20 Kasım 2013 Çarşamba

DEMOKRATİKLEŞME 1 SÜREÇ

Demokratikleşme sürecinde tarih bilgisi-1

Demokratikleşme sürecinde tarih bilgisi-1
Yavuz Sultan Selim dönemi OSMANLI DEVLETİ (sanal ortamdan alıntıdır)

Demokratikleşme sürecimizde giderek azgınlaşma eğilimi gösteren teröre karşı Tarih Bilgisi de gerekir düşüncesi ile uzman kişilerce yazılmış olan ve önemli kaynaklara dayanan bir kaç alıntı yayınlamak istiyorum. Çünkü bana göre içinde pek çok acı olaylar olsa bile; toplumsal yapımlanmalarımız yanında günümüzü de biçimlendiren tarih bilgisi olmadan ne dünü değerlendirebilmek ne de geleceğe doğru yol alabilmek mümkündür.
Tarihçi Prof.Dr. Remzi Kılıç'ın özel izni ile yayınlayacağım aşağıdaki değerlendirme yazısından sonra sırası ile Osmanlı Tarihikonusunda son yıllarda en önemli araştırmaları yapmış olan Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ'ünYavuz Sultan Selim ve Kürtler adlı makalesi ile Rahmetli Prof. Dr. Nejat GÖYÜNÇ(1925-2001)'ün XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı(1969) ile Osmanlı İdaresinde Ermeniler (1983) adlı eserlerinden alıntılar yapmaya çalışacağım.
Saygılarımla,
Ömer F.
''DİYARBAKIR VE GÜNEYDOĞU ANADOLU'NUN OSMANLI DEVLETİ'NE KATILMASI (1515-1517) ve SONUÇLARI''


Giriş
XVI. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti'nin başında Sultan I. Selim (1512-1520) bulunmaktaydı. 23 Ağustos 1514'de Çaldıran'da Safevî Şah İsmail'i (1501-1524) mağlup ederek, önce Orta ve Doğu Anadolu'yu, sonra da Güneydoğu Anadolu'yu 1515-1517 yıllarında Osmanlı Devleti'ne katmayı başarmıştır. Diyarbakır ve çevresinin Osmanlı-Türkleri tarafından hakimiyet altına alınması, Sultan Selim'in takip ettiği doğu siyasetinin bir sonucudur.
Sultan Selim Anadolu'yu tamamen hakimiyeti altına almak ve Şiilik tehdidinden korumak istiyordu. AyrıcaAnadolu'nun her bakımdan birlik ve beraberliğini, güvenlik ve asayişini sağlamak düşüncesinde olan Sultan Selim, Sünnî anlayışı benimseyen Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu çevresinin, Safevî Devleti hakimiyetine girmesini istememiştir. Bundan dolayı, Şah İsmail'i Çaldıran'da mağlup ettikten sonra Tebriz'e girmiş, Akkoyunlu Devleti'nin Diyarbakır'dan sonra ikinci başkenti olan bu şehirde bir müddet kalmıştı. Sultan SelimÇaldıran Seferi 'nden sonra İstanbul'a hemen dönmeyerek, kış mevsiminiAmasya'da geçirmiş ve ilkbaharda tekrar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya kuvvetler göndermişti. Sultan SelimAmasya'dan Çaldıran seferinde yanında bulunan Şeyh Hüsamettin oğlu İdris-i Bitlîsî'yi, Urmiye Gölü'nden Malatya'ya ve Diyarbakır;a kadar uzanan bölgeyi Şah İsmail'e karşı, Osmanlı Devleti;ne bağlanmasını teşvik etmek için Doğu Anadolu'ya yollamıştı.
Güneydoğu AnadoluAkkoyunlu Türkmenleri elinden Safevîler yönetimine geçmiş bulunuyordu.Diyarbakır başta olmak üzere bölgenin nüfus çoğunluğu Türkler'den oluşmaktaydı. Yüzyıllardan beri kuşaktan kuşağa Türkler ile meskun olan bu bölgede dağınık halde bulunan Sünnî Kürtler de vardı. Şah İsmail, kendisini Akkoyunlu Türkmenleri'nin vârisi sayarak bölge üzerindeki emellerinden vaz geçmemişti. Hakimiyet ve otoritesini göstermek için Güneydoğu Anadolu'daki Kürt beylerinin bir kısmını tutuklatarak varlıklarına son vermişti. Stratejik önemi olan Diyarbakır'a ise, Çaldıran'da kendisi uğruna savaşırken öldürülen Ustacalu Mehmed;in kardeşi Kara Han'ı göndermişti. Sultan Selim, bu gelişmelerden kendisi gibi rahatsız olan Sünnî Kürt beyleri ile Mevlanâ İdris-i Bitlîsî marifetiyle temasa geçerek görüşmüş ve Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu'nun Safevîler eline bırakılmayacağına karar vermiştir.
Diyarbakır şehrini kuşatmış olan Safevî Valisi Kara Han üzerine, Sultan Selimİdris-i Bitlîsî'nin girişimleri, Kürt beylerinin de katkıları ile Sivas Beylerbeyisi Şadi Paşa'yı ve Erzincan Beylerbeyisi Akkoyunlu Bıyıklı Mehmed Paşa'yı birlikleriyle göndermişti. Aslen Diyarbakırlı olan Yiğit Ahmed, on aydırSafevî Valisi Kara Han kuvvetlerine karşı direnişe geçmiş olan Diyarbakır halkı ile el ele vermişti. İdris-i Bitlîsî ve Kürt beyleri on bin gönüllü ile beraber hareket ederek, Diyarbakır'ı kuştma altında tutan Kara Han'a karşı Bıyıklı Mehmed'in ordusuna katılmışlardı. Osmanlı kuvvetlerinin de gelmesiyle Diyarbakır 10 Eylül 1515'de Urfa kapısından şehre girilerek Safevî kuvvetlerinden kurtarılmıştır. 4 Kasım 1515'de yapılan divânda Diyarbakır Beylerbeyiliği kurulmuş; Kiğı, Çemişgezek'ten Urfa ve Sincar'a kadar olan yerleri içine alan topraklar, Bıyıklı Mehmed Paşa idaresine verilmiştir. Eski Amid sancak beyliği iptal edilerek,Diyarbakır'a yirmi üç pâre sancak bağlanmıştır. Şah İsmail'e bağlı kalan Kara Han, önce Mardin taraflarına çekilmiş, Mardin civarında Koçhisar yakınında Dedekargın mevkiinde Osmanlı kuvvetlerinin başında bulunan Bıyıklı Mehmed Paşa karşısında bir kez daha savaşan Kara Han, mağlup edilmiştir.
Koçhisar veya Dedekargın savaşını müteakip; Ergani, Sincar, Çermik, Birecik, Rakka, Hasankeyf, Urfa, Siirt, Osmanlı Devleti hakimiyetine girmişti. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu'daki Rûşeni, Harirî, Sencârî, Cezirevî gibi bazı Arap ve Kürt aşiretleri de bağlılıklarını bildirmişlerdirDiyarbakır ve Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti'ne bağlanmasında emeği ve hizmetleri geçen İdris-i Bitlîsî veBıyıklı Mehmed Paşa'ya, Sultan Selim tarafından hil'at, bahşiş ve kılıçlar verilmiştir. Ayrıca Kürt beyleriiçin de yirmi beş yük akçe, beş yüz hil'at, on yedi sancak ihsan eylemiştir. Osmanlı kaynakları ve araştırma eserler doğrultusunda Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlı hakimiyetine girişini ve doğurduğu önemli sonuçları açıklamak gerekir.
Çaldıran Savaşı Sonrası Doğu'daki Gelişmeler
Çaldıran'da Sultan Selim, Safevî Ordusu'nu top ateşleri sayesinde ağır bir mağlubiyete uğratmıştı. Şah İsmail kaçmış, ancak kuvvetlerinin bir çoğu kılıçtan geçirilmişti. Çaldıran'da iki gün kalan Sultan Selim oradan; Kırım Hanı'na; Tebriz A'yânı'na, Doğu vilâyetleri halkına, Kürt Beyleri'ne, Akkoyunlu Mirzâlar'a, Gürcistan Hâkimi'ne, Kürt beylerinden Hizan Hâkimi'ne, Afşar Sevindik Han'a, Şark hâkimlerinden gizli dostluk eden bir Bey'e, Oğlu Şehzâde Süleyman'aMısır Sultanı'na, Eflak ve Boğdan'a ayrı ayrı Çaldıran Fetihnâmeleri göndermiştir . Bu fetihnâmelerden ikisini kısaca misal olması bakımından burada belirtmek lazımdır.

