30 Nisan 2014 Çarşamba

soner yalçın rte ünivrst

Adı, Recep Tayyip Erdoğan.
11 yıldır ülkeyi yönetiyor.
Ve hakkında doğru dürüst bilgimiz yok!
Bildiğinizi sanmayınız.
Bu nedenle diyorum ki:
Tüm bildiklerinizi unutun!..
Bugün “üniversite” hayatını yazacağım. Çünkü kimse hangi okulda okuduğu ve nereden mezun olduğuna dair net bir şey söyleyemiyor!
Sahi:
Erdoğan üniversite mezunu mu?
Başbakanlık resmi internet sitesine göre; “Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi” mezunu!
AKP resmi sitesi ve Erdoğan’ın kişisel sitesi de aynı bilgiyi veriyor:
“Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi” mezunu!
İyi de…
Marmara Üniversitesi’nin ne geçmişte, ne de bugün böyle bir fakültesi yok!
Devam edelim…
Erdoğan’ın TBMM’de yazan biyografisinde ise mezun olduğu okul şu:
“Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.”
“Ticari” gitti “İdari” geldi!..
Durun yeni başlıyoruz…
Başbakanlık ve AKP resmi sitesine göre Erdoğan 1981 mezunu.
Oysa 1981’de “Marmara Üniversitesi” diye bir üniversite yok!
Marmara Üniversitesi, 20 Temmuz 1982’de çıkarılan 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ve 28 Mart 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2809 sayılı kanun ile kuruldu.
Olmayan üniversitenin olmayan fakültesinden mezun bir Erdoğan!
Kafanızı karıştırmadan en başa döneyim…
Tuna’nın özel okulu
Erdoğan’ın okul hayatının 12 Mart 1971’deki askeri darbeyle ilgisi var. Öğrencileri devlet disiplini altına sokmak isteyen darbeciler, 25 Ağustos 1971’de özel yüksek okulları kamulaştırdı.
Yasayla İstanbul’daki 15 özel yüksek okul devletleştirildi. Bunlardan biri de, “İstanbul Tuna İktisadi ve Ticari Bilimler Yüksek Okulu” idi.
Okulun sahibi, Prof. Dr.
Ergun Tuna’nın babası idi. Bu özel okulun öğrenim süresi 3 yıllıktı. Okul devletleştirilince adı da değişti: Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu oldu. Prof. Tuna okula müdür yapıldı.
Ve bu okul, (1959’da akademiler kanunuyla kurulan) İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlandı.
Öğrenimi ise artık 4 yıllıktı.
Erdoğan, 2443 numaralı öğrenci olarak, 1973-74 öğrenim döneminde bu okula girdi. (Marmara Üniversitesi’nden verilen diplomasında ise öğrenci numarası, 8345! Hep bir karışıklık var.)
Erdoğan’ın sınavdan aldığı puan ancak bu okula girmesine yetti. Röportajlarında, siyaset bilimi üzerine öğrenim görmek istediğini söyledi hep. Eğer özel okullar kamulaştırılmasa, devletin yüksek okul sayısı sınırlı olacak ve bunlar daha yüksek puanla öğrenci kabul edeceği için Erdoğan, bu okula da giremeyecekti. Şanslıydı.
Ve bu şans hep hayatı boyunca ona güldü…
Şanslıydı; 1967’de, akademiler arası kurul kararıyla artık, gece öğrenimi yapılabiliyordu.
Yoksul bir ailenin çocuğu olan Erdoğan, gündüzleri çalışıp; Vatan Caddesi ile Aksaray Caddesi’nin kesiştiği Gürani Sokak’taki okuluna, geceleri gitti.
Okulun 150 gece, 150 gündüzcü öğrencisi vardı. Devam mecburiyeti yoktu.
Ve şanslıydı; 1977-1978 öğretim yılında “Ekonomi”, “İşletme” ve “Siyasal Bilimler Fakültesi”ni açan İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, bünyesindeki “Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu” gibi kimi yüksek okulları; “Ticari Bilimler Fakültesi” adı altında birleştirdi.
Böylece Erdoğan, Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu’nda başladığı öğrenimi, Şubat 1981’de İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Ticari Bilimler Fakültesi’nde bitirdi.
Deniyor ki, “efendim kafaları karıştırmamak için üniversitenin yeni (Marmara Üniversitesi) adını yazdık!”
O halde:
23 Mart 2012 tarih ve 28242 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi kapatıldı ve yerine İşletme, İktisat ve Siyasal Bilgiler fakülteleri kuruldu.
Niye en yenisini yazmıyorsunuz?
Hep bir sır var.
Erdoğan’ın yüksek okul hayatı niye bu kadar sırlarla dolu, anlayamıyorum.
İlkokul, orta-lise öğrenimi ballandıra ballandıra anlatılanlar Erdoğan’ın yüksek okul hayatına ilişkin bir cümle söz etmiyor. Niye?
Kaç yıl okudu
Tarih: 8 Aralık 2013.
Erdoğan Edirne’de halka hitap ediyor:
“Belli bir yılda üniversiteyi bitiren bitirecek, bitirmeyen kusura bakmasın. Kardeşim 6 yılda bitireceksen bitir. 7 yıl, 8 yıl, 10 yıl sınırsız böyle bir şey olur mu? Öğrenci öğrenciliğini bilecek. Bu ülkede bu millet kendi vergisiyle parasıyla seni okutuyor, yetiştiriyor. Şimdi onun yasasını hazırlıyoruz; bitirdin bitirdin. Bitiremediğin takdirde artık güle güle.”
Peki…
Adama sormazlar mı, sen kaç yılda bitirdin?
7 yılda bitirdi!
1973-74 öğrenim yılında başladı; 1980-81 öğrenim yılında bitirdi.
Gelelim son cümlelerimize:
“Erdoğan’ın üniversite hayatı yok”, diye niye yazdım?
Fransızlar’ın güzel bir sözü var; üniversite mezunu olmak için ailenin, en az üç kuşak üniversite mezunu olması gerekiyor. Yani, büyük babanın, dedenin ve babanın; ya da büyükannenin, anneannenin ve annenin üniversite mezunu olması gerekiyor!
Niye böyle söylüyorlar?
Onlara göre, üniversite bir kültür ocağı. Salt mesleki öğrenim yeri değil.
Üniversite, özgürlüğün keşif alanı. Oysa…
Erdoğan pek okula uğramadı; geceden geceye nadir gittiği okulda sadece sınavlara girdi.
Okul arkadaşlarıyla merhaba ötesinde yakınlık kurmadı. Sosyalleşmedi. Bu nedenle yüksek okul yaşamından bir fotoğrafı bile yok.
“Hocam” diye elini öptüğü Prof. Dr. Orhan Oğuz’un 491 sayfalık anı kitabında adı bile geçmiyor!
Erdoğan o yıllarda…
Evlendi, koca oldu; bebekleri doğdu baba oldu; futbolcu oldu; MSP’nin Akıncı’sı oldu.
Ama…
Hiç üniversiteli olmadı.
Kağıttan bir diploması olsa da!

uygur türkü çocuğa çin işkencesi

http://www.mynet.com/video/insanlar/cinde-uygur-turku-cocuga-yapilan-iskence-1277421/?embed=fb&utm_source=fb&utm_medium=p&utm_campaign=sh

29 Nisan 2014 Salı

akepenin ağaç katliamı

rte kazım dip

rte akademi dip

rte marmara dip

rte diploası

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=259601507546303&set=pcb.259601580879629&type=1&theater

