, kabine yeni… Ağızlarda hep “Yeni Türkiye” sloganı. 12. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her fırsatta, “Bu gelecek süreci çok farklı bir şekilde biz inşa edeceğiz ve bunun adı bir defa ‘Yeni Türkiye’ olacak” diye konuştu. Peki, eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye uzanan yolda Erdoğan ve ailesi için neler geride kaldı, neler değişti? Bu soruların yanıtları da Erdoğan’ın siyasi hayatının başladığı 1984 yılından 2014’e gelinceye kadar geçen sürede yatıyor.
Ticari başarılar
1990’lı yıllarda Ülker Grubu’nun Anadolu Yakası’ndaki dağıtım işlerini yapan Emniyet Gıda’dan, gemi işletmeciliği, köftecilik, liman inşası, tankercilik, kuyumculuk ve kozmetiğe giden yolda kazanılan ticari başarılar. İşte o öykü:
Aslen Rizeli olan Erdoğan, 1954’te İstanbul’da doğdu. 1973 yılında ise İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Üniversiteyi Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde okuyan Erdoğan, bu okuldan 1981 yılında mezun oldu. 1976 yılında Milli Selamet Partisi (MSP) Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı’na ve aynı yıl MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı’na seçildi.
Emniyet Gıda
1983 yılında kurulan Refah Partisi (RP) ile fiili siyasete geri dönen Erdoğan, 1984 yılında RP Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 yılında ise RP İstanbul İl Başkanı ve Refah Partisi MKYK üyesi oldu. Siyasi kariyerindeki dönüm noktası, RP’den 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde, İstanbul’un Büyükşehir Belediyesi Başkanı seçilmesi oldu. O dönemde Erdoğan’ın ortağı olduğu üç şirketi, Emniyet Gıda, İhsan Gıda ve Yenidoğan Gıda vardı. Siyasette de adım adım güçleniyordu. Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt’te halka hitaben yaptığı konuşma sırasında okuduğu bir şiir nedeniyle hapis cezasına mahkum edildi ve Fazilet Partisi’nin (FP) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine son verildi. 26 Mart 1999 günü Pınarhisar Cezaevi’ne girdi 4 ay sonra tahliye edildi.
AKP iktidar oldu
FP’nin, Anayasa Mahkemesi tarafından daimi kapatılmasının ardından, Erdoğan arkadaşlarıyla birlikte, 14 Ağustos 2001’de AKP’yi kurdu. Erdoğan, parti genel başkanlığına seçildi.
AKP, 2002 yılı genel seçimlerinde üçte iki parlamento çoğunluğuyla tek başına iktidar oldu. Hakkındaki mahkeme kararı nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili adayı olamayan Erdoğan, yapılan yasal düzenlemeyle milletvekili adaylığının önündeki yasal engelin kalkması üzerine parlamentoya girdi.
12 yıllık süreç
2003’ten 2014’e kadar da ülkeyi Başbakan olarak yönetti. Bu 12 yıllık süreçte Erdoğan Ailesi de ekonomik anlamda zenginleşti. Bu arada bir not daha: Erdoğan, Ülker ürünlerinin dağıtımını yapan Emniyet Gıda A.Ş’nin hissedarlığından 2005 yılında ayrıldı. Başbakanlık döneminin ilk iki yılında hisselerini devretmemişti ve ticari hayatı sürüyordu.
“Eski Türkiye’den yeni Türkiye”ye geçiş sırasında Erdoğan’ın iki oğlu Ahmet Burak, Necmeddin Bilal, iki kızından biri olan Sümeyye de ticari hayata hızla atılmalarıyla dikkat çekti. Özellikle Bilal Erdoğan’ın kurduğu şirketler göze çarpıyordu.
Oğullar ve enişte
Harvard’da kamu yönetimi eğitimi alan, ‘bursla okuyan’, Dünya Bankası’nda çalışan Bilal Erdoğan, ilk olarak ağabeyi Burak Erdoğan ile birlikte değeri tapu kayıtlarına 1 milyon lira olarak yazılan Kısıklı’daki bir villayı aldı. Enişte Ziya İlgen de oradan villa almıştı. Bu arada Başbakan’ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan da bir “gemicik” satın alıyordu. Tıpkı abisi gibi Bilal Erdoğan da BMZ Group Denizcilik ve İnşaat A.Ş şirketi ile denizcilik sektörüne adım attı.
Doruk Izgara!
Kuruluş sermayesi 3 milyon lira olan şirketin hissedarları ise amcası Mustafa Erdoğan ile eniştesi Ziya İlgen’di. Bilal Erdoğan, Maye Dış Ticaret isimli şirkete ortaklığıyla kozmetik sektörüne de girdi. Doruk Izgara Limited Şirketi’yle de fırıncılıktan tabldot yemeğe pek çok alanda daha faaliyet yürütmeye başlamışlardı. Doruk Izgara’da yüzde 36.2 hisse ile en büyük ortak, Bilal Erdoğan. Kardeşi Sümeyye de şirketin yüzde 30 hissesine sahip. Yani her şeyi, şimdi eleştirdikleri “Eski Türkiye”ye borçlular…