Kürt beyleri
'ne yazılan Çaldıran Fetihnâmesi'dir: ''Emirlerin iftiharlısı büyükleri Allah'ın esirgeyiciliğini kazanan doğu memleketleri beyleri, ikbâliniz devamlı ve sonunuz hayırlı olsun. Diğer Kürt aşiret ve kabile reisleri, temiz askerleri ve bu illerin kethüdaları ve erleri... Bu fermanım size ulaşınca her birinize mâlum olsun ki, iş bu 23 Ağustos 1514 Çarşamba günü öğle vaktine yakın Erdebiloğlu İsmail, dinsiz ve âyini fesatlı olan karşıma çıktı. Allah'ın yardımı ile göz açıp kapayıncaya kadar mağlup oldu ve kaçtı. Ne tarafa kaçtığı da bilinmedi. Şimdi temiz inançlarınız ve bağlılığınızla saadet kapıma olan sadakatinizin ortaya konma fırsatını kaçırmamanız için cihan değerindeki uyulması vâcip olan fermanımı gönderip buyurdum ki, bu fermanım hanginize, nerede ulaşırsa suretini hemen kâğıtlara yazıp bir birinize ulaştırınız. Kızılbaş tarafına giden Erdebiloğlu'nun nerede olduğunu kaç yerde fenalıklar ettiğini tafsilâtı ile yazınız ki, bir çok nimet ve ikramlarıma hak kazanasınız. (Receb 920/Ağustos sonu 1514)''
Şehzâde Süleyman'a yazılan Çaldıran Fetihnâmesi'dir: ''Pek kıymetli saadetli evlâdım... Bu fermanım sana ulaşınca malum olsun ki, Erdebiloğlu müfsit, zındık, küfrü ve fesadı kendince usûl etmiş, Allah kullarına kötülük etmeyi, memleketler yıkmayı kendince iftihar saydığından, buna karşı mahzunlara yardım, mazlumları koruyarak, dinimizin merasimlerini yaşatmak, şeriatı baki kılmak ve güçlendirmek için Allah'a tevekkül ederek...Tazı gibi atlara binmiş ve düşman avlayan askerlerimle onu tepelemek üzere doğuya yürümüştüm. Deniz'den geçildiği günlerde hükm-i şerif gönderip: "İslamiyet perdesini yıkmak istediğin söylentisi her yerde işitilip, şeyhler ve âlimler senin küfrüne hükmederek katline ferman verdiler. Bu bakımdan pis vücudunu zaferlerimin hançeri ile ortadan silmek padişahlığımın borcu, hatta vacip olmuştur. Fakat kılıcımı kullanmadan evvel sana İslamiyeti teklif ediyorum... Eğer şimdiye kadar yaptığın kötülüklere içten bir pişmanlıkla Sünnî ve Müslüman olursan ve bundan evvel atımın ayağının bastığı yerleri, Osmanlı mülkü olarak bilirsen benim devletimden yardım ve şefkatten başka bir şey görmezsin... Eğer kötü ahlakını değiştirmeyip, kötülüklerinde ısrar edersen, Allah'ın emri ile halen iradende olan memleketi ordum işgal ettiği zaman er isen meydana çıkarsın. Böylece Allah;ın iradesi ne ise ortaya gelir" diye buyurmuştum.
Uğur ve ikbâl ile Azerbaycan'a yürüdüm... Nihayet eski zamanlarda Acem sultanlarının pâyitahtı olan Tebriz önünde döğüşmek üzere 2 Receb/23 Ağustos öğleye yakın Çaldıran sahrasına gelindi. Askerimize karşı koymaya kendisinde kudret olmadığını anlayarak, bütün askerini baştan ayağa kadar zırhlara gark edip sağ kola Ustalacaluoğlu Mehmed'i kumandan tayin edip, geri kalan askerle de kendisi sol kola gelip savaş başladı.
Anadolu Beylerbeyisi Sinan Paşa göz açıp kapayıncaya kadar, Ustacaoğlu'nun saflarını dağıtıp, Ustacaoğlu Mehmed'in de başını aldılar... Her iki taraftan uzun müddet çatışmalar, çekişmeler olup bir çok beyler öldüler veya yaralandılar. Rumeli Beylerbeyisi Hasan Paşa yaralanınca, o koldaki garipler ve ulufeciler yardıma gönderildi. Yeniçeri kullarım da top tüfenk ve oklarla devlet ve din düşmanına taarruz ettiler. Bu durum karşısında düşmanlar firar ettiler. Askerlerim gidip sancaklarını ters çevirip, kumandanlarını hapsedip hepsini ok ve kılıçlarına hedef ettiler. Kendisinin yaralandığı muhakkak olup, şimdi Tebriz cihetine yürünmektedir. İnşaallah yakında fetih tamamen nasip olur. İşte bu da Allah;ın hediyesidir... Gerekir ki, oraya varıp size mülâki olmakla şereflenince Allah u Teala'ya bu lütuf ve hediyesinden dolayı hudutsuz hamd ve şükürler edip şenlikler yaptırasın.(Receb'in başı 920/25 Ağustos 1514)

Sultan Selim
'in Çaldıran Zaferi ile ne İran'ın fethi gerçekleşmiş, ne de Safevî varlığı ve Şia Mezhebiortadan kaldırılabilmişti. Fakat, daha mühim ve kıymetli olan şu netice elde edilmiştir ki; Sultan Selim Çaldıran zaferiyle, Doğu Anadolu ile Batı Anadolu'yu ayrılmaz bir şekilde birleştirerek anayurdumuz olan Anadolu'nun Selçuklulardan sonra bozulan birliğini ebedi surette temin etmiştir. Siyasi haritamızın bugünkü şekli, işte o gün dökülen Türk şehit kanlarıyla çizilmiştir. Çaldıran Zaferi ile Anadoluartık asırlarca doğudan gelecek tehlikelerden korunmuştur, diyebiliriz.
Sultan Selim'in Tebriz'e Girişi ve Amasya'ya Dönüşü Çaldıran'dan yola çıkan Sultan Selim, Osmanlı Ordusu ile 25 Ağustos 1514'de Cuma günü Tebriz'e doğru hareket etmişti. Bundan sonra Hoy sahrasına gelen Sultan Selim, Vezir Dukaginoğlu Ahmed Paşa, Rumeli Defterdârı Pîri Mehmed Çelebi, Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa ve daha önceleri Akkoyunlu divânında mevkî sahibi olan büyük tarihçiİdris-i Bitlîsî'den oluşan bir heyeti, dört yüz yeniçeri ile Helvacıoğlu Hüseyin Bey'in idaresinde bulunanTebriz'e, hem korumak hem de kendi gelişine hazırlatmak ve Şah İsmail;in hazinesine, mallarına el koymak için önden 29 Ağustos'ta göndermişti.
Helvacıoğlu HüseyinSultan Selim'in gelişini duymuş ve Şah İsmail'in geri kalan kıymetli mallarını alarak çoktan Tebriz şehrini terk etmişti. Bunun üzerine harekete geçen Sultan Selim, önce Ahtahane'ye sonra daKuşçu Çemeni'ne geldiğinde, Şiiler tarafında döğüşen bazı beyleri ve Yedi Çeşme Çayırı'nda daha Şah Kulu hadisesinde aleyhte olan Kürt Halit'i öldürtmüştür.
Tebriz'in Surhab Köprüsü (Acısu) yakınına geldiğinde, Tebriz'in a'yân ve eşrâfı tarafından karşılanan Sultan Selim, şehre emân vermiş, büyük bir sevgi seli içerisinde bu menzilden Tebriz'e kadar yerlere serilmiş kıymetli Acem halıları üzerinden geçerek, merasimle şehre 16 Receb 920/6 Eylül 1514 Cuma günü girmiştir.
Sultan Selim, atlas kumaşlar üzerinde Tebriz'e girerken atının ayağına altınlar saçılmıştır. Sultan Selim'i karşılayanlar arasında, Timur Han'ın torunu Hüseyin Baykaraoğlu Mirzâ Bedi'üz-zaman, biri Farsça diğeriÇağatayca iki kaside takdim eden Muhammed Hafız-ı İsfahânî ve oğlu Hasan Can gibi önemli kimseler de bulunmaktaydı. Bunlarla beraber çoğu Şah İsmail'in Horasan'dan Tebriz'e naklettiği Türk asıllı bin kadar sanatkârı da Sultan Selim Tebriz'den İstanbul'a nakletmiştir.