sahih namaz

RTE ÜNV MEZUNU

Adı, Recep Tayyip Erdoğan.
11 yıldır ülkeyi yönetiyor.
Ve hakkında doğru dürüst bilgimiz yok!
Bildiğinizi sanmayınız.
Bu nedenle diyorum ki:
Tüm bildiklerinizi unutun!..
Bugün “üniversite” hayatını yazacağım. Çünkü kimse hangi okulda okuduğu ve nereden mezun olduğuna dair net bir şey söyleyemiyor!
Sahi:
Erdoğan üniversite mezunu mu?
Başbakanlık resmi internet sitesine göre; “Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi” mezunu!
AKP resmi sitesi ve Erdoğan’ın kişisel sitesi de aynı bilgiyi veriyor:
“Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi” mezunu!
İyi de…
Marmara Üniversitesi’nin ne geçmişte, ne de bugün böyle bir fakültesi yok!
Devam edelim…
Erdoğan’ın TBMM’de yazan biyografisinde ise mezun olduğu okul şu:
“Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.”
“Ticari” gitti “İdari” geldi!..
Durun yeni başlıyoruz…
Başbakanlık ve AKP resmi sitesine göre Erdoğan 1981 mezunu.
Oysa 1981’de “Marmara Üniversitesi” diye bir üniversite yok!
Marmara Üniversitesi, 20 Temmuz 1982’de çıkarılan 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ve 28 Mart 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2809 sayılı kanun ile kuruldu.
Olmayan üniversitenin olmayan fakültesinden mezun bir Erdoğan!
Kafanızı karıştırmadan en başa döneyim…
Tuna’nın özel okulu
Erdoğan’ın okul hayatının 12 Mart 1971’deki askeri darbeyle ilgisi var. Öğrencileri devlet disiplini altına sokmak isteyen darbeciler, 25 Ağustos 1971’de özel yüksek okulları kamulaştırdı.
Yasayla İstanbul’daki 15 özel yüksek okul devletleştirildi. Bunlardan biri de, “İstanbul Tuna İktisadi ve Ticari Bilimler Yüksek Okulu” idi.
Okulun sahibi, Prof. Dr.
Ergun Tuna’nın babası idi. Bu özel okulun öğrenim süresi 3 yıllıktı. Okul devletleştirilince adı da değişti: Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu oldu. Prof. Tuna okula müdür yapıldı.
Ve bu okul, (1959’da akademiler kanunuyla kurulan) İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlandı.
Öğrenimi ise artık 4 yıllıktı.
Erdoğan, 2443 numaralı öğrenci olarak, 1973-74 öğrenim döneminde bu okula girdi. (Marmara Üniversitesi’nden verilen diplomasında ise öğrenci numarası, 8345! Hep bir karışıklık var.)
Erdoğan’ın sınavdan aldığı puan ancak bu okula girmesine yetti. Röportajlarında, siyaset bilimi üzerine öğrenim görmek istediğini söyledi hep. Eğer özel okullar kamulaştırılmasa, devletin yüksek okul sayısı sınırlı olacak ve bunlar daha yüksek puanla öğrenci kabul edeceği için Erdoğan, bu okula da giremeyecekti. Şanslıydı.
Ve bu şans hep hayatı boyunca ona güldü…
Şanslıydı; 1967’de, akademiler arası kurul kararıyla artık, gece öğrenimi yapılabiliyordu.
Yoksul bir ailenin çocuğu olan Erdoğan, gündüzleri çalışıp; Vatan Caddesi ile Aksaray Caddesi’nin kesiştiği Gürani Sokak’taki okuluna, geceleri gitti.
Okulun 150 gece, 150 gündüzcü öğrencisi vardı. Devam mecburiyeti yoktu.
Ve şanslıydı; 1977-1978 öğretim yılında “Ekonomi”, “İşletme” ve “Siyasal Bilimler Fakültesi”ni açan İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, bünyesindeki “Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu” gibi kimi yüksek okulları; “Ticari Bilimler Fakültesi” adı altında birleştirdi.
Böylece Erdoğan, Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu’nda başladığı öğrenimi, Şubat 1981’de İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Ticari Bilimler Fakültesi’nde bitirdi.
Deniyor ki, “efendim kafaları karıştırmamak için üniversitenin yeni (Marmara Üniversitesi) adını yazdık!”
O halde:
23 Mart 2012 tarih ve 28242 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi kapatıldı ve yerine İşletme, İktisat ve Siyasal Bilgiler fakülteleri kuruldu.
Niye en yenisini yazmıyorsunuz?
Hep bir sır var.
Erdoğan’ın yüksek okul hayatı niye bu kadar sırlarla dolu, anlayamıyorum.
İlkokul, orta-lise öğrenimi ballandıra ballandıra anlatılanlar Erdoğan’ın yüksek okul hayatına ilişkin bir cümle söz etmiyor. Niye?
Kaç yıl okudu
Tarih: 8 Aralık 2013.
Erdoğan Edirne’de halka hitap ediyor:
“Belli bir yılda üniversiteyi bitiren bitirecek, bitirmeyen kusura bakmasın. Kardeşim 6 yılda bitireceksen bitir. 7 yıl, 8 yıl, 10 yıl sınırsız böyle bir şey olur mu? Öğrenci öğrenciliğini bilecek. Bu ülkede bu millet kendi vergisiyle parasıyla seni okutuyor, yetiştiriyor. Şimdi onun yasasını hazırlıyoruz; bitirdin bitirdin. Bitiremediğin takdirde artık güle güle.”
Peki…
Adama sormazlar mı, sen kaç yılda bitirdin?
7 yılda bitirdi!
1973-74 öğrenim yılında başladı; 1980-81 öğrenim yılında bitirdi.
Gelelim son cümlelerimize:
“Erdoğan’ın üniversite hayatı yok”, diye niye yazdım?
Fransızlar’ın güzel bir sözü var; üniversite mezunu olmak için ailenin, en az üç kuşak üniversite mezunu olması gerekiyor. Yani, büyük babanın, dedenin ve babanın; ya da büyükannenin, anneannenin ve annenin üniversite mezunu olması gerekiyor!
Niye böyle söylüyorlar?
Onlara göre, üniversite bir kültür ocağı. Salt mesleki öğrenim yeri değil.
Üniversite, özgürlüğün keşif alanı. Oysa…
Erdoğan pek okula uğramadı; geceden geceye nadir gittiği okulda sadece sınavlara girdi.
Okul arkadaşlarıyla merhaba ötesinde yakınlık kurmadı. Sosyalleşmedi. Bu nedenle yüksek okul yaşamından bir fotoğrafı bile yok.
“Hocam” diye elini öptüğü Prof. Dr. Orhan Oğuz’un 491 sayfalık anı kitabında adı bile geçmiyor!
Erdoğan o yıllarda…
Evlendi, koca oldu; bebekleri doğdu baba oldu; futbolcu oldu; MSP’nin Akıncı’sı oldu.
Ama…
Hiç üniversiteli olmadı.
Kağıttan bir diploması olsa da!

ERD ÜNİVERSİTELİMİ?

http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/erdoganin-universite-hayati-yok-497827/

27 Nisan 2014 Pazar

evlat candır. can yücel

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10153979549355322&set=a.10150432731740322.628275.289731170321&type=1&theater

B 12 nin vücutta yolculuğu

https://www.facebook.com/indigofan/photos/a.175758828572.150566.111133023572/10152444805988573/?type=1&theater