EY EMEKLİ!? NASIL GEÇİNİYORSUN ?

çeşmenin göbeği dağı deilyorlar

30 Ağustos 2014 Cumartesi

hayvan düşmanlığı!

TOMOĞRAFİ HİROŞİMA GİBİ..

Tomografi Hiroşima gibi!

Vücüdun maruz kaldığı radyasoyn Hiroşima'da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadar
Normal röntgenden onlarca kat fazla radyasyon verilmesine neden olan tomografi çekimlerine İngiliz Sağlık Bakanlığı'ndan yasak geldi. Sağlıklı kişilerin vücut tomografisi çektirmesi yasaklandı. Bakanlığa göre, vücüdun maruz kaldığı radyasoyn Hiroşima'da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadar

İNGİLİZ Sağlık Bakanlığı önceki akşam çok kritik bir karara imza atarak sağlıklı kişilerin vücut tomografisi çektirmesine yasak getirdi. Bu yasağa gidilmesine gerekçe olarak tomografi sırasında yayılan ve vücuda nüfuz eden radyasyon oranının çok yüksek olması gösterildi. Tomografi çektirmek geçen yıllarda osteoropoz, kalp rahatsızlığı, damar tıkanıklığı ve diyabet gibi hastalıkları önceden tespit edebildiği için sağlık uzmanları tarafından sıklıkla tavsiye ediliyordu. Sağlıklı bireylerin her 5 yılda bir tomografi çektirmesini öneren doktorların bu tavsiyesi üzerine harekete geçen bakanlık tüm vücudu tarayan tomografinin normal bir röntgenden 400 kat daha fazla radyasyon yaydığını tespit edince yasak kararı aldı. Tomografiye sağlıklı giren her 50 hastadan birinin maruz kalınan radyasyon nedeniyle çekim sonrasında kansere yakalandığı belirtildi.

1 tomografi 442 röntgene bedel

Yayınlanan raporda sık tomografi çektirenlerin vücutlarındaki birikmiş radyasyon seviyesinin II. Dünya Savaşı'nda Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombalarından kurtulanlarla eş seviyede olduğu belirtildi. Sıradan bir röntgen vücudu görüntülemek için tek bir ışın gönderirken tomografide daha detaylı bir görüntü elde etmek için art arda birçok ışın gönderiliyor. 2009 sonunda California Üniversitesi'nde görevli Prof. Rebecca Smith-Bindman'ın 1.119 kişiyi inceleyerek yürüttüğü araştırmada tek bir tomografinin 442 göğüs röntgenine ve 74 mamografiye (meme röntgeni) eş oranda radyasyon yaydığı ortaya çıkmıştı. Uzmanlar tomografideki bu riske karşın MR'ın hiçbir yan etkisi olmadığı konusunda görüş birliğine vardı. MR çekimleri sırasında sadece radyo dalgaları kullanılıyor. Bunlar da insan sağlığına zararsız.

Etkileri 30 yıl sonra ortaya çıkar

* Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta

Türkiye'de bir çok insan tomografi çektiriyor. Hastaya x ışınlarının yani radyasyonun verilmesi kansere sebep olan şeydir. Bunlar vücutta kalıcı olduğu için yok edilemez. Hiç şikayeti olmayan bir kişiyi teşhis edelim diyerek tomografiye sokulmaz. İnsan tomografi çektirdiği anda kanser olmuyor. 30 ya da 40 yıl sonra ortaya çıkıyor.

* Prof. Dr. Murat Kınıkoğlu

Diğer tetkiklere göre üstün yönleri var ama kanser riskini artırması büyük bir dezavantaj. Baş ağrısı nedeniyle tomografiye giren 10 bin hastadan birinde beyin tümörü çıkıyor. Zararlı madde X ışınıdır. Tomografilerde, basit röntgen tetkiklerinden 50-200 kez daha fazla X ışını alınır. Küçük yaştakilerde ve hamile kadınlarda radyasyona bağlı kanserojen etki daha çoktur.