Tebriz
'in Sahib-abâd mahallesinde bulunan ve mavi altın sarısı çinilerle süslü olan Uzun Hasan Camii'ni cephânelik iken temizletip düzenleterek Hulefây-ı Râşidin ile Ashab-ı Kiram'ın isimlerini ve kendi adını hutbe de okutan Sultan Selim, sonunda bir dua ederek cemaatta amin demiştir. Şah İsmail'inAkkoyunlular'dan ve Şeybanî Han'dan ele geçirdiği kıymetli hazinelere el konulmuştur. Bununla birlikte bir kısım fillerle, Şah'ın Akkoyunlu Türkmenleri'nden Yakub Bey ve Timur torunlarından Ebu Said'den gasbettiği emanetler İstanbul'a sevk edilmiştir.
Sultan SelimTebriz 'de iken kendi adına para bastırıp Ehl-i Sünnet üzere hutbeler okutup, Şiilik Mezhebiadetleri terkedilip Hz. Muhammed'in dininin ibadet tarzı yenilenmiştir. Tebriz'de kaldığı sürece Sultan Selim, her şeyi Ehl-i Sünnet inancına uygun bir hale koymaya çalışmıştır. Kış mevsimi yaklaşırken Sultan Selim'in niyeti kışı Tebriz'de geçirmek, baharda tekrar Şah İsmail ve Safevîler'e karşı mücadeleye girişmekti. Fakat "a'yân bâ-husus sipâh ve yeniçeriyân" bu fıkir de değillerdi. Kızılbaş-Şiiler'in meskûn olduğu bu bölgede, vezirlerin ve yeniçerilerin de kalmak istemediğini anlayan Sultan Selim, Tebriz'i 25 Receb 920/15 Eylül 1514'de terkederek Nahçıvan yoluyla Karabağ'a çekilmek zorunda kalmıştır.

Tebriz
'de bir takım icraatlar yapan ve bir çok yeri ziyaret eden, bu arada Heşt-i Behişt Sarayı'nı da gezenSultan Selim, kış mevsimini Tebriz'de geçirip, on beş yıldan beri birçok Türk hanlığını yıkan, pek çok masum insanı katleden Şah İsmail'e ve onun kurduğu Şii-Safevî hanedanlığına son vermek istiyordu. Fakat zahire ve yiyecek sıkıntısı, kış mevsiminin yaklaşması, devlet erkânının ve askerlerin dönüş arzusu "seferim Hind'e Sind'e olacaktır, Doğu ile Batı Türk-İslam alemini birleştirmek istiyorum" diye düşünen büyük insanı zor durumda bırakmıştı. Bunun üzerine Karabağ'da kışlamak üzere Tebriz'den hareket etmiştir . Nahçıvanyoluyla Karabağ'a gitmeyi arzulayan Padişah: "Karabağ ili Acem şahlarının kışlağıdır. Beylerin ağırlıklarını, çevrelerini beslemeye dayanıklıdır komşu illerinden dahi azık getirilebilir, burada kışlamayı düşünmekteyiz" diye buyurmuştur.
Kış mevsiminin bu eski İlhanlı merkezinde geçirileceğini anlayan devlet ricâli ve Osmanlı OrdusuMerend'den Aras nehri kıyılarına gelindiği bir sırada, yeniçerileri isyana teşvik ettiler. Aras nehri taşkın olduğu halde geçerken bir hayli insan boğulmuş ve hayvan telef olmuştu. Yeniçeriler Anadolu'ya dönmek istediklerini,Karabağ'da kışlamak istemediklerini, padişahın etrafını sararak parça parça olmuş elbiselerini mızraklarına takarak bağırmışlar, hatta Sultan Selim'in çadırına kurşun atarak tepkilerini belirtmişlerdir.
Sultan Selim, bu isyanın arkasındaki teşvikçilerin Vezir-iâzâm ile vezirler, kadıasker Ca'fer Çelebi, Yeniçeri ağası İskender Paşa ve Sekbânbaşı Balyemez Osman Paşa olduklarını anlamış, ama sessizce bu asî ruhlu devşirme ordusunun tavrını beğenmediği halde Kars-Erzurum yoluyla Amasya'ya dönmeye karar vermek zorunda kalmıştır. Askeri isyana teşvik edenleri cezalandırmaktan geri kalmayan Sultan Selim, Revan şehrini yağmaladıktan sonra, vezir Mustafa Paşa'yı atının eğerini kestirmek suretiyle azletmiş ve yerine defterdar Pîri Paşa'yı vezir tayin etmiştir. Peşinden Nahçıvan'da iken, askerin bazı evleri yağmalamalarını vesile sayıp: ''Siz askeri muhafaza da ihmal gösterdiniz'' diyerek Vezir-i azâm Hersek-zâde ile ikinci vezir Dukagin-zâde Ahmed beyleri çadırlarını başlarına yıktırarak azletmiştir.
Anadolu'ya dönmek için yeniçeriler adetâ hep bir ağızdan:
"Didiler ey pâdişah-ı cem nişân
Kılıcın olsun düşmana ateş saçan
İran ki baştan sona dek viranedir
Anda kışlak eylemek efsanedir".
Bu sözlerin orduda büyük küçük herkesin fıkrini yansıttığını anlayan Sultan Selim dönüşe mecbur olmuştur .

Bu arada ordunun erzak ve saman sıkıntısı ile karşılaştığı görülmektedir. Gürcistan hâkiminden istenilen erzak gelmeyince Gürcü toprakları yağmalanmaya başlanmıştı ki, Gürcü Mirza Çabuk'un adamları İspir Kalesi 'nin anahtarlarını ve ordunun zahire ve hayvanların saman ihtiyacını Çoban Köprüsü'nde getirmişler ve sıkıntı kısmen giderilmiştir. Fakat Sultan Selim yine de zeametli süvarilerine izin vermek zorunda kalmıştır . 20 Eylül 1514'de Aras nehri geçilip, Kesikkünbed'e konulup 21 Eylül'de Nahçıvan şehri yakınında konaklanıp, halkının Kızılbaşlığından dolayı yağma edilmiştir. 22 Eylül'de Karabağ yakınına konulup,Sederek'ten geçilerek Çukur-sa'ad (Revan) civarına konulmuştur. 28-29 Eylül'de Üçkilise geçilip, 5 Ekim'deKars'ın Şuregel Suyu (Arpaçayı) geçilip Gökçedağ yakınına konulmuştur.
Yeni vezir olan Pîri Paşa, zahire sıkıntısını gidermek için, Bayburt taraflarına gönderilip, Ramazan 'ın birinci günü 20 Ekim 1514'de Çin-ağılı mevkiine konulmuştur. Orduy-ı Humâyûn Erzurum'da iken Bayburt'un fetih haberi gelmiştir. Otağ-ı Humâyûn Bayburt'a geldiğinde kaleler fetheden güçlü beyler Padişah'a Bayburt Kalesi'nin anahtarlarını sundular . Bayburt Kalesi ile beraber Kiğı Kalesi'nin de anahtarları getirilmiştir. 24 Ekim'de Bayburt tevabiinden Danişmend-kenti civarına konulup Başmirahur Bıyıklı Mehmed Bey'e,Bayburt'un fethinde gösterdiği yiğitlikten dolayı; Trabzon, Bayburt, Şebinkarahisar, Erzincan ve Canik sancakları, Erzincan valiliğine bağlı olarak verilmiş ve Mehmed Bey buralara ''Serdar'' olmuştur. AzledilenHersek-zâde'nin yerine, Rumeli Beylerbeyisi olan Hadım Sinan Paşa Vezir-iazâm tayin edilmiştir. Böylece 1514'teki Çaldıran Seferi sonunda, Osmanlı Ordusu'nun, Nahçıvan ile Revan çevresini vurduğunu görüyoruz. Ayrıca, Şuregel-Kars, Pasinler, Erzurum çevresindeki Sevindik Han'ın Türkmen Beyliğitopraklarına dokunmadıkları, Gürci Atabekleri'nden İspir'i aldıkları, Safevîler den Doğubayezit, Erzincan, Bayburt, Tercan, Kiğı kalelerini ve mülhakatını ele geçirdikleri görülmektedir.