26 Nisan 2014 Cumartesi

kutlu doğum haftası icadı

TÜRK KATLİAMINI ERMENİ KABUL EDİYOR

HALAÇOĞLUNDAN ERMENİLERE ÇAĞRI

OSMANLININ KUŞ YUVALARI

YALÇIN KÜÇÜK VE PERİNÇEK MİSYONU

YALÇIN KÜÇÜK ve DOĞU PERİNÇEK'in MİSYONU NEDİR?
Belki bazılarımızın dikkatini çekmiştir. 7 Ocak 2005 tarihli Vatan gazetesinde, PKK’nın ikinci adamıyken yakalanan ve şu anda cezaevinde bulunan Şemdin Sakık’la ilgili bir haber çıktı. Daha doğrusu Şemdin Sakık’ın yazdığı kitabın haberi.
Kitapta Apo’yla ilgili yazılanlar, PKK’nın yapısı hakkında verilen bilgiler elbette ilginç şeyler.
Ancak bizim için bu yazılanlardan daha önemli ve dikkatlerden kaçmaması gereken bir şey var.
Şemdin Sakık’ın, kimi “ulusalcı saflar” için hâlâ değerli olan, hâlâ dikkate alınan iki isim hakkında söyledikleri nelerdi?
Peki Şemdin Sakık’ın PKK’nın meşrulaşmasında, gündeme gelmesinde önemli katkıları oldu dediği, hatta bu kadar meşrulaşmasının baş kahramanları ilan ettiği bu kişiler kimdi?
Aslında çok da yabancısı olduğumuz insanlar değil bunlar.
Biri, bugün kendini Kuvayı Milliye’nin önderi ilan eden DOĞU PERİNÇEK, birisi sezgileriyle hareket eden, ölüm ilanlarından “büyük teoriler” çıkaran YALÇIN KÜÇÜK.
DÜNÜN KÜRTÇÜLERİ NASIL KUVAYI MİLLİYE'Cİ OLDU?
Ne demişti Sakık? ''Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek, PKK’nın meşrulaşmasını sağlayan en önemli iki isimdir.''
Yalçın Küçük, Abdullah Öcalan’ın akıl hocasıdır. Abdullah Öcalan’a “sayın başkanım” diye hitap eden sayılı insanlardan bir tanesidir!
Öcalan’a sayın dediği için göstermelik dahi olsa dava açılan insanların olduğu bugün, Küçük’ün bu davranışı bilinçli bir şekilde unutturulmaya çalışılmaktadır!
Yalçın Küçük’ün vukuatları bununla da sınırlı değildir.
Çiller’in başbakanlığı döneminde PKK’ya kuryelik yaparken yakalanmıştır. Taşıdıkları da PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın örgüte yönelik notlarıdır. Yalçın Küçük, adeta Apo’nun özel kuryesidir! Cezaevine gireceğini anlayınca, “gerçek bir aydın tavrı göstererek” “Çiller’in başbakan olduğu bir ülkede yaşayamam” diyerek Fransa’ya kaçmıştır. Yine kendi anlatımından öğreniyoruz ki, Öcalan’a yapılacak bir suikastı, kendisine önceden haber vererek Apo’nun hayatını kurtarmıştır.
Perinçek de geçmişte Apo ile yakın ilişki kuranlardan.
O kadar ki Perinçek’in yayın organları PKK’nın propanganda aracına dönüşmüştür.
Perinçek Türk devletine, Türk Ordusu’na karşı büyük bir savaş açmış, Türk devletinin eninde sonunda Kürtlere teslim olacağını her fırsatta dile getirmiştir.
Hem Maocu olacaksınız hem Atatürkçü, hem Marksist olacaksınız hem Atatürkçü! Böyle bir şey olmaz. Ama bırakalım Doğu Perinçek’in Maoculuktan vazgeçmesini, 90’larda izlediği Kürt politikasının hâlâ arkasındadır. Kuvayı Milliye’nin içine bu görüşlerini monte etmeye çalışmaktadır.
Doğu Perinçek’in Kürt meselesi ile ilgili söylediklerini burada tekrar etmenin bir faydası olur mu bilmiyorum. Ancak o dönemde Perinçek hareketi tarafından çıkartılan 2000’e Doğru, Yüzyıl gibi dergilere şöyle bir göz atmak oldukça öğretici olacaktır.
2000’e Doğru’nun bir sayısında federasyon ile ilgili fikirlerini Atatürk’e mal etmeye çalışmıştır. İddiaya göre Atatürk Kürtlere özerlik istiyormuş!
Kapağında PKK’lı militanların halay çektiği derginin manşeti, Kürtlerin yeniden doğuşu! Ayrıca PKK’nın referandum çağrısı oldukça geniş yer kaplıyor.
Derginin başka bir sayısında, bölücülükten kapatılan ve Doğu Perinçek’in başkanı olduğu Sosyalist Parti’nin bir talebi:
“Hükümet PKK ile görüşsün”!
“Gerilla barınmasın diye Ordu orman yakıyor”
“Kürdün ateşle imtihanı”
“Şeytan üçgeninde Kürtler”
“Kürt milli ordusu kuruluyor”
“Karar Kürt halkının: Referandum”… vs.
Bu başlıkların bile bir kaçı ortalıkta milliciyim dolaşan, ancak Doğu Perinçek’e umut bağlamış insanların, akıllarını başına getirmesi için yeterlidir. Bu dergiler Perinçek’in iddia ettiği gibi herhangi bir istihbarat örgütünün değil kendilerinin elinden çıkmıştır!
Doğu Perinçek hareketinin tarihine bakarsanız, Türkiye için çok kritik olan meselelerde hep karşı tarafta yer aldığını görürsünüz. Bugün karşı karşıya olduğumuz iki kritik meselede de durum aynıdır.
Kürt meselesinde aldığı tavır, yukarıda verdiğimiz örneklerden açıkça görülebilir.
Bugün ikinci kritik mesele Kıbrıs’tır. Doğu Perinçek’in geçmişte aldığı tavır Annan Planı’nın çok çok ötesindedir. Kıbrıs üzerine yazdığı kitabı oldukça öğreticidir. Neler öğrenirsiniz o kitaptan?
Birincisi ''Türk Ordusu’nun adada işgalci olduğunu, bundan dolayı bir an önce adayı terk etmesi gerektiği''ni!
İkincisi, ''adada Türk diye bir şey olmadığını, adada yaşayanların Kıbrıslı diye ayrı bir millet olduğu''nu.
Keşke bu kitabının yeni baskısını yapsa da bu derin fikirlerinden genç kuşaklar veya bu fikirlerini unutan eski kuşaklar yararlanabilseler!..
Doğu Perinçek ne diyorsa o!
Doğu Perinçek Türk siyasi hayatında önemli bir şahsiyettir! Söyledikleri mutlaka bir gün gerçekleşir! Ama fikirlerini hayata geçirenler hep başkalarıdır! Kendisi iktidarda olmasa da fikirleri iktidardadır. Kürt meselesi hakkında ortaya attıkları bugün birer birer gerçekleşmeye başlamıştır. Kürtçe serbesttir, Kürtçe televizyon vardır, yakında Kürtler kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceği referandumu da yapacaklardır.
Kendisi AB karşıtıdır ama İkiz Yasaları alkışlayarak karşılamıştır!
Bu yasalar, onun daha önceden önerdiği politikalarla birebir örtüşmektedir. Bu yasaların ancak kendi iktidarlarında bir anlamı olacağını açıklayarak, AB’ye karşı gerçek tavrını ortaya koymuştur.
Kıbrıs konusunda ortaya attığı fikirler de bugün yavaş yavaş hayata geçmeye başlamıştır.
Perinçek hareketinin bir önemli özelliği de, bugün ikinci cumhuriyetçi, liberal sol akımların başını çekenleri içinden çıkarmış olmasıdır. Bunlar Doğu Perinçek için övünç kaynağıdır aynı zamanda. Oral Çalışlar, Cengiz Çandar, Nuri Çolakoğlu Aydınlık hareketinin önde gelenleridir.
Bunca değişik fikrin, bunca değişik insanın içinden çıktığı bir hareketin herkesin ilgisini çekmesi bizce çok doğal! Bu hareketin, paranoyak teoriler ortaya süren Yalçın Küçük’le yollarının da keşismesi çok doğal.
Hadi diyelim Doğu Perinçek siyasetle uğraşıyor, politikalarında da kimi zaman önemli değişiklikler olabilir! Yalçın Küçük’ün bu derece değişmesinin nedeni nedir acaba?
Kendisi bugün en hızlı Kuvayı Milliyecilerdendir. Hatta bu alanda kendisini de kabul ettirmiştir. Konuşmalarına baktığınızda herkesten daha vatanseverdir, herkesten daha milliyetçidir. Son dönemde yazdığı kitaplar ortalıkta milliyetçiyim, Kuvayı Milliyeciyim diye dolaşan kimi insanların temel başvuru eseri olmuştur!
Bugün de başında kalpağıyla televizyon televizyon dolaşarak Kuvayı Milliyecilik yapmaktadır. Daha düne kadar boynundaki kızıl fuları çıkarmayan, bununla övünen Küçük nasıl olmuştu da birdenbire Kuvayı Milliye saflarına katılmıştır!
Sabetaycılık nasıl gündeme geldi?
Yalçın Küçük’ü ülke gündemine sokan Sabetaycılık üzerine çalışmaların önemi büyük.
Yalçın Küçük sadece merakından bu işe atılmamıştır. Öyle kendisinin söylediği gibi İsmail Cem’in cumhurbaşkanlığını önlemek için de değildir bu işe atılışı. “Vatanseverliğinin de” bu işte bir etkisinin olduğunu düşünmüyoruz. Eğer öyle olsaydı, Atatürkçülüğün yükseldiği, Kuvayı Milliye fikrinin yükseldiği zamanlarda, bu fikirlere sarılırdı. Bu fikirlerin halka ulaşması için çabalardı. Ama yaptığı tam tersi bir faaliyettir. Ortaya attığı saçma sapan Sabetaycılık teorileriyle, Atatürkçülüğe, Kuvayı Milliye’ye olan yönelişin önüne geçmeye çalışmaktadır. Bir ölçüde başarılı da olmuştur. Kendisini Küçük’ün saçma teorilerine kaptıranlar, Atatürkçü mücadeleyi bir kenera bırakmışlar, kim Sabetayist kim değil onunla uğraşmaktadırlar.
Ama tüm bunlara bakıp da, bunun daha önceden olduğu gibi, Kuvayı Milliye’nin sulandırılması olarak görmeyin. Bu faaliyetin sulandırmaktan öte anlamı vardır!
Sulandırma yine Kuvayı Milliye fikri etrafında olan bir şeydir. Oysa Yalçın Küçük’ün yaptığı Kuvayı Milliye’ye alternatif, ona engel bir fikir ortaya atmaktır. Sabetaycılıkla mücadele, Kuvayı Milliye’nin alternatifi yapılmaya çalışılmaktadır aslında.
Yalçın Küçük’ün sabetayistlere karşı mücadele fikri, Doğu Perinçek’in Avrasyacılığı ile aynıdır.
Anlayacağınız milli güçler kıskaca alınmıştır. Sabetaycılıktan kaçanlar Avrasyacılığa yakalanacaklar, Avrasyacılıktan kaçanlar Sabetaycılığa yakalanacaklardır. Ama hiçbir zaman doğru fikre ulaşamayacaklardır. Bu saçma sapan fikirlerle oyalanacaklardır!
Amaç budur zaten. Yükselen Atatürkçülük fikrinin önü bu şekilde kesilmeye çalışılmaktadır. Bu fikirler ve bu fikirleri yayan insanlar özel seçilmişlerdir.
Büyük Kürdistan Projesi hayata geçirilmeye çalışılıyor!
Aslında tüm bunlar Büyük Kürdistan Projesinin hayata geçirilmesinin bir parçasıdır!
Nasıl olur diye şaşıranlar olacaktır mutlaka! Ne de olsa yukarıda anlattığımız fikirlerin kaynağı millilik üzerine kuruludur. Avrasyacılık Perinçek’in ortaya attığı Türk politikasıdır, Sabetaycılığa karşı mücadele de Küçük’ün Türk politikasıdır!
Bu fikirleri yayan insanların yapması gereken Kürt ayrılıkçılığına karşı çıkmasıdır. Doğal olan budur. İyi niyetli, mantıklı düşünen herkes bu sonuca varacaktır. Ama kazın ayağı öyle değildir. Yalçın Küçük Irak’ta kurulacak bir Kürt devletine karşı çıkarken, “Türkiye Kürtleri”ni hâlâ savunduğunu ilan etmektedir. Kürt meselesinde devletin, kendisini dinlemediği için büyük yalış yaptığını söylemektedir.
Doğu Perinçek de geçmişte savunduğu Kürt politikasının hâlâ arkasındadır. Yani Kürtlere özerklik verilmelidir, Kürt dili okullarda da okutularak daha da yaygınlaştırılmalıdır.
Aslında ortalıkta dolaşan onca uçuk teorinin asıl nedeni budur. Büyük Kürdistan’ı kurmak! Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorun da budur zaten. Ancak yukarıda da söylediğimiz gibi saçma teorilerle milli güçler oyalanarak bu tehlike gözlerden saklamaktadır.
Tüm bunların büyük bir gücün operasyonu olduğunu görmek gerekir.
Saçma teorilerle ortalıkta dolaşan bu insanların yolları, yedi sekiz yıl öncesinde büyük bir tesadüf eseri kesişti?!
Yalçın Küçük Fransa’dan dönerek cezaevine girdi. Aynı tarihlerde Doğu Perinçek de cezaevine girdi. Daha sonra bu iki insanı aynı cezaevi arkadaşı oldular!
Bugünkü fikirlerin temelleri bu cezaevinde atıldı. Yalçın Küçük Atatürkçü kuvvetlerin güçleneceği yönünde uyarılarda bulunuyordu Perinçek’e! Gerekli önlemler alınmalıydı! Alındı da.
Perinçek’le Küçük’ü aynı cezaevinde buluşturan güç, Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti.
Çünkü Öcalan, Türkiye’nin Ortadoğu’ya müdahalesinde büyük bir engeldi. Eğer Öcalan biraz daha Suriye’de kalsaydı, Türkiye Öcalan’ı karargahından alacaktı. Bu, bölgenin Türkiye’nin denetimi altına girmesi demekti. Oysa Öcalan teslim edilerek, Türkiye’ye hem dostluk mesajı veriliyor, hem de gelecekte karşı karşıya kalınacak sorunların önüne geçiliyordu.
Kısacası 90’lı yıllarda Türkiye’de Kürt devletini kurmak için çalışan üç şahsiyetin de yolları bir noktada kesişmişti. Apo’nun Kenya’dan, Yalçın Küçük’ün Fransa’dan gelmesi ve onlara Türkiye’den Doğu Perinçek’in de katılması ile Kürtçülüğün üç teorisyeni cezaevinde buluşmuştu.
O halde şu sorunun cevabını bugün aramak zorundayız: Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’i aynı cezaevinde buluşturan güç, Apo’yu Türkiye’ye teslim eden güçle aynı mı?
Böylelikle silahlı savaşta yol alan Kürt bölücülüğü’nün artık içerden mücadele etmesinin önü mü açılmış oldu? Yani Kürt bölücülüğünün rahat mücadele etmesi için Haymana’da Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’e, İmralı’da Apo’ya bir olanak mı yaratılmış oldu?
Üstelik görmekteyiz ki dün tecrit olan silahlı Kürt bölücülüğü bugün, üstelik devlet kademelerinde, hatta Atatürkçü çevrelerde dahi destek bulabilmektedir.
Kısacası ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi, yani Büyük Kürdistan Operasyonu yolunda gitmektedir.
Apo’nun Suriye’den çıkartılması aslında Türkiye’nin Ortadoğu’dan atılmasıdır. Cezaevine atılan Kürtçüler ise bölücülüğü tüm topluma yaymakla görevlendirilmişlerdir. Üstelik tüm bunları ellerini kollarını sallayarak yapmaktadırlar.
Yalçın Küçük, bir gençlik dergisi ile yaptığı röportajda; “Eğer büyük medya birisini övmeye başladıysa ondan şüphe ederim, hemen araştırırım” demişti.
Bizde bu konuda Küçük’e katılıyoruz. Eğer Yalçın Küçük her fırsatta gündeme getiriliyorsa, Perinçek her fırsatta gündeme getiriliyorsa işin içinde bir iş var deriz...
Beğen ·  · 