Onlar dönmeyi düşünmediler.

pekakayı durdurduğu için zanlı olan birlik

LUTFEN DİKKAT BÜTÜN KARDEŞLERİMİZDEN RİCAMIZDIR
BEĞENİ YAPMAYALIM VE PAYLAŞALIM
“ Aşağıda anlatılanlar bir komando birliğinin subay, assubay, uzman ve erleriyle PKK karşısında görevini yaparken nasıl suçlandığının,nasıl aşağılandığının hazin bir gerçeğidir. „
PKKya Geçit Vermediği İçin Zanlı Olan Komando Birliği
İşte adı bizde saklı TSK personelinin bize göndermiş olduğu mektup. Noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyoruz. Bakalım, biz asker milletiz, diyenler ne diyecek:
“11 Ağustos günü Hakkâri Şemdinli Derecik Yeşilova hudut bölgesinde biz tepe operasyon ust bölgesinde bulunan 3 dağ komando bölüğü kaçakçılıkla mücadele maksatlı Rezzuk Sırtı bölgesinde 100 adet dolu katır ve 80 şahsı durdurmuş, sınır geçişlerini engellemiştir. Bunun üzerine küfürlü taciz ve tehditlere maruz kalmıştır. Kaçakçı grup cep telefonuyla görüşmeler yaparak “Sizle görüşeceğiz” demiştir.
Grubu geçirmeyip sınır güvenliğini sağlamaya devam eden komando bölüğüne Beşikağaç Köyü istikametinden gelen taslı sopalı grup saldırmış ve tehditler savurmuştur. Aralarından silahlı şahıslar ateş etmeye başlamıştır. Bunun üzerine komando bölüğü tepe üst bölgesindeki 1 Motorlu Piyade Bölüğünden destek istemiştir. 1. Motorlu Piyade Bölüğü acil desteğe çıkmış ve 1055 tepe üzerinden Rezzuk Sırtına intikal etmiştir. Bu sırada Kuzey Irak’ta kaçakçıların kullandığı Helenya adındaki köyden gelen patika yoldan pikap araçlarla gelen kalesnikof ve bixi makinalı tüfekleri olan grup ateşe başlamıştır. Komando bölüğü ve motorlu piyade bölüğü Rezzuk sırtında buluşmuş ve yoğun ateş altında kalmıştır kendilerini korumak ve sınır geçişini engellemek amaçlı havaya ateş açmışlardır. PKK’lı olduğu sanılan gruptan yaralananlar olmuştur. Türkiye tarafından Beşikağac köyü istikametinden gelen grup kuru otları yakmış, askeri personeli yakmak ve dumandan zehirlemeye çalışmış, ayrıca çekilme istikametini yangınla kapatarak teması kaçınılmaz hale getirmiştir. Sıçrama hareketleriyle grubu püskürten unsurlar 1055 tepeye tutunarak emniyet almıştır. 1055 tepe karsisinda ki 935 rakimli isimsiz tepe olarak bilinen bölgede bulunan peşmerge karakolundan docka adında ki ağır makinalı silah unsurlara ateş açmıştır. Unsurlar(biz) çekilerek tepe üst bölgesine gelmiştir.
Bu olaylardan sonra üst bölgesine gelen kaynak suyunun boruları köylüler tarafından kesilmiş Yeşilova köyünden gelen tek ikmal yolu kapatılmış. Üst bölgesine ikmal yapılamayarak askerler susuzluk ve açlık tehlikesi yasa mistir. Tuvalette kullanılacak su bitmiş hastalık yayılmasından korkulmaktadır. Yeşilova köyünden sonra bulunan Mamras tepe üst bölgesi ve 804 kalekolu da aynı sıkıntıyı yasamıştır.
Olayda askeri personele yoğun ateş eden gruptan yaralananlar BDP tarafından masum köylü olarak lanse edilerek silahlı PKK’lılar toplum nezdinde haklı gösterilmeye çalışılmaktadır.
Olay sonrasında 3 Dağ Komando Taburu 9. Bölük üst bölgesinden çekilmiş ve silahları toplanarak balistik incelemeye gönderilmiştir. Ülkesinin bölünmez bütünlüğünü ve sınır hattı kacak geçişini canı pahasına savunan kahraman birlik zanlı olmuş ve şu an savcılık tarafından soruşturulmaktadır...”