Sultan Selim, Niksar'da Ramazan Bayramı'nı idrak edip, 6 Şevval 920/24 Kasım 1514'de Amasya şehrine kışı geçirmek, ertesi bahar harekâta buradan devam etmek maksadıyla, ordunun top ve cephanesini Şarki Karahisar'da (Şebinkarahisar) bırakmış, askerin de Ankara'da kışlamasını emretmiştir. Kapıkulu askeriyle kışın bastırması üzerine kış hazırlığı yapılıp, Amasya'da kalınırken, Ayas Ağa Tebriz'den gelenler ve yeniçeriler ile İstanbul'a gönderilmiştir.

Amasya
'da Çaldıran seferinde kahramanlığı ve büyük hizmetleri görülen Şehsuvaroğlu Ali Bey'e Pâdişah Selim, Dulkadırlu Vilayeti'ni uygun görüp, şimdilik durumun darlığı sebebiyle Kayseri Sancakbeyliğiverilmiştir. Dulkadırlu ve Bozok yöresinin fethi göreviyle çok kıymetli bahşişlerle sancağına gönderilip, Bozok Sancakbeyi Dulkadıroğlu Süleyman'ı da mağlup edince, Bozok da Şehsuvaroğlu Ali Bey'e verilmiştir . Bu arada Şah İsmail, Osmanlı Padişahı'nın Amasya'da kışlamakta olduğunu, ilkbahar da tekrar İranüzerine yürüyeceğini haber almıştır. Amasya'da kışlayan Sultan Selim'e ikinci defa İran üzerine yürümesini önlemek, özür dileyip geçmiş kusurlarının bağışlanmasını dilemek ve gözdesi Taclı Hatun'u geri almak düşüncesiyle; Tebriz ulemâsından Seyyid Abdu'l-Vehhab'ın başkanlığında Kadı İshak, Mevlana Şükrullah Mugâni ve Şeyh Haydar'ın halifelerinden Hamza'dan oluşan bir elçilik heyetini göndermiştir.

Şah İsmail
 gelen heyetle yolladığı mektupta kısaca; yapılan savaştan pişman olduğunu, sulh istediğini veÇaldıran'da alınan Taclı Hatun'un geri verilmesini istemekteydi. Sultan Selim bu taleplerin hiç birini kabul etmeyerek, dört elçiden Kadı İshak ile Seyyid Abdu'l-Vehhab'ı Amasya'dan İstanbul'a gönderip Rumeli-Hisarı'nda ve Hamza Halife ile Molla Şükrullah'ı da Dimetoka zindanında hapse attırmıştır.

Bu arada Kürt Hacı Rüstem'in oğlu Pir Hüseyin BeyŞah İsmail'den Osmanlı tarafına ilticâ etmiş ve babasının hükmettiği yerler kendisine verilmiştir. Amasya'da iken Sultan Selim, Dukaginoğlu Ahmed Paşa'yı yeniden vezirliğe getirmişti. Yeniçeriler ilkbaharda tekrar sefer olacağını duymuşlar, hâlâ zahire ve yiyecek sıkıntıları bitmemişti ki, Amasya'da isyan ederek Sultan Selim'in hocası Halimi Çelebi'nin ve vezirPîri Paşa'nın çadırlarını yağmaladılar. Bunun üzerine olayı tahkik ettiren Sultan Selim, DukağinoğluAhmed'i suçlu bularak azledip bizzat hançerleyip başını kestirmiştir (1 Mart 1515).

Kemah Kalesi ve Dulkadırlu Beyliği'nin Osmanlı Ülkesi'ne Katılması
 Sultan Selim'in en çok üzerinde durduğu husus, İran üzerine yeniden yürümekti. Kemah Kalesi'ne sığınmış olan Türkmen-Kızılbaşlar, Osmanlı topraklarına durmadan tecavüz ettikleri için, kışı Amasya'da geçirmekte olan Padişah'a: Kemah Kalesi Kızılbaşlar'ın elinde bulundukça Bayburt, Erzincan gibi şehir ve çevre kasabaların güvenliğini sağlamak mümkün olamaz, dediler. Bunun üzerine zaten Doğu Anadolu'da hâkimiyet kurmayı lüzumlu sayan Padişah, Kemah Kalesi 'nin kuşatılmasını Bıyıklı Mehmed Paşa'ya emretmiştir.

Sultan Selim
, 19 Nisan 1515'de Amasya'dan Kemah'a doğru hareket etmiş Karlıgöl, Karaçayır, Sivas, Merzifon, Elmalı üzerinden Kemah Kalesi'ne gelmiştir. Gayet müstahkem olan Kemah Kalesi, Varsaklu Mehmed Bey, tarafından savunulmaktaydı. 19 Mayıs 1515'de Padişah'ın da iştirakıyla umumî bir hücumla ikindi vakti Kale teslim alınmıştır. Şii-Türkmen müdafîler kılıçtan geçirilip, kadınları ve çocukları esir alınıp, muhafızlığına Karaçinoğlu Ahmed Bey tayin edilmiştir. Kemah Kalesi'nin alınması Erzincan, Bayburt veDoğu Anadolu'nun hakimiyet altına alınması açısından hakikaten önemli bir hâdisedir.
Sultan Selim, Anadolu'nun birlik ve bütünlüğünü sağlamak amacıyla Kemah Kalesi 'nin fethinden sonraSivas'a dönmüştür. Vezir-ia'zâm Hadım Sinan Paşa'yı on beş bin askerle Şehsuvaroğlu Ali Beykılavuzluğunda, Dulkadırlu Alauddevle Bozkurt Bey üzerine göndermiştir. Alauddevle Bey, Osmanlılara muhalif hareket etmekteydi. Sultan Selim İran'a giderken, Çaldıran Savaşı'na iştirak etmemiş, zahire vs. yardımında bulunmamıştı. Hatta, Kemah'ın fethi sırasında bir Osmanlı kervanını vurmuş, belki daha önemlisi,Memlûklu hükümdarı Kansu Gavri'ye müracaat ile yardım ve himayesini talep etmiştir.

Alauddevle Bey, 
tehlikenin gelip çattığını görünce haremini, hazinelerini vs. Turna Dağı (Nurhak) tepesine çıkararak, Dulkadırlu arazisine hâkim boğazları tutmuştur. Sultan Selim, Elbistan önlerinde İncesukenarına karargâhını kurmuş, bu arada Sinan Paşa, Göksun Ovası'nı geçerek, yirmi bin kişilik DulkadırluTürkmen ordusuyla karşılaşmıştır. Şehsuvaroğlu Ali Bey'in Alauddevle Bey'in askerlerine; "Merhum babamın ekmeğini yiyenler, sancağımın altına gelsinler" çağrısı etkili olup, Alauddevle Bey'in askerleri arasında dağılma meydana getirmiştir.