25 Nisan 2014 Cuma

türk devlet-ordu geçmişi

Kafa kesmekle ve ermenilere taziye (başsağlığı) vermekle İslam birliği kurursunuzmu?
*(Resime baksanız 5 -ni artık birleşdirmisiniz.) 
...
Biz Niye Arapların ve Farsların BATAĞINDAYIZ
DÜNYAYI HÜKMETMEK İÇİN BAŞKA MİLLETLERLE KARDEŞ OLMAMIZA GEREK YOK TÜRKLER BİRLEŞTİĞİ AN ZATEN DÜNYAYI HÜKMEDECEK GÜCÜMÜZ ZATEN HER ZAMAN VAR.
Biz TÜRK milleti olarak Türkiye Cumhuriyeti resmi rakamlarına gore 2222 yıllık resmi Ordusu 4650 yıllık Devlet geleneği olan tarihinde en az 16’sı (aslında 24 tür bizdeki kayıtlara gore 16 dır) İmparatorluk 200 ün üzerinde Devlet beyliklerle birlikte topl...amı 800 e yakın bayrağa sahip olmuş bir milletiz. Biz Türk milleti olarak sadece Ordusu olan bir Devlet’e sahip değil Biz Türk milleti olarak Devle’tleri olan çok büyük bir Ordu’yuz
Ne kimsenin kardeşliği ne Halk’ların kardeşliği nede Din kardeşliği gibi saçma sapan söz ve düşüncelerle başka milletlerin kültürüne girmeyi asimile olmaya başka milletlere tabi olmaya ihtiyacımız yoktur.
Eğer bize kardeş gerekiyorsa istediğimiz kadar kan gen soy akraba olarak kardeş zaten çıkartırız. Kardeşliğimizin sınırlarıda bellidir Göktürk’ler deriz yetmezse Hun’lar deriz yetmezse Ergenekon çıkışı deriz yetmezse Uygur’lar deriz yetmezse Turan ırk deriz biz o kadar köklü bir milletizki insanlığın var oluşuna kadar gideriz.
Din kardeşliği Halkların kardeşliği denilen Türk’lüğü asimile etme yok etme yalanları ile Türk milletini asimile etmeye çalışanlar, kanı bozuk devşirme hain veya ajan yada mankurtlaşmış bualalardan başkası değildir.
Her kavim kendi özellikleri ile farlı ve farklılığı ile güzeldir, Din zaten bir kavim veya millet değildir. Halk deyimide zaten bir millet veya kavim demek değildir, Halkların kardeşliği veya Din kardeşliği diyenlere inceleyin göreceksinizki soyu bozuk bir melez veya globalizmin acımasız şerefsiz bir ajanıdır yahutta geri zekalı kavmin milletin ne olduğunu bilmeyen mankurtlaşmış akıl yoksunu bir budaladır.
Kısacası Halkların kardeşliği Din kardeşliği deyip soyunu kavmini yok sayanların hepside Hain ihanet içinde asimileci haysiyetsiz şerefsiz bir İt’tir ve asla Türklüğe yok edemeyecekler kendileri bu topraklardan silinip gidecektir.
İsmail Kalay.