Plastik yiyoruz..

BİR KİMYACININ ULUSA SESLENİŞİ!
Diploma tezimi Türkiye'nin ünlü margarin fabrikasında hazırladım...
Kokusuzlastırılmış ve arıtılmış SIVI pamuk çekirdeği yağını HİDROJENE EDEREK DOYURMANIN
ve de vucud ısısına son derece tehlikeli şekilde yaklaştırmanın nesinin akla uygun oldugunu ne ben çözebildim;
ne de bu konuda benden çok daha bu konuyu bilmesi gerekenlere tüm ugraşmalarıma rağmen ÇÖZDÜREBİLDİM…
Stajımı ve tezimi başarıyla bitirdim, hocama teslim ettim O gün bugündür ağzıma margarin koymamaya kesin karar verdim ve uyguladım …
Margarin ambalajlarına, kesinlikle, sigara ambalajlarina getirilen zorunluk getirilmelidir.
Margarin sağlığa ÇOK ZARARLIDIR yazılmalıdır !
İŞTE EN İLGİNÇ KISMI !
Margarin plastikten yalnızca 1 molekul farklıdır.
İşte bu gerçek beni hayatım boyunca bir daha margarin ve diger hidrojene yiyecekleri yemekten alıkoymuştur.
Hidrojene demek molekuler yapısına hidrojen eklenmiş demektir.
Kendiniz de deneyebilirsiniz:
Bir paket margarine alın ve gölge bir yere koyun. İki gün içinde şunları gözlemleyeceksiniz…
Üzerinde bir tane bile sinek yok!
Bu size birşeyler anlatmalı...
Çürümemiş ve kötü kokmamıştır.
Çünkü hiçbir besin değeri yoktur ve üzerinde hiçbir şey gelişmez.
Hatta mikro organizmalar bile yerleşmez. Neden ?
Çünkü nerdeyse plastiktir.
Evdeki plastik kablonuzu eritip de tostunuza sürer misiniz ?
İsterseniz sürmeye devam edin ama en azından gelecek nesillere çocuklarınıza bu vicdansızlığı yapmayın.
Sağlıklı günler…

29 Ağustos 2014 Cuma

sıfır sorun- dünya düşmanlığı

Feda-Kar- lık!

Mill a.. koyan cen. inş.

Miting meydanlarında bar bar bağırdılarrr!....
Asrın projeleri, yapılan boğaz köprüsü, kanal istanbul, hava alanı , için " milletin cebinden beş kuruş çıkmayacak " dedilermi? dediler..
Yalan söyleyeni ALLAH , Kuran çarpsınmı? çarpsın inşallah, ALLAH yalan söyleyerek, milleti aldatan, kandıranların ( her kimse ) evlerine ataşlar salsın, cehennem kütüğü yapsınn, dölleri nesilleri kurusunn......
MİLLETİTİN A....NA KOYACAĞINI SÖYLEYEN CENGİZ İNŞAATA hava alanı için tüm banka muslukları açılmış! medya haberi!,... tekniğini bilmiyoruz, velakin ucuz, sıfır faiz, belkide geri! ödemesiz!. kasalar emrindeymiş (inanmayanlar biraz araştırın, körü körüne koyun gibi biat etmeyin, her seferde bu koyun heyvanına hakaret ettiğimden dolayı utanıyorum yavv! ) yani çok uzattım!
Kısaca: milletin cebinden beş kuruş çıkmıyor ! da milletin paraları bankalar ile çıkarcının cebine hortumlanıyor! çok şükür ! .milleti a......koyacak olan cengiz inşaata .....bu gün TV. haberlerinde verdiler!.....tabi bir kaç cesur kanal söyleyebiliyor..bu haberleri vesselam.