12 Haziran 1515'de Göksun yakınlarında Turna Dağı eteklerinde yapılan savaşta doksan yaşındakiAlauddevle Bey, dört oğlu ile beraber giriştiği mücadele de öldürülmüştür . Alauddevle Bey'in kesik başı bir fetihnâme ile Mısır Sultanı Kansu Gavri'ye gönderilmiştir. Dulkadırlu memleketi Maraş ve Elbistan başta olmak üzere bir ''sancak'' itibar edilerek Şehsuvaroğlu Ali Bey' e verilmiştir. Böylece Keşfî'nin "Türkistan Diyârı" dediği Türkmenler'in yurdu ve askerleri Sultan Selim'in emrine girmişti. Sultan Selim adına burada kendi adına hutbe okutup, para bastırmıştır.

Dulkadırlu Eyaleti
'nden Acem diyarında alınan ganimet kadar kıymetli mücevherler ve bol miktarda para ele geçmiştir. Sultan Selim, her askere elde ettiği ganimet hariç biner akçe ihsan buyurmuştu. Kayseri'ye gelindiğinde Sultan Selim, askerlere memleketine dönüş için izin verip, kendisi adamlarıyla birlikte Göksun, Sarız ve Kayseri üzerinden İstanbul'a yönelmiştir.
Sultan Selim, İstanbul'a vardıktan sonra, evvela Çaldıran Seferi sırasında meydana gelen başkaldırmalarda devlet erkanından kimlerin parmağı olduğunu meydana çıkarmak için tahkikat açtırdı. Neticede Vezir İskender Paşa, Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa, Kadıasker Cafer Çelebi suçlu bulunarak katledilmişlerdir . Bu arada Sultan Selim'in İstanbul'a dönmüş olduğunu duyan Şah İsmail, Hüseyin Bey veBehram Ağa'dan oluşan bir sefaret (elçilik) heyeti daha göndermiş, bunlarda evvelki gelen Safevî heyetinin akibetine düçâr olmuşlardır.
Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti'ne Katılması (1515-1517)
Sıradağlar üzerinde kendi başlarına buyruk dolaşmakta olan Kürt beyleri, ayrı ayrı hareket etmekte Kelime-i Tevhid'den başka hiçbir konuda anlaşamayarak sürekli biçimde biri birileriyle çatışmayı huy edinmişlerdi. Bulundukları yerler, Safevî-Türkmen yönetiminde olan Tebriz, Diyarbakır ve Bağdat arasında idi. Anlaşmazlık yüzünden aralarında dayanışma bulunmadığından Safevîler 'e direnmeye güçleri yetmemiş ve ister-istemez onlara yani Şah İsmail'e baş eğmişlerdi.

Güney Doğu Anadolu Akkoyunlu Türkmenleri
'nden, Safevîler'in eline geçmişti. Nüfusun ekseriyeti Türk idi. Bir miktar da Kürt var idiyse de İranlı yoktu. Osmanlı kaynaklarında yanlış bir adlandırma ile"Kürdistan" denilen saha; Urmiye Gölü'nden Fırat boylarına kadar uzanan yerler olarak gösterilir. OysaKürdistan bugünkü İran topraklarında kalan Bağdat'ın kuzey doğusudur. Ardelan, Luristan toprakları veUrmiye Gölü'nün doğusunda kalan yerlerdir. Yüzyıllardan beri nesilden nesile Türkler ile meskun olan Güneydoğu Anadolu bölgesinde dağınık halde Sünnî olan Kürtler de vardı.
Çaldıran Zaferi ve Osmanlı Ordusu'nun Tebriz'e kadar ilerlemesi gerçi İran'da Safevî Devleti'nin kudret ve nüfuzunu sarsmıştı. Fakat Osmanlılar çekilir-çekilmez İran'ın kuzeyinden Şah İsmail, hemen Tebriz'e dönerek hakimiyet ve otoriteyi yeniden kurmuştu. Ancak yanlış bir tavırla Güneydoğu Anadolu'daki Kürt beylerinden bir kısmını tutuklatarak beyliklerine son vermiş, buralarda kendi adına para bastırmak ve hutbe okutmakla Kürt beylerinin tepkisine yol açmıştı.

Stratejik önemi olan Diyarbakır şehrine hakim olmak isteyen Şah İsmail, Sultan Selim'in İstanbul'a döndüğünü işitince, Çaldıran Seferi'nde maktul düşen Ustacaluoğlu Mehmed'in kardeşi Kara HanDiyarbakır'ı muhasaraya göndermiş ve tekrar zaptettirmiştir. Sultan Selim Acem diyarına fethe giderken, bazı Kürt beyleri huzuruna gelerek Safevîler 'in kendilerine musallat olduklarından şikayet etmişlerdi.Sultan Selim de Azerbaycan'dan dönerken, Kürt beylerinin gönüllerini kazanarak onlara mektuplar yazmıştı. Kendisi de Kürt asıllı olan ve Kürtler arasında büyük bir nüfuzu bulunan değerli âlim ve tarihçi İdris-i Bitlîsî'yi (ö.1521) Diyarbakır ve havalisinin barış yoluyla fethi için Kürt beylerine göndermişti.

İdris-i Bitlîsî
 önce Urmiye havalisine giderek, öteden beri Şah İsmail'e karşı Osmanlı Devleti 'den yana olan Emir Sârim'in oğulları ile temasa geçmiş ve onları Safevîler'e karşı topraklarının ve hudutlarının korunmasında iknaya muvaffak olmuştur. Ayrıca Soran (Savran) hakimi Emir Seyyid Bey ve Babanlar ile görüşen BitlîsîBeradost emirlerinden Yusuf İskender ve Sultan Ahmed'in de Osmanlılar'ın safına katılmasını sağlayarak, civardaki Kürt kabilelerinin uzlaşmasını başarmıştır. Daha sonra İmadiye ve Cizretaraflarına giderek İmadiye hâkimleri Emir Seyfeddin ve oğlu Sultan Hüseyin ile Cizre hâkimi Şah Ali Bey'in Sultan Selim'e biatlerini gerçekleştirmiştir.
Bu başarılarından sonra İdris-i Bitlîsî'nin Hizan ve Bitlis 'e gittiği, bu havalideki beyleri Osmanlılar'a bağladığı ve onun tahrikleri ve çabaları neticesinde de Osmanlı ve Safevî taraftarı Kürtler arasında büyük bir mücadele meydana geldiği ve bunun Osmanlı Devleti'ne bağlı olanlar lehine sonuçlandığı, Cizre ve Musul arasındaki sahayı da, ayrıca yağma ve tahrip ettirdiği anlaşılmaktadır. Yine İdris-i Bitlîsî 'nin gayretleri ile içlerinde Melik Halil Eyyubî, Bitlis hâkimi Emir Şerefeddin, Hizan hâkimi Emir Davud, Sason hâkimi Ali Bey, Namran hâkimi Abdal Bey ve Kürt ümerâsından toplam yirmi beş kişi Diyarbakır dolaylarını Safevîler'den temizlemek için Osmanlı Devleti hizmetine girmeyi kabul ettiler ve Muş sahrasında toplanarak faaliyete geçmişlerdir. Ayrıca yine İdris-i Bitlîsî'nin tahrikleri ile Diyarbakır ahalisi de şehirdeki Safevîler'in bir kısmını katlederek bir kısmını da sur dışına kovarak Sultan Selim 'e biatlerini bildrdiler, kendisinden yardım isteğinde bulundular.
Şeyh Hüsameddin Ali-oğlu İdris-i Bitlîsî, Kürtler'in örf, adet ve geleneklerini çok iyi bilen ve onlar arasında itibarlı bir kimse olduğu için yaptığı çalışmalar neticesini vermişti. Çok kısa zamanda Kürt beyleriniGüneydoğu Anadolu'da iknâ ederek Sünnî olan Osmanlı Devleti 'ne bağlamayı başarmıştı. Bölgede bulunan Kürtler'in yüz yıllardır Türkler'e bağlı ve sadık kalmalarının en önemli sebebi Sünnî-Müslümanolmalarıdır.
Şah İsmail, Çaldıran Savaşı'nda ölen Ustacaluoğlu Mehmed Han'ın kardeşi Kara Han'ı, Urfa hâkimi olanDurmuş Bey ile birlikte Diyarbakır'ı muhasara ve zapta memur etmişti. Mardin, Hısn-ı Keyfa, Harput veErgani'de bulunan Şah İsmail'e mensup kuvvetlere de Kara Han'a katılmaları emri verilmişti. Kara Han beş bin kişilik bir kuvvetle gelip Diyarbakır'ı kuşatma altına almıştı. Diyarbakır halkı da İdris-i Bitlîsî aracılığı ileSultan Selim'e haber göndererek kendisinden yardım istemişlerdi. Bu maksatla aslen Diyarbakırlı olan Yiğit AhmedAmasya'dan öncü kuvvet olarak gelmiş ve bu şahsiyet kuşatma hattını yararak şehre girmeye muvaffak olmuştu. Diyarbakır halkı ile Kara Han'ın kuvvetlerine karşı müdafa savaşı veriyordu.