24 Nisan 2014 Perşembe

zun göl ne hale geldi

https://www.google.com.tr/search?q=uzun+g%C3%B6l&oq=uzun+g%C3%B6l&aqs=chrome.0.69i59j0l5.3031j0j4&sourceid=chrome&es_sm=122&ie=UTF-8

erm kat 2

https://www.facebook.com/photo.php?v=740568989316978&set=vb.145335955506954&type=2&theater

ki kimi katletti

http://blog.milliyet.com.tr/ermeni-meselesi--kim--kimi-katletti--/Blog/?BlogNo=412688&ref=fblike

ermeni katliamı1

https://www.facebook.com/photo.php?v=624050134329858&set=vb.116778795056997&type=2&theater

türkiyedeki ermenistan

TÜRKİYE'DE Kİ ERMENİSTAN
Ermeniler Türkiye'de,
Ekonomik,
Siyâsi,
Sosyal
Ve kültürel bakımdan;
Ermenistan'da olduğundan çok daha güçlü bir kadroya sahiptirler.
Görünen köy kılavuz istemez!
ERMENİLERE TÂZİYELERİNİ BİLDİRENLERE!
Ermenilere tâziyelerini bildiren Ermeni sevicilere Hocalı katliamında yaşanan insanlık dışı yüzlerce olaydan sadece iki vahşet sahnesini hatırlatmak isterim;
“Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars’ta, Ağrı’da, Van’da Erzurum’da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı.
Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...
Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:
-AKÇİK, MANÇ? YÂNİ (KIZ MI, OĞLAN MI?)
-AKÇİK (KIZ)
Bu cevap üzerine ’’OĞLAN’’ diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
-TUN ŞAHETSAR, INGER (SEN KAZANDIN, YOLDAŞ)
-YES ŞAHETSAPAYTS AYS BUBRİKI İNÇ BES BİDİGİŞDANA (BEN KAZANDIM AMA BU BEBEK NASIL BESLENECEK?)
-MAYRİGI BEDGE GİŞDATSİNE (ANNESİ BESLEYECEK ELBETTE)
Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni milis, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı ve şunları söyledi;
‘’Mayrig yerahayin zizdur’’ (Çocuğa meme ver)
TÜRK ÇOCUĞUNUN KAFASIYLA FUTBOL MAÇI;
Aynı dakikalarda Hocalı’nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı.
İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
-Asixn ma/ çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın)
Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü...
Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu...
AŞAĞIDAKİ ÜÇ ÖNEMLİ HUSUSU GÖZ ARDI ETTİĞİMİZ MÜDDETÇE; DAHA ÇOK TÜRK ÇOCUĞUNUN KAFASI TOP DİYE TEKMELENECEK VE DAHA BİRÇOK TÜRK KADININI KARNINDAKİ BEBEK ÜZERİNE KUMAR OYNANACAKTIR.
TOHUM,
SÜT
VE NİNNİ
Ey Türk milleti!
Sırtını dayadıklarının;
*Ana rahmine düşen tohumlarının,
*Analarının göğsünden emdikleri sütün,
*Beşikte belenirken, kulaklarına anaları tarafından fısıldanan ninnilerin çok büyük bir önemi vardır.
Tohumu bozuklara, sütü pislere ve ninnisi Ermenice olanlara sırtımızı dayadığımız müddetçe, Türk’ün kara yazgısı hep böyle sürüp gidecektir.
NOT:
Her yazımı cihat, irşat ve gazâ ruhu ve niyetiyle yazar ve sonra siz değerli kardeşlerimin istifadelerine sunmaya çalışırım.
Yazılarımda, nefsime asla söz hakkı tanımam, sadece Allah rızasını ve Türk milletinin ırzının, namusunun, istiklâl ve istikbâlinin selâmetini gözetirim.
Yarın mahşer günü, vatanım, milletim ve dinim İslâm adına yazdıklarımın, güzel ve kabul gören amellerden sayılacağına olan imanım tamdır.
Ve her zaman sizlerin, mubarek ağızlarınızdan çıkacak olan dualara çok ihtiyacım var.
DUALARIMIZI, BİRBİRİMİZDEN ASLA VE ASLA ESİRGEMEYELİM KIYMETLİ GÖNÜLDAŞLARIM. SELÂM VE DUALARIMLA ALLAH'A EMANET OLUNUZ.
24 NİSAN 2014
ORHAN KILIÇOĞLU

erivanda türk bayrağı yakıldı

https://www.facebook.com/shares/view?id=10152371973864752&overlay=1&notif_t=story_reshare

bunlardanmı özür dilenecek

TÜRK OLAN ERMENİ DEN ÖZÜR DİLEMEZ.....
''Ne mutlu Türküm diyene'' sözünü her yerden sildireceksin.
Andımızın okutulmasını yasaklayacaksın.
Sırf içinde TÜRK kelimesi geçtiği için Türk büyüklerinin tablolarını kaldıracaksın.
Ancakkkkk.Gel gelelim adı Kürdistan olan bir siyasi partinin kurulmasına yeşil ışık yakacaksın.
ABD Başkanı Barack Obama,nın bile 24 Nisan mesajında "soykırım" yerine ''Med yegern'' ifadesini kullandığı 1915 olayları için kalkıp Ermenlerden özür dileyeceksiniz.
Yani ''Techir de ölen ermenilere taziyelerinizi bildireceksiniz...''
Peki ne demek bu..
Türkiye yakın bir gelecek te Başbakan'dan kabul ettiği 1915 olayları için Tazminatı resmen kabul etti demek...
Maalesef süreç oraya doğru gidiyor.Her ne kadar Başbakan''Dağlık karabağ olayı çözülmeden Ermeni meselesi çözülmez'' diyerek ahkam kesip kıvırsa da, gerçek te bütün AKP lilerin tek isteği Türkiye nin bu tarihi olay da suçunu kabul etmesinden yanadır.
Tıynıyet bozuksa bugün sarfedilen sözler ve yaşadığımız olaylar gayet doğaldır.Türkiye bir Türk tarafından sevk ve idare edilmediği için her olayda olduğu gibi suçlanan hep Türk Milleti olacak ve her türlü kararlar da aleyhimizde verilecektir.
Sayın Başbakan'a sormak lazım...
İşgal günlerinde Rusların tahrik ve kışkırtmalarıyla Osmanlı'ya baş kaldıran Ermeni halkına Anadolu insanı ne yapmıştır. Çeteler kurup Osmanlı ya kurşun sıkan onlar değilmiydi.Köyleri ve kasabaları basarak binlerce insanı katleden ve oluk oluk müslüman kanı akıtan onlar değilmiydi.
Türk Milletini içeriden vuran ve kalleşliğin her türlüsünü yapan Ermeni halkına karşı Osmanlı Devleti çiçek verip teşekkür mü edecekti acaba?
Söyleyiniz Sayın Başbakan...Erzurum dan Iğdır'a kadar Türk kanı akıtan Ermeniler hakkında techir kanunu çıkarılmayacaktı da ne yapılacaktı.Karşılıklı mübadele ve göç sırasında ölen veya öldürülen ermeni nüfusunun üç katı kadar da müslüman Türk öldürülmüştür.Bunlara kim hangi Devlet görevlisi taziye de bulunacak...
ASALA tarafından öldürülen onca diplomatımız ve büyükelçimizin kemiklerini sızlattınız...
ASALA nın devamı olan PKK terör örgütünün de ekmeğine yağ sürdünüz...
Doğrusu size de bu yakışırdı..
Yakışanı yaptınız...
Ertuğrul KALAFAT

23 nisana bayrak yakarak cevap verdiler

gerçek soykırım

https://www.facebook.com/UlkucuTR/photos/a.10152026302892066.1073741836.107999852065/10152026303082066/?type=1&theater

erkan ın babaları ve oğullar

Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil'den ilginç bir 'babalar ve oğulları' yazısı:
İsmet İnönü’nün babası, memurdu, zabıt kâtibiydi. Oğlunun doğum tarihini, evdeki Kuran-ı Kerim’in arka kapağına kaydetmişti.
*
Celal Bayar’ın babası müftüydü. Cevdet Sunay’ın babası imamdı. Fahri Korutürk’ün babası şûra-yı devlet, yani bugünkü danıştay üyesiydi. Ahmet Necdet Sezer’in babası öğretmendi.
*
Şükrü Saracoğlu’nun soyadı üstünde, babası saraçtı. Hasan Saka’nın babası hafızdı. Şemsettin Günaltay’ın babası öğretmendi.
*
Menderes’in babası çiftçiydi. Ecevit’in babası hekimdi. Erbakan’ın babası hâkimdi. Yıldırım Akbulut’un babası ptt memuruydu.
*
Demirel’in babası çiftçiydi.
Özal’ın babası memurdu.
*
Abdullah Gül’ün babası, tornacı.
Başbakan’ın babası, taka kaptanı.
*
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olursa, onun yerine kimler başbakan olabilirmiş? Ali Babacan mesela, babası çıkrıkçılar yokuşunda esnaftı. Beşir Atalay’ın babası çiftçiydi. Bülent Arınç’ın babası jandarma astsubayıydı. Mehmet Ali Şahin’in babası fırıncıydı. TBMM Başkanımız Cemil Çiçek’in babası çiftçiydi.
*
Gayet açık şekilde görülüyor ki, 1920’den beri, demokratik fırsat eşitliği vardır, hepsi sıradan vatandaşların çocuklarıdır… Bazı arkadaşların “biz dindarız, halk çocuğuyuz, öbürleri seçkin, elitist” filan demeleri, palavradan ibarettir.
*
Eğer hakikaten dindarsanız, yatıp kalkıp Mustafa Kemal’e dua etmeniz lazım… Çünkü o olmasaydı, başbakanlığı cumhurbaşkanlığını boşverdik, öve öve bitiremediğiniz osmanlı’nın sarayında, Sümbül Ağa bile olamazdınız!
Yazının tamamı için tıklayınhttp://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26282227.asp
Yılmaz Özdil-Hürriyet