Ermenistan hangi illeri istiyor

Ermenistan hangi illeri istiyor
Taraftarları Türk Bayrağı yakan partinin lideri Türkiye'den 19 ili geri istedi.
Alman Friedrich Naumann Vakfı ile TESEV Dış Politika Programı 4-6 Haziran 2012 tarihlerinde Ermenistan’ın başkenti Erivan’da daha önce bu ülkeyi hiç ziyaret etmemiş akademisyen, öğrenci, medya ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir grupla çalışma ziyareti düzenledi. Gezinin medya ayağındaki iki gazeteciden biri de Vatan gazetesinden Uğur Koçbaş'tı.
İzlenimlerini bugün paylaşan Koçbaş'ın satır aralarında ilginç bir de detay vardı.
Ermenistan’ın en radikal partisi Taşnak Sütyun’un uluslararası işlerden sorumlu genel sekreteri Giro Manoyan, Her 24 Nisan’da partinizin taraftarları Türk bayrağını yakarken gerçekten Türkiye ile yakınlaşmaya bir niyetiniz var mı? sorusuna öyle bir yanıt verdi ki..
Taşnak Sütyun’un parti politikasında bayrak yakma olmadığını kendilerinin önkoşulsuz diplomatik ilişkiye sıcak baktıklarını söyledi. Ancak bu ilişkinin kurulmasının ardından gelecek talepleri açıklamaktan da çekinmedi:
1) Soykırımı tanıyın.
2) Hayatını kaybeden Ermeniler için tazminat ödeyin.
3) Tehcir öncesinde Ermeni nüfusun yoğun olduğu 6 vilayetin kontrolünü Ermenistan’a verin.
Vilayet-i Sitte olarak da bilinen 6 vilayet bugünkü coğrafi sınırlar gözönünde bulundurulduğunda şu illeri kapsıyor:
* Erzurum,
* Erzincan,
* Ağrı,
* Van,
* Hakkari,
* Bitlis,
* Muş,
* Şırnak,
* Batman,
* Siirt,
* Diyarbakır,
* Mardin,
* Elazığ,
* Malatya,
* Bingöl,
* Sivas,
* Amasya,
* Tokat,
* Giresun’un bir kısmı.

Evin en öksüzü babalardır

___ Babalar en kutsal varlıklar olan Annelerin gölgesinde kalan gizli kahramanlardır!
___ Evin en öksüzü babalardır, en yalnız, en kimsesizi, herkese kimse olurken. Evin direği olurken kendisi direksizdir, dayanacağı kimsesi pek yoktur. Çünkü o hep güçlü olmak zorundadır. O zayıf olamaz Çünkü o kahramandır, o güçsüz olamaz Çünkü o kahramandır, o ağlayamaz Çünkü o kahramandır, hep kahraman olmak, öyle kalmak zorundadır. Yoksa silebilir herkes onu. Küçümser, erkekten bile saymaz.
___ Batan gemiyi en son terk eden baba iken, uçan bir balonda, fazla ağırlıkların atılması aksi halde balonun düşme ihtimalinin olduğu anlarda, aileden ilk atılacak kişi babadır.
___ Hayatını ailesine adasa da, ne eşine ne de çocuklarına yaranabilir tam anlamıyla. Kimsesi kalmaz zaten memleketi belli olduğunda. Hani sormuşlar ya adama nerelisin diye. O da demiş henüz evlenmedim diye. Ne ilk ailesine,ne de yeni ailesine yaranamaz, arada kalır. O yüzden ailelerde hep dayılar, teyzeler sevilir ya. Amca hele ki hala pek bilinmez genelde.
___ Aile içi yetmez gibi, hep annelik yüceltilir onun yanına ayıp olmasın diye babalık da eklenir. Anneler gününün bütün ihtişamına, şatafatına, her yerde vurgulanması ve insanları harekete geçirmesine rağmen, babalar günü unutulur, ya da babalar gününde hatırlanır ve öylesine geçiştirilir.
___ Evin dış kapı mandalı gibidir çoğu zaman. Evin en yalnızıdır Bu yüzden en son babalar duymaz mı? Ya saklanır, ya yalan söylenir ya da paylaşma gereği duyulmaz. Bunda elbet hoşgörüsü az babanın da suçu ve katkısı vardır ama yine de ne yapsa yaranamaz, yakınlaşamaz. Belki çocuklarıyla yakınlaşmak ister ama malum ataerkil kurallar, toplum baskısı, utanç duygusu buna engel olur, ne sevdiğini gösterebilir ne de sevilmek istediğini...
___ Babanın aile de en sevdiği birey kadındır, eşidir. Eşinin ise en sevdiği çocuklarıdır, kendisi değil. En büyük aşk evliliklerinde bile, sevgilisi doğum yaptığında bir anda artık sevgilisi değil, anne olur, kendine biçtiği en büyük rolü olur sevgilisi.
___ Baba en çok anneyi sever, anne en çok yavrusunu sever, yavrusu ise en çok eşini sever, eşi ise en çok yavrusunu sever. Bu böyle devam eder durur, hayatın kanunu gereği.
___ Bir yeri acıyan çocuğun hiç babam dediğini duydunuz mu? Babası yanındayken bile anam demez mi?
___ İyi bir işi olması gerekir, zengin olması gerekir. Çocuklar bile birbirlerini heyecanlandırmak için, iki kişinin omuzlarında daha fazla ileri gitmek için, bakalım kimin babası daha zengindir, derler.
___ Anne ya da çocuklar işsiz olabilir, kimse bunu çok görmez onlara. Ama baba işsiz olamaz. Düşünün erkek çalışır kadın ev hanımı ise sorun yok ama tersi durumda erkekten bile sayılmaz. Evin geçimini karşılamak zorundadır, hem de şartlar ne olursa olsun. Dışarıda onca karşılaştığı kötülük ve güçlüklerle uğraşırken, eve gelip sığınmak, salmak isterken kendini, evde eşinin kaprislerini çekmek, çocukların sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalır.
___ Belki ağlamak ister onların yanında, onlarla... Yapamaz!
___ Evin şerefini, evin namusunu korumak zorundadır. Kızının ilk aşkı kendisi olsa da, büyüyünce kızı artık aldatır babasını ve başka gençlere kayar gönlü. Babasına bin bir naz yapan o kız ise sevgilisinin, eşinin her dediğini yapar. Evde yıllarca babası ile çatışan, özgürlüklerini elde etmeye çalışan, oğlu ise eşinin yanında muma döner. En acısı ise yıllarca gözünden bile koruduğu o güzeller güzeli kızını, gözbebeğini gelir adamın biri alır elinden, gözünden sakladığını başka gözlere verir. Değil birinin ona dokunması yan gözle bile bakmasına dayanamayan baba, teslim eder bir başkasına elleriyle. Üstelik bir de düğün dernek yapmak zorundadır, oynamak zorunda kalır sanki eğlenirmiş gibi.
___ Yıllarca dışarıda deli gibi çalışırken, bebekken hiç büyümeyeceğini düşündüğü yavrularının değiştiğini bile fark edemez, birey olduklarını. Ona bağımlı iken onlar, bir anda bağımsızlıklarını ilan etmeye başlarlar, küçük bir hayal kırıklığıyla karşılar, yapacak bir şey yoktur.
___ Bizim gibi toplumlarda, erkek evladından çok kızına değer veren, her şeye rağmen onun için her şeyini feda eden babaların önünde sevgiyle eğiliyorum.
___ Sizler büyük insanlarsınız…
(Bunca zorluğuna rağmen Baba olabilmiş tüm özel insanlara ithaftır...)
___ Yazı : Devran TİGLİ'den alıntı
___ Düzenleyen : Mustafa DEMİREL