Sultan Selim, Kara Han
'a karşı kuşatılan Diyarbakır şehrinin hâlâ direnmekte olduğunu İdris-i Bitlîsî'den öğrenmişti. 16 Şaban 921/25 Eylül 1515 günü Edirne'de bulunan Padişah'a Safevîler 'in on ay'dan beri kuşattığı Diyarbakır şehri yardımına 19 Receb 921/29 Ağustos 1515 günü gönderilen hükme göre Sivas (Rûm) Beylerbeyisi Şâdi Paşa'nın Amasya'dan çıkarak yürüdüğü, ayrıca Erzincan Beylerbeyisi Bıyıklı Mehmed Bey'inde o tarafa doğru gittiği haberi geldi. Elli bin nüfuslu Diyarbakır şehri Kara Han'a ve Safevî Ordusu'na on ayı aşkın bir zamandır dayanıyordu.
Sultan Selim tarafından, Sivas Beylerbeyisi Şâdi Paşa'nın beş sancak beyi ile Bıyıklı Mehmed Paşa'ya katılması emredilmişti. Bu arada İdris-i Bitlîsî de Doğu Anadolu 'da bulunan birçok Kürt ümerasınıDiyarbakır'ın imdadına koşmak üzere ayaklandırdı. Bunlar arasında Palu hâkimi Cemşit Bey veÇemişgezek hâkimi de vardı. Hepsi Kiğı sancağında birleşerek, önce Çapakçur'u (BingölSafevîler elinden kurtarıp Diyarbakır önlerine gelmişlerdi. Osmanlı Ordusu da şehir yakınında Kara Köprü mevkiine toplanmıştı. Şâdi Paşa da burada kendilerine katılmıştı. 10 Eylül 1515'de askerler ve o yöreden olanTürkmen asıllı Yiğit Ahmed idaresindeki gönüllüler, Urfa Kapısı'ndan şehre girmişlerdir. 20 Eylül'de Bıyıklı Mehmed'in kuvvetleri de şehre girerek, şehir muhasaradan kurtarılmış ve Diyarbakır surları ve burçları üzerine zafer bayrakları çekilmiştir. Kara Han ise, bir miktar askerle çoktan kuşatmayı kaldırarak Mardin taraflarına çekilmişti.
Bu hengame öncesinde İdris-i Bitlîsî yapmış olduğu yoğun çaba sonucu Bitlis, İmadiye, Hasankeyf, Sason, Aşti, Ermi, Savran, Hizan, Siirt gibi yerlerin hâkimlerinden yirmi beş adet Kürt Beyi'ni Sultan Selim'e bağlı hale getirmişti. Bu Kürt beyleri Sultan Selim ile birlikte, mal ve canlarını fedâ etmeye, ahdi yemin ederek bağlılıklarını bildirmişlerdi.

İdris-i Bitlîsî
 ve Kürt beyleri on bin gönüllü ile hareket ederek, Diyarbakır'ı muhasara eden Kara Han'a karşıBıyıklı Mehmed'in ordusuna katılmışlardı . 27 Ramazan 921/4 Kasım 1515 tarihinde yapılan divânda,Diyarbakır Beylerbeyiliği; Kiğı, Çemişgezek 'ten Urfa ve Sincar'a kadar olan yerleri içine alan vilayet toprakları Bıyıklı Mehmed Bey'e verilip, eski Amid Sancakbeyliği mahlûl oldu (iptal edildi) veDiyarbakır'dan yirmi üç pâre sancak verildi. Kürt beylerinin Safevîler'e karşı hareketleri sonucu, Padişah Selim bunlara, itaatları karşılığında beyliklerine ait olan toprakları tanıyan beraatlar göndermiştir.
Diyarbakır 'ın Yiğit Ahmed ve Bıyıklı Mehmed Bey'in ordusuyla ele geçirilmesinden sonra Ustacalu Kara Han, Mardin tarafına kaçmıştır. Diyarbakır'dan Mardin'e firar eden Kara Han, takip edilerek Sincar'a geçtiği öğrenilmişti. Mevlânâ İdris-i Bitlîsî Mardin'e gelerek halka nasihat eyleyip kaleyi teslim almış ve boyun eğmeyenler gizlice kaçmışlardır. Osmanlı askerleri Mardin'e girmiş, sonra kışlamak üzereDiyarbakır'a geri çekilmişlerdi. Bunu haber alan, Kara Han tekrar Mardin'e gelerek durumu Şah İsmail'e bildirmiştir.

Bu arada Şadi Paşa: "Bana padişahımızın fermanı ancak Amid'e kadardı" diyerek, askerini toplayıpSivas'a doğru yönelmiştir. Bunun üzerine İdris-i Bitlîsî ile Bıyıklı Mehmed Paşa da Pâdişah'tan tekrar yardım istemiştir. Sultan Selim, Karaman Beylerbeyisi Husrev Paşa'yı yirmi bin kadar askerleDiyarbakır-Mardin taraflarına yardımcı göndermişti. Harput Kalesi'ni yolda iken üç gün muhasaradan sonra almışlardı.

Bu sırada Kara HanŞah İsmail'den gelen taze kuvvetler ile Mardin Kalesi'ni tahkim etmişti. Husrev Paşa Fırat nehrini geçti ve Bıyıklı Mehmed'in ordusu ile birleşti. Kara Han da Safevî askerini Pîr mevkiindekiTürkmen aşiretleriyle birleştirmek için ilerlemişti. Mardin civarında Koçhisar yakınında Dede-kargınmevkiinde iki ordu karşılaştı. 15-20 Mayıs 1516;da yapılan çok şiddetli çarpışmalar sonucunda Kara Han,kurşunla yaralanarak öldü ve başı kesildi. On binden ziyade Kızılbaş-Türkmen öldürüldü ve kaçabilenler kaçmışlardı. Bölge tamamen -Mardin Kalesi hariç- Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Koçhisar
 ya da Dede-kargın Zaferi'nin tesiri çok büyük olmuştur. Savaşı müteakip Ergani, Sincar, Çermik, Birecik, Rakka, Hasankeyf, Urfa, Siirt kapılarını Türk ordularına açmışlardır. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'daki, Rûşeni, Hariri, Sencarî, Cezirevî gibi bazı Arap ve Kürt aşiretleri de Osmanlı kuvvetlerinin itaatı altına alınmıştır.
Mardin Kalesi kumandanı olan Ustacaluoğlu Kara Han'ın kardeşi Süleyman Kale'yi teslim etmemişti. Bir yıl kadar sonra Sultan Selim, Arap diyarının fethinden dönerken, Bıyıklı Mehmed'Mardin Kalesi'nin fethi için gönderdi. Bıyıklı Mehmed Paşa, bir miktar askerle varıp şehri zorla alarak Ustacalu Süleyman Bey'i öldürmüş, bölgeyi Safevî-Kızılbaşlar'dan Nisan 1517;de temizlemiştir. Mardin Kalesi Mayıs 1516;dan başlayarak Nisan 1517 tarihine kadar Safevîler ile Osmanlılar arasında hayli el değiştirmiş ve çok kanlı çarpışmalara sahne olmuştu.