er 3 sadalyeyide kendinde toplamak istiyor

Ön­ce göz­le­ri­me ina­na­ma­dım.
Bun­la­rı ger­çek­ten on­lar mı söy­le­miş­ler?” di­ye­rek bir kez da­ha oku­dum.
Çün­kü da­ha dü­ne ka­dar ka­tıl­dık­la­rı her te­le­viz­yon tar­tış­ma­sın­da AK­P’­nin, Tür­ki­ye­’ye ile­ri de­mok­ra­si­yi ge­tir­di­ği­ni id­di­a edi­yor­lar­dı.
Ül­ke­nin ba­şı­na bü­yük be­la­lar açan “A­na­ya­sa Re­fe­ran­du­mu­” sü­re­cin­de “yet­mez ama eve­t” di­yen li­be­ral­le­rin (!) ön saf­la­rın­da yü­rü­yor, hat­ta on­la­rın bay­rak­tar­lık­la­rı­nı ya­pı­yor­lar­dı.
Baş­ba­ka­n‘­ın tüm ic­ra­atı­na öv­gü­ler dü­zü­yor­lar­dı.
O ne­den­le on­la­rın söy­le­dik­le­rin­den emin ol­mak is­te­dim.
* * * *
Ön­ce, AK­P’yi ye­re gö­ğe sığ­dı­ra­ma­yan, “A­kil İn­sa­n” Tar­han Er­de­m’­in, Cü­neyt Öz­de­mi­r’­in prog­ra­mın­da­ki şa­şır­tı­cı açık­la­ma­la­rı­nı bir­lik­te oku­ya­lım:
Baş­ba­kan Er­do­ğan, ye­rel se­çim­ler­de al­dı­ğı yüz­de 45 oya da­ya­na­rak Çan­ka­ya­’ya çık­mak is­te­ye­bi­lir. An­cak Er­do­ğa­n’­ın yap­ma­yı dü­şün­dü­ğü şey­ler Ana­ya­sa­’ya ay­kı­rı! Çün­kü üç gö­re­vi ken­din­de top­la­mak is­ti­yo­r
Al­lah, Al­lah!.. Ne ol­du da Tar­han Bey böy­le­si­ne bir U dö­nü­şü yap­tı?” di­ye sor­du­ğu­nu­zu du­yar gi­bi­yim.
So­ru­nu­zun ce­va­bı­nı yi­ne Tar­han Er­de­m’­den din­le­ye­lim:
Çan­ka­ya­’ya çık­tık­tan son­ra hem AKP Ge­nel Baş­kan­lı­ğı­’nı, hem de Baş­ba­ka­n’­lı­ğı bir­lik­te yü­rüt­mek is­ti­yor. Fii­len yap­mak is­te­dik­le­ri, Ana­ya­sa­’da çer­çe­ve­si çi­zil­miş olan re­ji­min iş­le­yi­şi açı­sın­dan bir­çok teh­li­ke­­yi be­ra­be­rin­de ge­ti­rir. Halk Ana­ya­sa­‘ya ay­kı­rı böy­le bir du­ru­mu ka­bul­len­mez ve ilk se­çim­de tep­ki­si­ni ve­rir!
Du­run da­ha bit­me­di! Ko­nuş­ma­nın asıl sar­sı­cı bö­lü­mü şim­di ge­li­yor:
Bu du­rum ül­ke için ol­du­ğu ka­dar Baş­ba­kan Tay­yip Er­do­ğan için de teh­li­ke­li. Çün­kü Cum­hur­baş­kan­lı­ğı, AKP Ge­nel Baş­kan­lı­ğı ve Baş­ba­kan­lı­ğın ay­nı ki­şi­de ol­ma­sı, ana­ya­sal yet­ki­le­rin gas­pı­dır. Mil­let böy­le bir ana­ya­sa ih­la­li­ni ce­za­sız bı­rak­maz. Baş­ba­kan Er­do­ğan en geç bir iki se­ne için­de, bu­nun be­de­li­ni çok ağır öder. İn­şal­lah oy­la gi­der. Oy ala­ma­ma­sı ve düş­me­si. İyi bir şey­dir. Yok­sa so­kak olay­la­rıy­la dü­şer!..
İs­ter ina­nın, is­ter inan­ma­yın Tar­han Er­dem, böy­le söy­lü­yor.
Di­re­tir­se onu so­kak gö­tü­rür!” di­yor.
* * * *
Ge­le­lim “yet­mez ama eve­t”­çi­le­rin di­ğer bay­rak­ta­rı­na…
2007‘de, AKP için ana­ya­sa tas­la­ğı ha­zır­la­yan Prof. Er­gun Öz­bu­dun, Cum­hu­ri­yet An­ka­ra Tem­sil­ci­si Ut­ku Ça­kı­rö­ze­r’­e ko­nu­şur­ken “O za­man­lar ka­fa­la­rın­da baş­kan­lık sis­te­mi yok­tu. Ol­say­dı ka­bul et­mez­dim!” de­miş.
Tür­ki­ye­’de baş­kan­lık sis­te­mi­ne kar­şı ol­du­ğu­nu söy­le­yen Öz­bu­dun, Er­do­ğa­n’­ın bu he­de­fi­ne ulaş­ma­sı ha­lin­de top­lum­da­ki ku­tup­laş­ma­nın de­rin­le­şe­ce­ği­ni be­lirt­miş.
Ya­ni bir ba­kı­ma Tar­han Er­de­m‘­in en­di­şe­le­ri­ni pay­laş­mış.
* * * *
Gü­nay­dın!
Ni­ha­yet uyan­dı­lar!
Atı ala­nın Üs­kü­da­r’­ı geç­mek­te ol­du­ğu­nu, re­ji­min ayak­la­rı­nın al­tın­dan kay­dı­ğı­nı, geç de ol­sa gör­dü­ler.
Bu zih­ni­ye­tin çağ­daş de­mok­ra­siy­le uzak­tan ya­kın­dan bir il­gi­si­nin bu­lun­ma­dı­ğı­nı, Tür­ki­ye­’yi bir fe­la­ke­te doğ­ru sü­rük­le­di­ği­ni fark et­ti­ler.
Teh­li­ke­yi yük­sek ses­le di­le ge­tir­di­ler.
* * * *
Pe­ki bü­yük fe­la­ke­ti hâ­lâ gö­re­me­yen ve “Tay­yip Er­do­ğan Cum­hur­baş­ka­nı olur­sa AKP bi­te­r” di­ye­rek, bu­nun ül­ke için ha­yır­lı ola­ca­ğı­nı söy­le­yen ba­zı CHP’­li­le­re ne de­me­li?
La­fı uzat­ma­dan he­men söy­le­ye­yim:
İyi uy­ku­lar sa­yın CHP’­li­ler!..