yollar

37 yeşilköy

Bu resim ne mi? HİÇ! 1938 den sonra geldiğimiz durum bu! 1937 İstanbul Yeşilköy'de çekilen bu resimde Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Nuri DEMİRAĞ tarafından kurulan fabrikayı ziyaret ediyor. Dünyanın ilk yolcu uçağı Nu.D.38 adı. Türkiye Cumhuriyeti dünyada kendi uçağını yapan 5 inci ülke! Şimdi neden mi ekledim bunu, HİÇ! ondan.... — Fazıl ÇolakAhmet Özgür TürenÖmer Kutay ve 29 diğer kişi ile birlikte.NEDENMİ? paylaşmak için!...."Cumhuriyet başlangıcı ve döneminin kazançlarını satarak, avm ! yaparak, üreten bir şey yapmayarak!....geçinen!... son 12 yıl hükümeti belki görürde !....diye(kadir)

Yeni- Eski Türkiye

28 Ağustos 2014 Perşembe

İNSAN

AYYAŞ UNUTULURMU?

2002-2014 yılı Türkiyenin durumu

Damat ferit ve..

Türk yeniden dirilir..

kÖPRÜ-KANAL. YAZIK GİTTİ TABİAT!

plajda güneşlenen giyinikler.Psikolojik dramatik bir vaka.

istiklal marşına karşı çıkan kadın !