Mardin Kalesi
'nin ele geçirilmesi ile mesele nihayete ermemişti. Safevîler'in elinde kalan Hısn-ı Keyfa Kalesi de Bitlis hâkimi Şeref Bey, Sason hâkimi Mehmed Bey, Hizan hâkimi Davud Bey, Melik Halil Bey ve diğer Kürt ümerası ile birlikte İdris-i Bitlîsî'nin aracılığı ile sulhen teslim olmuştur. Burası tekrarMelik Halil Eyyubî'ye verilmiştir. Bundan sonra Savur, Urfa ve Çermik kaleleri de alınmıştır.
Güneydoğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti 'ne bağlanmasında en çok emeği geçen Bıyıklı Mehmed Paşa ile İdris-i Bitlîsî'ye Sultan Selim, hil'at, bahşiş ve kılıçlar hediye etmiştir. Ayrıca Kürt beyleri için yirmi beş yük akçe, beş yüz hil'at ve on yedi sancak ihsan buyurmuşlardır . Yavuz Sultan Selim takip ettiği ince bir siyasetle, Mevlânâ İdris-i Bitlîsî'nin önderliğinde; Doğu ve Güneydoğu illerinde oturan "Kürt-baba" veyaBaba-Kürtler'in aşiret reislerine iyi muamele etmiştir. Onları İranîlik ve Şiiliğe karşı kuvvetli bulundurmak için, soyca Türk olan bu aşiretlere ve beylere Kürt adını vererek, onlara geniş hak ve yetkiler vermiştir.

Sonuç
 Sultan Selim'in Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu siyaseti başarıya ulaşmış gözükmektedir.Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki teshir harekâtı sonucu Diyarbakır ve havalisi itaat altına alınmıştır.Nusaybin ve Urfa dahil olduğu halde Irak-ı Arab'ın kuzey kısmı ve Musul, Osmanlı Devleti'ne dahil olmuştur. Güney'de ise Bağdat'a doğru ve Mısır Memlukları' nın hükümettiği yerlerden; Tarsus, Adana, Antakya, Halep Osmanlı Devleti'nin hedefi altına alınmıştır.

Nihayet 1516'da Mercidâbık'ta yapılan savaşta Mısır Sultanı Kansu Gavri öldürülerek, ordusu mağlup edilmiş ve Mısır Memlûkluları 'nın elinde olan; Malatya, Divriği, Darende, Behisni, Gerger, Birecik, Kahta, Ayıntâb (Antep), Şam, Halep, Antakya, Hama, Humus gibi önemli şehirler ve kaleler Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır.
Mısır Seferi 'nden sonra Şam'da kışlayan Sultan Selim, Halep'e geldiği sırada, 15 Şubat 1518'de Pazartesi günü Şah İsmail tarafından Saru-Şeyh adlı bir İran elçisi, barış anlaşması ricasıyla Sultan Selim'e kıymetli hediyeler getirmiştir. Bu elçi Mısır 'ın fethinden dolayı Sultan Selim'e Şah İsmail'den bir de tebriknâme getirmişti. Safevîler;in başkenti olan Tebriz, İran'da kalmak ve Türkiye lehine bir hudut tashihi yapılmak şartıyla barış istemiştir.

Sultan Selim
 ise, tamamen İran topraklarını zaptederek Safevî Devleti hâkimiyetine ve Şiilik Mezhebi'ne son vermek istediğinden barış teklifı sonuçsuz kalmıştır. Safevî elçisi Saru-Şeyh Yedi Kule Zindanı'na gönderilip hapsedilmiştir . 19 Mayıs 1518'de Vezir-ia'zâm Pîri Mehmed Paşa'yı Kuzey Irak üzerine gönderen Sultan Selim, kendisi de İran Şah'ının işini bitirmek niyetiyle Fırat nehri kıyılarına gelmiştir. Oraya vardığında Osmanlı Ordusu doğuya bir adım bile atmayı kesinlikle reddedince, yeniçerilerin bu olumsuz tavrı karşısında Sultan Selim, İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştır .1518 yılı itibari ile Diyarbakır Eyaleti; Amid, Mardin, Sincar, Berriyecik, Ruha (Urfa), Siverek, Çermik, Ergani, Harput, Arapkir, Kiğı ve Çemişgezek olmak üzere on iki sancaktan oluşmaktaydı.

Sultan Selim
Anadolu'nun birliğini sağlamış, Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu sınırlarını aleyhte değişmeyecek şekilde genişletmiştirAnadolu'daki Osmanlı topraklarını; Çoruh boyunda Yusufeli, Fırat nehri başında Erzurum, Aras başında Karayazı, Murat Suyu boyunda Hınıs ile Muş, Dicle nehri boyunda Pervâri, Zaho ve Musul'a varıncaya kadar genişletmiştir. Bu çizginin batısındaki; İspir, Tercan, Kiğı, Bingöl, Kulp, Bitlis, Hizan, Siirt, Cizre, Şırnak, Te'1-Afer ve Sincar bölgeleri Osmanlı ülkeleri hudutları içerisine alınmıştır.

Sultan Selim
Anadolu'nun birliğini sağlamada Akkoyunlu beylerinden de yararlanmış, bunlara Doğu Anadolu'da dirlikler vermiştir. Bu sayede Kuzey Irak, Musul, Kerkük, Erbil vilayetleri Türkiye'ye katılmıştır.Sultan Selim, Safevîler ve Memluklar'dan şimdi ki; Adana, Gaziantep, Hatay, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Muş, Bingöl, Bitlis, Tunceli, Erzincan vilayetlerini aldığı gibi Dulkadırlu Beyliği'ni de -Maraş ve Elbistan havalisi- doğrudan doğruya Türkiye'ye ilhak etmeyi başarmıştır.

Sultan Selim, 
Osmanlı ülkelerine kattığı Anadolu topraklarını, ilelebet Şii-İran tehlikesinden ve Farskültüründen korumak istiyordu. İran'a ikinci bir büyük sefer yaparak Safevîler'i ortadan kaldırmayı düşünenSultan Selim"İbrişim yasağı" olarak bilinen İpek ticaretinde İran'a boykot kararı almıştır. İran'daki Safevî Devleti ile her türlü iktisadî ilişkileri yasaklamış, Antep konağından valilere tamim göndererek, yasağa uymayan tüccarların mallarının müsaderesini istemiştir. Ayrıca İran'a silah ve demir ihracı da yasak edilmiştir.
Fakat Şah İsmail de Şiilik davasından vazgeçmiyordu. Yaptığı barış teklifleri hep göstermelik olarak kaldımıştır. Şii Mezhebi propagandasını, Safevî Devleti 'nin Anadolu'da nüfuzunun artması için çok sinsi bir şekilde sürdümeye çalışıyordu. Şah İsmail, kendisini Anadolu'ya karşı harekattan alıkoyan iki hususu şöyle belirtiyordu; Anadolu halkının çoğu atalarının müridleri idi, diğeri de gazâ ile tanınmış olan Osmanlıhanedânına eskiden beri duyduğu derin sevgi idi . Bu sebeplerden dolayı Anadolu'yu tahrip ve işgal etmek istemiyordu.
Buna rağmen Şah İsmail'in asıl hedefi; İran, Horasan ve bütün Türkistan'ı ve Doğu Anadolu'daki Kızılbaş-Türkmenleri birleştirip, Caferî Mezhebi'ne, Şiilik ve eski Türk akidesine dayanan büyük bir hükümet kurmak, Araplar'ın Türklük üzerindeki manevî baskısını ve diğer dört mezhebi ortadan kaldırmaktı.
Sultan Selim ise; Ehl-i Sünnet ve bu mezhepler üzerinde kurulan ''Din yolu''nda bütün Müslümanları birleştirip, onların başı ve Peygamber vekili olmak için uğraşıyordu. İslamiyeti fetih yolu ile Avrupa Kıtası'na yaymaya çalışıyordu ve bunun içinde Roma İmparatorluğu ile Abbasi Devleti'nin hükmettiği bütün ülkeleri idaresi altına almak, Dünya;nın bu yarısında; Pâdişah, Sultan ya da Halife olmak istiyordu. Bunu yapmak içinde kendine göre, ilk önce İslam Dini'ne aykırı giden Alevilik ve Şiiliği kaldırmak gerektiğine inanıyordu.