dondurulmuş limon

ç bir kısmını ziyan etmezler.
Ziyan etmeden limonun tamamını nasıl kullanırsınız?
Basit… Limonu (yıkayıp) buz dolabınızın buzluk bölümüne koyuyorsunuz. Donduktan sonra mutfak rendesini alıp limonun tamamını rendeleyebilirsiniz. Soymanız falan gerekmiyor. Rendelenmişini yemeklerinizin üzerine serpebilir, sebze salatasına, dondurmaya, çorbaya, makarnaya, makarna sosuna, suşiye, balık porsiyonlarına katabilirsiniz.
Yemeklerin tamamı, daha önce hiç tatmadığınız mükemmel bir lezzet kazanacaktır.
Büyük olasılıkla, limon denince sadece limon suyu ve vitamin C aklınıza gelir. Sadece bu kadar olduğunu düşünürsünüz. Artık limonun gizemlerini öğrenince onu kupada içeceğiniz hazır çorbalarınıza bile katabileceksiniz.
Limonun tamamını kullanmanın, bir kısmını ziyan etmeyip yemeklerinize yeni bir lezzet katması dışında asıl avantajı nedir?
Rendelenmiş limonunuz, limonun sadece suyunda bulunandan 5 veya 10 kat daha fazla vitamin içerir. Ve evet, şimdiye kadar bunu kaybediyordunuz. Ama bundan sonra, tüm limonu dondurmak gibi basit bir işlem sonrasında, onu rendeleyip yemeklerinizin üzerine serperek tüm besleyici özelliklerini kullanıyor olacak, yani daha sağlıklı besleniyor olacaksınız. Ayrıca rendelenmiş limonun dinçleştirici ve vücuttaki toksinleri giderici etkisinden yararlanacaksınız.
İşte bunun için limonunuzu buzluğa koyun, donsun ve her gün yemeklerinizin üzerine rendeleyin. Böylece, yiyecek ve içeceklerinizi daha leziz hale getirip daha sağlıklı ve uzun yaşamın anahtarını kullanıyor olun! İşte limonun gizemi budur! Geç bile olsa başlayın, HİÇ olmamasından İYİDİR! Limonun sürpriz yararlarından faydalanın!
Limon (Citrus) kanser hücrelerini öldüren mucizevi bir üründür. Kemoterapiden çok daha tesirlidir. Bunu nereden mi biliyoruz? Çünkü kendilerine yüksek kârlar sağlayacağını bildikleri için limon özütünün sentetik versiyonlarını üretmeye uğraşan laboratuvarlar var.
İhtiyaç duyacağını düşündüğünüz dostlarınıza, limonun hastalık önleyici etkisi olduğunu duyurarak yardımcı olabilirsiniz. Tadı hoştur ve kemo-terapinin korkunç etkilerini göstermez. Kemo-terapi ilaçları üretiminden fayda sağlayan multi-milyoner büyük şirketlerin çıkarlarını riske atmamak adına bu gizemin özenle saklı tutulduğu sürece ne kadar insanın öleceği bilinmez.
Bilindiği üzere, iki çeşit limon ağacı vardır. Limon ve misket limonu. (konu olan limondur, diğeri değil). Limon meyvesini farklı şekillerde tüketebilirsiniz. Pulpa’sı yenebilir. Sıkılarak suyu çıkarılabilir. Limonlu içecekler yapılabilir, dondurma vs.. Limonun birçok vasfı sayılabilir ama en ilginci URLAR, YUMRULAR, KİSTLER, TÜMÖRLER üzerindeki etkisidir.
Bu bitkinin her tür kansere iyileştirici etkisi kanıtlanmıştır. Bazıları onun her tür kanserin tedavisinde faydalı olduğunu söyler. Ayrıca geniş spektrumlu anti-bakteriyel olarak iltihaplara / enfeksiyonlara ve mantara karşı kullanılır. Dahili parazit ve bağırsak kurtlarına karşı etkindir. Çok yüksek tansiyona karşı kan basıncını düzene sokar. Anti-depresandır. Strese ve asabi bozukluklara karşı iyi gelir.
Bu bilginin kaynağı ise çok etkileyicidir: Dünyanın en büyük ilaç üreticisi firmalarından biridir. Bu firmanın beyanına göre 1970′den beri 20′nin üzerinde yapılan laboratuvar testlerinde limon ekstrelerinin uygulanmasıyla; içlerinde kolon / kalın bağırsak, meme, prostat, akciğer ve pankreas da olmak üzere 12 kanser tipinde başarılı sonuçlar alınmıştır.
Limon ağacından elde edilen bileşiklerin, bütün dünyada kemo-terapide kullanılan Adiamycin ürününden 10 000 kat daha iyi olduğu saptanmış, kanser hücrelerinin gelişmesini yavaşlattığı gözlemlenmiştir. Daha da şaşırtıcı gözlem şudur ki: Limon özü kötü huylu kanser hücrelerini tahrip ederken sağlıklı hücrelere hiç zarar vermemektedir.

23 Nisan 2014 Çarşamba

kim ulan bu ezevenkler

https://www.facebook.com/photo.php?v=136128696444101&set=vb.150198125002072&type=2&theater

misakı milli belgesi

94 Yıl Sonra Ortaya Çıkan Orijinal Misak-ı Milli

Yıllar

94 Yıl Sonra Ortaya Çıkan Orijinal Misak-ı Milli

Yıllardır kayıp olduğu sanılan Türkiye'nin kuruluş belgesi Misak-ı Milli'nin orijinal hali ilk kez Murat Bardakçı tarafından yayınlandı.dır kayıp olduğu sanılan Türkiye'nin kuruluş belgesi Misak-ı Milli'nin orijinal hali ilk kez Murat Bardakçı tarafından yayınlandı.

İstiklâl Savaşı’nın ruhu, modern Türkiye’nin kuruluş ve vâroluş belgesi olarak bilinen Misak-ı Millî’nin orijinal elyazması metni senelerden buyana aranıyordu ama bir türlü bulunamamıştı. Misak-ı Millî’nin Ankara’da ATASE Arşivi’nde saklanan orijinal nüshasının geçen hafta tarafıma hediye edilen dokuz sayfalık görüntüleri, metnin Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda kabulünün ve ilânının üzerinden 94 sene geçtikten sonra bugün ilk defa Habertürk'de yayınlandı.

Murat Bardakçı, 94 yıllık tarihi belgeyi köşesine şu satırlarla taşıdı:İstiklâl Savaşı’nın ruhu, modern Türkiye’nin kuruluş ve vâroluş belgesi olarak bilinen Misak-ı Millî’nin orijinal elyazması metni senelerden buyana aranıyordu ama bir türlü bulunamamıştı. Misak-ı Millî’nin Ankara’da ATASE Arşivi’nde saklanan orijinal nüshasının geçen hafta tarafıma hediye edilen dokuz sayfalık görüntüleri, metnin Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda kabulünün ve ilânının üzerinden 94 sene geçtikten sonra bugün ilk defa Habertürk'de yayınlandı.

Murat Bardakçı, 94 yıllık tarihi belgeyi köşesine şu satırlarla taşıdı:

Türkiye’de neredeyse bütün tarihi tartışmalarda ve ilkokullardan başlayarak üniversitelerdeki inkılâp tarihi derslerine kadar eğitimin hemen her seviyesinde hep bir belgeden bahsedilir; çağdaş Türkiye’nin kuruluş senedi olduğu, İstiklâl Savaşı’nın bu belgenin verdiği ruh ile kazanıldığı ve devletin vâroluş beyannâmesi olma kimliği taşıdığı söylenir. “Misak-ı Milli”den söz ediyorum...

6 MADDELİK BİLDİRİ

Misak-ı Milli, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Meclis- i Mebusanı’nın 28 Ocak 1920’de kabul ettiği altı maddelik bir bildiri idi. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çıkmamızın ardından, 1918’in 30 Ekim’inde imzaladığımız Mondoros Mütarekesi ile vatan toprakları henüz resmen olmasa da fiilen işgale uğramış ve İstanbul’da toplanan Meclis, ülkenin toprak bütünlüğü ile gelecekte uygulanacak dış politikanın esaslarını belirleyerek altı maddelik bir belge haline getirmişti.

121 MİLLETVEKİLİNİN İMZASI VAR

“Misak-ı Millİ” adı verilen bu belgenin altında, toplantıya katılan ve kararı oybirliği ile kabul eden 121 milletvekilinin imzaları vardı.
“Çağdaş Türkiye’nin kuruluş belgesi”, “varoluş senedi” ve “Türkiye’nin Magna Carta’sı” diye nitelenen Misak-ı Millî’nin metni sonraki senelerde defalarca yayınlandı ama dokuz sayfalık belgenin orijinalinin görüntüleri şimdiye kadar hiçbir yerde çıkmadı.

"KAYIP" İDDİASI

Görüntüleri yayınlamak isteyen tarihçiler ile bazı politikacılar sivil ve askeri arşivlerde senelerce çalışmalarına rağmen orijinal belgeye ulaşamadılar ve 2011’de “Misak-ı Milli’nin aslının kayıp olduğu” iddiası ortaya atıldı.

Orijinal metni bulma çabaları bu kadarla da kalmadı ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan” böyle bir belgenin özenli bir şekilde muhafazası gerektiği halde kaybedildiği ve büyük ihtimalle 12 Eylül döneminde SEKA’ya gönderildiği iddiası ile suç duyurusunda bile bulunuldu.

Çağdaş Türkiye’nin kuruluş ve varoluş belgesi olan Misak-ı Millî’nin bu görüntülerini kısa adı ATASE olan askerî arşivden, yani Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Daire Başkanlığı’ndan temin ettim. Belgenin renkli fotoğraflarını Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral Metin İyidil ve ATASE Daire Başkanı Tuğgeneral Necdet Tuna, ATASE’ye geçen hafta yaptığım ziyaret sırasında tarafıma hediye ettiler.

SAVAŞ SONRASI İSTANBUL'UN YOKLUK VE SIKINTILARINI YANSITIYOR

Misak-ı Millî’nin orijinalinin şimdiye kadar fermanları andıran büyük boy bir kağıda son derece süslü bir yazı ile yazılmış olduğu zannedilirdi ama belge öyle değildi, savaş sonrası İstanbul’unun bütün hüznünü, yaşanan yoklukları ve sıkıntıları tam olarak yansıtmaktaydı.

Sıradan, çizgili bir okul defterinin beş yaprağına önlü-arkalı şekilde yazılmış, ilk iki yaprağa Misak-ı Millî’nin metni kaydedilmişti, metnin hemen altında Meclis- i Mebusan Reisi ve Erzurum Mebusu Celâleddin Ârif Bey’in imzası vardı, diğer yapraklarda da metni kabul eden Meclis-i Mebusan üyelerinin imzaları yer alıyordu.

İŞTE 94 YIL SONRA İLK DEFA YAYINLANAN GÜNÜMÜZ DİLİ İLE MİSAK-I MİLLİ
Birinci Madde: Osmanlı Devleti’nin özellikle Arap çoğunluğun yaşadığı ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin kabulünde düşman orduları işgali altında kalan kısımlarının geleceğinin, halkının serbestçe beyân edecekleri oylara uygun olarak tayin edilmesi gerekir.Sözü edilen mütareke hattının içinde ve dışında din, ırk ve ülkü birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve fedakârlık duyguları besleyen, ırk ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin şartlarına saygı gösteren Osmanlı-İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tamamı, ister bir eylem ve ister bir hükümle olsun birbirlerinden ayrılamayacak bir bütündür.

Türkiye’de neredeyse bütün tarihi tartışmalarda ve ilkokullardan başlayarak üniversitelerdeki inkılâp tarihi derslerine kad 
İkinci Madde: Halkı özgürlüğe kavuşunca oylarıyla anavatana katılmış olan üç sancak (Kars, Ardahan ve Batum) için gerektiğinde yeniden halkın serbest oylarına müracaatı kabul ederiz.ar eğitimin hemen her seviyesinde hep bir belgeden bahsedilir; çağdaş Türkiye’nin kuruluş senedi olduğu, İstiklâl Savaşı’nın bu belgenin verdiği ruh ile kazanıldığı ve devletin vâroluş beyannâmesi olma kimliği taşıdığı söylenir. “Misak-ı Milli”den söz ediyorum...

6 MADDELİKÜçüncü Madde: Batı Trakya’nın Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen hukukî durumunun belirlenmesi işi de, halkının özgürce beyân edeceği oylara uygun şekilde yerine getirilmelidir. BİLDİRİ

Misak-ı Milli, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Meclis- i Mebusanı’nın 28 Ocak 1920’de kabul ettiği altı maddelik bir bildiri idi. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çıkmamızın ardından, 1918’in 30 Ekim’inde imzaladığımız Mondoros Mütarekesi ile vatan toprakları henüz resmen olmasa da fiilen işgale uğramış ve İstanbul’da toplanan Meclis, ülkenin toprak bütünlüğü ile gelecekte uygulanacak dış politikanın esaslarını belirleyerek altı maddelik bir belge haline getirmişti.

121 MİLLETVEKİLİNİN İMZASI VAR
Dördüncü Madde: İslam hilâfeti ile saltanatın merkezi ve Osmanlı hükümetinin başkenti olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü saldırıya karşı dokunulmaz olmalıdır.Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazları’nın dünya ticaretine ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte diğer bütün ilgili devletlerin müteffiken verecekleri karar geçerlidir.
“Misak-ı Millİ” adı verilen bu belgenin altında, toplantıya katılan ve kararı oybirliği ile kabul eden 121 milletvekilinin imzaları vardı.
“Çağdaş Türkiye’nin kuruluş belgesi”, “varoluş senedi” ve “Türkiye’nin Magna Carta’sı” diye nitelenen Misak-ı Millî’nin metni sonraki senelerde defalarca yayınlandı ama dokuz sayfalık belgenin orijinalinin görüntüleri şimdiye kadar hiçbir yerde çıkmadı.

"KAYIP" İDDİASI
Beşinci Madde: İtilâf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında yapılan antlaşmaların esasları çerçevesinde, azınlıkların hakları komşu memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan istifade etmeleri ümidi içerisinde tarafımızca benimsenip güvence altına alınacaktır.
Görüntüleri yayınlamak isteyen tarihçiler ile bazı politikacılar sivil ve askeri arşivlerde senelerce çalışmalarına rağmen orijinal belgeye ulaşamadılar ve 2011’de “Misak-ı Milli’nin aslının kayıp olduğu” iddiası ortaya atıldı.

Orijinal metni bulma çabaları bu kadarla da kalmadı ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan” böyle bir belgenin özenli bir şekilde muhafazası gerektiği halde kaybedildiği ve büyük ihtimalle 12 Eylül döneminde SEKA’ya gönderildiği iddiası ile suç duyurusunda bile bulunuldu.

Çağdaş Türkiye’nin kuruluş ve varoluş belgesi olan Misak-ı Millî’nin bu görüntülerini kısa adı ATASE olan askerî arşivdenAltıncı Madde: Millî ve iktisadî gelişmemizin imkânlarını elde etmek ve işlerin daha çağdaş ve muntazam bir yönetim ile yürütmesini başarabilmek için, her devlet gibi bizim de gelişmemizin şartlarının sağlanmasında tam bir özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve geleceğimizin ana ilkesidir. Bu sebeple siyasî, adlî, malî ve benzeri alanlarda gelişmemizi önleyici sınırlamalara (kapitülasyonlara) karşıyız. Belirlenecek borçlarımızın ödeme şartları da bu ilkelerle çelişmeyecektir. 28 Ocak 1336 (1920)., yani Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Daire Başkanlığı’ndan temin ettim. Belgenin renkli fotoğraflarını Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral Metin İyidil ve ATASE Daire Başkanı Tuğgeneral Necdet Tuna, ATASE’ye geçen hafta yaptığım ziyaret sırasında tarafıma hediye ettiler.

SAVAŞ SONRASI İSTANBUL'UN YOKLUK VE SIKINTILARINI YANSITIYOR

Misak-ı Millî’nin orijinalinin şimdiye kadar fermanları andıran büyük boy bir kağıda son derece süslü bir yazı ile yazılmış olduğu zannedilirdi ama belge öyle değildi, savaş sonrası İstanbul’unun bütün hüznünü, yaşanan yoklukları ve sıkıntıları tam olarak yansıtmaktaydı.
Sıradan, çizgili bir okul defterinin beş yaprağına önlü-arkalı şekilde yazılmış, ilk iki yaprağa Misak-ı Millî’nin metni kaydedilmişti, metnin hemen altında Meclis- i Mebusan Reisi ve Erzurum Mebusu Celâleddin Ârif Bey’in imzası vardı, diğer yapraklarda da metni kabul eden Meclis-i Mebusan üyelerinin imzaları yer alıyordu.

İŞTE 94 YIL SONRA İLK DEFA YAYINLANAN GÜNÜMÜZ DİLİ İLE MİSAK-I MİLLİ
Birinci Madde: Osmanlı Devleti’nin özellikle Arap çoğunluğun yaşadığı ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin kabulünde düşman orduları işgali altında kalan kısımlarının geleceğinin, halkının serbestçe beyân edecekleri oylara uygun olarak tayin edilmesi gerekir.Sözü edilen mütareke hattının içinde ve dışında din, ırk ve ülkü birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve fedakârlık duyguları besleyen, ırk ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin şartlarına saygı gösteren Osmanlı-İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tamamı, ister bir eylem ve ister bir hükümle olsun birbirlerinden ayrılamayacak bir bütündür.


İkinci Madde: Halkı özgürlüğe kavuşunca oylarıyla anavatana katılmış olan üç sancak (Kars, Ardahan ve Batum) için gerektiğinde yeniden halkın serbest oylarına müracaatı kabul ederiz.
Üçüncü Madde: Batı Trakya’nın Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen hukukî durumunun belirlenmesi işi de, halkının özgürce beyân edeceği oylara uygun şekilde yerine getirilmelidir.

Dördüncü Madde: İslam hilâfeti ile saltanatın merkezi ve Osmanlı hükümetinin başkenti olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü saldırıya karşı dokunulmaz olmalıdır.Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazları’nın dünya ticaretine ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte diğer bütün ilgili devletlerin müteffiken verecekleri karar geçerlidir.


Beşinci Madde: İtilâf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında yapılan antlaşmaların esasları çerçevesinde, azınlıkların hakları komşu memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan istifade etmeleri ümidi içerisinde tarafımızca benimsenip güvence altına alınacaktır.


Altıncı Madde: Millî ve iktisadî gelişmemizin imkânlarını elde etmek ve işlerin daha çağdaş ve muntazam bir yönetim ile yürütmesini başarabilmek için, her devlet gibi bizim de gelişmemizin şartlarının sağlanmasında tam bir özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve geleceğimizin ana ilkesidir. Bu sebeple siyasî, adlî, malî ve benzeri alanlarda gelişmemizi önleyici sınırlamalara (kapitülasyonlara) karşıyız. Belirlenecek borçlarımızın ödeme şartları da bu ilkelerle çelişmeyecektir. 28 Ocak 1336 (1920).



Kaynak: Habertürk Gazetesi