KARISINI İNGİLİZ SUBAYINA TESLİM EDEN ŞEREFSİZLER!
BİR KADININ İSTİKLÂL MARŞINA KARŞI ÇIKMASI
İstiklâl Marşımıza saygı duyması gerekenlerin başında öncelikle; namusuna düşkün, haysiyet ve iffet sahibi kadınların, soylu ve asil âile kızlarının olmaları gerekirken maalesef namusu dilinden düşürmeyen bir bayan, İstiklâl Marşımızı alaya alabilmektedir /
İstiklâl Marşı; bir milletin bağımsızlık ve egemenliğinin sesli sembolüdür /
Bağımsız ve egemen olunmayan, üzerinde İstiklâl Marşı söylenemeyen toprakları, İşgâl güçleri daima açık bir GENELEVE ÇEVİRİP, ZORLA KADINLARIN IRZLARINA TECÂVÜZ ETMİŞLERDİR /
Kadınlara olan bu tecâvüz ve aşağılamalar helen dünyanın birçok ülkesinde devam etmektedir /
İstiklâl Marşını içine sindiremeyen, okunurken ayağa kalkmayı, yürürken hazır ola geçip saygı göstermeyi külfet sayan kadınlar bu tecâvüzleri hoş görüyorlardır herhalde. Bir de bu kadın başı örtülüyse! /
İstiklâl Marşımıza karşı gelen, hakkında alaykâr yazılar yazan kadın; gönül eğlendirmek için memlekete işgâl güçleri askerlerinin gelmelerini arzulayan bir fahişeden farksızdır /
İstiklâl Marşımızı kabullenemeyen, okununca ayağa kalkmayan erkekler ise, hanımlarını işgâl güçleri askerlerinin kucaklarına atacak kadar gavatttırlar ki bunu İngilizler'in 16 Mart 1920 de ki İstanbul'u işgali sırasında gördük /
Ve bugün BU GAVATLAR, itibarlı yerlerde olup, söz sahibiler. İşin en acı tarafı ise; kendi dişi köpeğini, komşusunun köpeğinden kıskanacak kadar namus hassasiyetine sahip insanlarımızın bu gavatlara itibar etmesidir /
KARISINI İNGİLİZE TESLİM EDEN ŞEREFSİZLER!
Mütâreke yılların da aydın geçinen ve Kurtuluş savaşının karşısında olan birçok yazar, çizer için İngiliz İşgâl Kuvvetlerinin Subayları ile dostluk kurmak en büyük övünç meselesiydi.
Bu alçak takımı çoğu kez İngiliz subayları evlerine davet edip beraberce bir kahve içtikten sonra evinden ayrılarak kendi hanımıyla İngiliz subayı baş başa bırakır, bu durumu da büyük bir gururla eşine dostuna anlatırdı.
BÖYLE BİR DURUMU BİZZAT YAŞAYAN VİLLİAMS İSİMLİ İNGİLİZ SUBAYI HATIRALARINDA BU HALİ ŞÖYLE ANLATIR;
''Benim tanıdığım ve dinlediğim Türkler şerefli ve namuslarına düşkün insanlardır. İstanbul’da bu kadar adi şerefsiz insanın bulunabileceğini hiç düşünmemiştim. Bizimle dostluk kurabilmek için can atan bu insanlar anlatılamayacak kadar reziller. Bu insanlar Türk olamazlar İnsanlığımdan utanıyorum ''
YUKARIDA ANLATTIĞIM İHANETLERİ ADİLİK VE ŞEREFSİZLİKLERİ HATIRLAYACAK OLURSAK;
1920 şartlarına benzer bir ortamda yaşadığımızın hükmüne varabiliriz.
28 Ağustos 2014
ORHAN KILIÇOĞLU

Önemli noktalar!..Warren Buffet

Enver paşa ruhu. Berat albayrak

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/albayrak/2014/08/25/enver-pasa-ruhu

SİYASİ DEĞİL TÜRKÜN SİMGESİ KURT

Devir Teslim

Hep konuştuklarının tersini yapıyorlar!..hep yaptıklarının tersini söylüyorlar!...dün sabahtan akşama kadar hepsi, yani tüm yürütmenin yetkilileri, kanunları ve yasaları çiğnediler!. ayırdılar, böldüler! toplamadılar! çıkardılar!.taraf tuttular, yandaş oldular!. 76 milyonun CB yım diyor, partili olduğunu, tarafsız olmayacağını!, seçilmiş olduğunu, 20 milyon seçeni olduğunu, söylüyorlar! ama diğerlerinide sindire sindire bize biat ettireceğiz ! diyorlar!.
Yargıya, yargıtaya " haşhaşi " diyorlar, yargı bağımsızdır ! diyorlar, devamlı yargıyı tehdit ediyorlar...17-25 ortada dururken!, Almanyanın elinde kutu hesapları, isviçre bankaları hesapları ! varken, almanyanın dinlemesine gıkları çıkmıyor!.ses veremiyorlar!. nasıl cevap versinler! bir devlet olmanın gereğini yapsınlarki? almanyanın elinde tapeler var!. tehdit ediliyoruz.....
CB yım ama BB ım, partinin genel başkanıyım diyorlar!..yasa! Anayasa, kanun nizam hepsi delindi, derebeylik gibi padişahlık gibi devam ediyorlar!. bilmiyorlar ki, rakam vermiyeyim, şu kadar insan da oy vermemiş! seçmemiş! onu gözardı ediyorlar.....
Gördüğüm uygulamalar, yazıya dökemediğim bir sürü yalanlar, pek hoş değil!.....özetle; büyük bir hırsla , aynen bölmeye devam edeceklerini, taraf olanları bertaraf edeceklerini, dayatmalarını kabul etmeyenleri mahvı-perişan edeceklerini her fırsatta, her bir yetkili dile getirdi..
Gerilimden ve bölmekten besleneceklerini ayan beyan ettiler...herkesle veya eleştiren , karşı gelenle sidik yarıştırıyorlar..olmayan bir şeyler, izafi düşmanlar yaratıyorlar, kendi taraflarınıda bu yalan düşmanlara inandırıyorlar!, ör neğin parelel gibi! parelel manası nda olan şeyler tabiki var, kabul..yalnız bu parelelde kendileride var !..belliki bir takım sözler verilmiş! imzalar atılmış! pekakayı kabul etmek zorundalar, anlaşmışlar! fakat ne uğruna? ne karşılığı? bunları vatandaşa açıklamak zorundalar.....
.
Vatandaşa hayırlı uğurlu olsun bile diyemiyorum! klasik olur. çünkü hayır olmayacağını! ALLAH 'IN VERDİĞİ AKILLA AZ ÇOK GÖRÜYORUM... ALLAH, yüce ve aziz milletimizi TÜRK milletini korusun vede koruyacaktır....dedimya çok şey var! "yeni türkiye " bunlardan birisi! eski türkiyeye ne oluyor, 12 yıldan beri yıkamadılarmı? bu da ayrı bir konu!...vesselam.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

ÖZ! TÜRKİYE ALMANYAYA NEDEN SESSİZ?

Savcı Zekeriya Öz, Almanya'nın Türkiye'yi dinlemesi ve Türkiye'nin bu konuda sessiz kalmasına ilişkin ilginç açıklamalarda bulundu.

CİHAN

Açılım sürecinin amacının PKK’ya silah bıraktırıp üyelerinin sınır dışına çıkarılması olarak tanımlandığını ve bunların hiçbirinin gerçekleşmediğini belirten Savcı Zekeriya Öz, çözüm sürecinde verilen tavizlere de dikkat çekti. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası Bakırköy Başsavcıvekilliğinden Bolu’ya düz savcı olarak atanan Savcı Öz, Twitter hesabından şunları yazdı:
“Son günlerde çıkan Almanya’nın dinlemesi 17-25 Aralık’a Türkiye’nin öğrendiği yolsuzlukları, bu ülkelerin önceden bildiklerini göstermektedir. Bu dinlemelerde ele geçen ve dünyada sansasyon yapacak bilgiler, Türkiye’nin bölünme sürecine sürüklendiği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Bu kadar taviz vererek bir açılım sürecinin hiçbir pratik faydası olmadığını herkes görürken ısrarla sürdürmenin sebebi bu dinlemelerdedir.”
“GÖSTERİLEN TEPKİ, YAPILAN ANLAŞMANIN DEŞİFRE OLMASI KORKUSUNDAN”
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağırılmasına da değinen Öz, “7 Şubat krizi diye lanse edilen adli vaka, devletin üst düzey görevlilerinin PKK ile yaptığı Türkiye’nin bölünmesini kabul ettikleri anlaşmadır. Gösterilen tepki, işin Başbakan’a uzanacağı ihtimali değil Türkiye’nin bölünmesi için yapılan anlaşmanın deşifre edilmesi korkusudur.” dedi.
Almanya’da medya ve muhalefet partileri, özellikle Sol Parti, Türkiye’nin dinlenilmesi olayını sorgulamasına rağmen, Türkiye’de Erdoğan ve AK Parti hükümetinin sessiz kalması kafaları karıştırmıştı. Alman gazetelerinde ‘Alman istihbarat teşkilatı BND’nin elinde Türkiye ile ilgili çok sorunlar doğurabilecek bilgi, belge ve görseller var’ iddiası yer almıştı.