Türk-İslam Dünyası
 için Şii-Safevî Devleti'ni bir tehlike olarak gören ve bu tehlikeyi Çaldıran'da durduranSultan Selim, Safevî Devleti 'ni tamamen ortadan kaldırmak düşüncesi ile yeni bir İran Seferi için hazırlıklara başlamıştı. Bu arada zaferden zafere koşan Şii-Safevî hükümdarı Şah İsmail, Çaldıranmağlubiyetinden sonra, derin bir manevî çöküntü ile artık günlerini Erdebil ve Tebriz'de yakın dostlarıyla içki içerek geçirmeye başlamıştı. Diğer taraftan Sultan Selim'in İran üzerine yeni bir seferini önlemek gayesiyle devamlı barış için elçiler göndermiş, hem de kumandanları Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'daOsmanlı kuvvetlerine karşı devamlı mukavemette bulunmuştur.
Sonuç olarak Şiilik anlayışı bugünkü gibi, yalnız İran 'ın içinde kalmaya mahkum olmuştur. Anadolucoğrafyası Safevî-Kızılbaş tehlikesinden kurtarılmış, Safevîler'in gücü iyice zayıflamıştır . Öte yandanSultan Selim, İran için ikinci sefere hazırlanırken, Bozok eşkıyasından Celâl adlı bir Türkmen 'in, Tokatcivarında bir mağarada barınırken Mehdîlik iddiası ile yanına yirmi bin kişi toplayarak isyan ettiği haberi gelmiştir. Bunun üzerine Sultan Selim, derhal Ferhat Paşa ile Şehsuvaroğlu Ali Bey'i isyanı bastırmak için görevlendirmiştir. Tehlike büyümeden Şehsuvaroğlu Ali Bey, askeriyle gelerek henüz Ferhat Paşa da yetişmeden eşkıya Celâl ve yandaşlarına ağır bir darbe vurmuş ve birçoğu kılıçtan geçirilmiştir . Böylece Sultan Selim zamanında, Osmanlı Devleti bütün Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da hâkimiyeti, birlik ve beraberliği, huzur ve barışı kalıcı olarak sağlamıştır.

KAYNAKÇA


AHMED RASİM: Resimli Haritalı Osmanlı Tarihi, I-IV, 1. Baskı, Şems Matbaası, İstanbul, 1326-1328 h.
ALTUNDAĞ, Şinasi: Selim I. İslam Ansiklopedisi, X, M.E. Basımevi, İstanbul, 1966, (ss. 423-434).
ASRAR, N. Ahmet: Kanuni Sultan Süleyman ve İslam Alemi, 2. Baskı, Hilal Yayınları, İstanbul, ?.
BABINGER, Franz: Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çev. Coşkun Üçok, 3. Baskı, K.B. Yayınları, Ankara, 1992.
CELÂLZÂDE, Koca Nişancı Mustafa Çelebi: Selim-nâme, (Meâsir-i Selim Hânî), Haz. Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar, 1. Baskı, K. B. Yayınları, Ankara, 1990.
DANİŞMEND, İsmail Hami: İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-IV, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946-1948.
FERİDÛN, Ahmed Bey: Münşeatu's-Selâtin, I-II, 2. Baskı, İstanbul, 1274-1275 h.
FIRAT, Mehmet Şerif: Doğu İlleri ve Varto Tarihi, 5. Baskı, T.K.A.E. Yayınları, 1983.
GÖYÜNÇ, Nejat: Kanunî Devri Başlarında Güneydoğu Anadolu. Kanunî Armağanı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1975, (ss. 61-74).
___________: XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1991.
GRAMMONT, Jean-Louis Becque: Osmanlı İmparatorluğu Doruğu Olaylar (1512-1606) Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Çev. Server Tanilli, 1. Baskı, Say Yayınları, İstanbul, 1992, (ss. 171-194).
HAYDAR Çelebi: Haydar Çelebi Rûznâmesi, Haz. Yavuz Senemoğlu, Tercüman, 1001 Temel Eser, İstanbul, ?.
HEZARFEN, Hüseyin b. Cafer: Tenkihu't Tevârih-i Mulûk, Türkçe Yazma, Esad Efendi Kitaplığı, Nr. 2239, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1083 h.
HOCA SAADEDDİN Efendi: Tâcü't-Tevârih, I-II, İstanbul, 1279-1280 h.
_____________: Tâcü;t-Tevârih, Haz. İsmet Parmaksızoğlu. I-IV, 3. Baskı, K.B. Yayınları, Ankara, 1992.
KARAÇELEBİ-ZÂDE, Abdu'l-Aziz: Târih-i Ravzatu'l-Ebrâr. Bulak Matbaası, Kahire, Hüsrev Paşa Kitaplığı, Nr. 397, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1238 h.
KIRZIOĞLU, M. Fahrettin: Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590). T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993.
KONUKÇU, Enver: Selçuklular'dan Cumhuriyet'e Erzurum. Y.Ö.K. Matbaası, Ankara, 1992.
MİROĞLU, İsmet: Yavuz Selim Devri: Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, X, Çağ Yayınları, İstanbul, 1989, (ss.281-312).
MUSTAFA NURİ Paşa: Netayicu'l-Vukûat, I-II. İstanbul, 1327 h.
MÜNECCİMBAŞI, Ahmed b. Lütfullah: Sahâifu'l-Ahbâr fi Vekây-i ül-Âsâr, I-III. Terc. Nedim Ahmed, Hacı Mahmud Kitaplığı, Nr. 4741, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1285 h.
_______________: Sahâifu'l-Ahbâr, I-III. Terc. İsmail Erünsal, Tercüman, 1001 Temel Eser, İstanbul, ?.
NİŞANCI MEHMED: Târih-i Nişancı Mehmed. İzmirli İsmail Hakkı Kitaplığı, Nr. 2375, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1290 h.
SARAY, Mehmet; Türk-İran Münasebetlerinde Şiiliğin Rolü. T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1990.
SOLAKZÂDE, Mehmed Hemdemî: Solakzâde Tarihi. Mahmud Bey Matbâsı, İstanbul, 1279 h.
SÜHEYLÎ, Ahmed b. Hemdem: Tarih-î Şâhî, (Tarih-i Süheylî), Müellif Hattı. Türkçe Yazma, Fatih Kitaplığı, Nr. 4356, Süleymaniye Ktb., İstanbul, ?.
SÜMER, Faruk Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü. T.T.K. Basımevi, Ankara, 1992.
TANSEL, Selahattin: Yavuz Sultan Selim. 1. Baskı, M.E. Basımevi, Ankara, 1969.
TEKİNDAĞ, M. Şehabettin: Yeni Kaynak .e Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi. Tarih Dergisi, S. 22, XVII, İstanbul, 1968, (ss. 49-78).
____________: Fatih'den III. Murad;a Kadar Osmanlı Tarihi (1451-1574). Basılmamış Ders Notları, İstanbul, 1977.
UĞUR, Ahmet: Yavuz Sultan Selim. 1. Baskı, E.Ü. Yayınları, Kayseri, 1989.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi, I-VIII. 5.Baskı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1988.
YİNANÇ, Refet: Dulkadıroğulları. İ.A., IX, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, (ss. 553-557).
Alıntı Yeri:
http://host.nigde.edu.tr/remzikilic/makale/index.php?m=11&y=09&d=12&entry=entry091112-171107

(Yazıdaki koyulaştırmalar tarafımdan yapılmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder